Dava zamanaşımının kapsamı süreleri ve kesilmesine ilişkin değerlendirmeler
Bu Yazıda, ceza davasında dava zamanaşımının kesilmesinin sonuçları ile suçların her birisine öngörülen cezalar esas alınarak öngörülen olağan zamanaşımı ve nihayetinde suç tarihinden itibaren hesaplama geçerli olacak olağanüstü dava zamanaşımı sürelerinin sonuçları ve hesaplanmaları üzerinde durulmaktadır.
Bu yazıda amacımız, sadece, dava zamanaşımının kesilmesine ilişkin hükümleri yorumlamaktır. Bu sebeple konuyla ilgili doktrindeki tartışmalara katkıda bulunmaktır
Yasal hükümlerin uygulanması bakımından, dava zamanaşımının anlam ve kapsamı ile sonuç kısmında yasal hükümlerdeki belirsizliklerin yeni yasal düzenlemelerle giderilmesi önerilmektedir.
Yazan: Prof. Dr. R. Cengiz DERDİMAN*
1.Dava Zamanaşımının anlamı
1.1. Dava Zamanaşımının Tanımı ve Kapsamı
Zamanaşımı deyimi, kısaca, yapılacak bir işlem için öngörülen, ve aşıldığında işlemi hukuka aykırılıktan bahisle hükümsüz kılabilecek zaman dilimini vurgulayan ve diğer bir yönü ile öngörülen yasal sürenin bunun aşılması halini içeren kavramdır. Deyimin ayrı yazılması halinde zaman “aşımı” ise bir eylem ve işlemin yapılmasını hukuka uygun bulan sürenin aşılması demektir.[1] “Zamanaşımı bu suretle hakkın (ileri sürülemez duruma) düşmesine sebep olmaktadır.”[2]Bir haktan yoksunluğun bu sebebe dayandırılması halinde zaman aşımına girdiği bu hukuk kurumu ile anlatılır.
Hukukta dikkat çeken zamanaşımının hak düşürücü süreden farkı, bu ikinci deyimin, bir hakkı mutlak olarak talep edilemez hale getirmesinde gizlenmektedir. Böyle bir ayrıma yer veren özel hukukta, zamanaşımı alacağı borçlunun bu yönde bir defi ileri sürmemesi halinde geçerli kılarken, hak düşürücü sürede hak bu kayıtlara da bakılmaksızın düşmüş olmaktadır.[3]
İdare hukukunda işlemlerin tesisi ya da idari yargıda dava açma süreleri gibi sürelerin, hak düşürücü nitelikte olduklarını kabul etmek gerekir.[4] Keza ceza ve ceza muhakemesi hukuku bakımından şikayet, istinaf ya da temyiz gibi usuller için öngörülen süreler de hak düşürücü olarak görülebilirler.[5]
Dava zaman aşımı, işlendiği iddia edilen suç hakkında kesin mahkûmiyet kararı verilmesine kadar geçen sürelerin aşılması olmaktadır.
Şikâyet, af ve zamanaşımı gibi konular, yargılama ve/veya cezalandırılabilme şartı için de gerekli olduğu söylenebilecek içeriktedirler. Bu sebeple bunların suçu -suç olmaktan, daha doğru bir deyimle- yargılanabilir ya da cezalandırılabilir olmaktan çıkarırlar.[6] Buna göre dava zamanaşımının da ceza zamanaşımı gibi cezalandırılabilirliği ortadan kaldırıcı etkisi vardır.[7]
Ceza davasında zamanaşımı, dava ve ceza zamanaşımı olarak ikiye ayrılmıştır. Şikâyet ya da davayı başlatan veya -olmadıklarında- düşüren benzeri bir kısım usuller gibi; zamanaşımının da, maddi ve usul hukukuyla ilgili olması dolayısıyla, ceza ve ceza muhakemesi hukuku konusu olarak karma bir niteliği bulunmaktadır.[8]
Ceza davasında davanın zaman aşımına girmesi halinde, Devlet ve toplum, yargılama ve cezalandırma hak ve yetkisinden;[9] ve dolayısıyla davayı takip ve dava konusu suça ilişkin verilmiş olabilecek mahkûmiyet kararlarını infaz etme hakkından vazgeçmiş;[10] ve bir anlamda feragat etmiş olmaktadır.
Dava zamanaşımının:
1-) Devletin suçun yargılanmasında, buna karşı toplumsal vicdanda oluşan endişenin;
2-) Aradan zaman geçtikçe suça ilişkin delil toplama ihtimalinin;
Gittikçe azalması sebepleri ile anlatılması ve haklılaştırılması mümkündür.[11]
Dava zamanaşımının sonucu, zamanaşımı süresi dolduktan sonra kamu davası açılmaması[12] ama daha ötede, kamu davası açılmış olsa bile kovuşturmanın düşürülmesidir. Ceza davasından dava zamanaşımının geçmesiyle dava düşerler. Dava zamanaşımının söz konusu olduğu hallerde verilmiş ve dava zamanaşımı geçmeden evvel kesinleşmemiş kararlar da esasen infaz edil(e)mezler.
Şu hâlde ceza davasından dava zamanaşımının, işlendiği iddia edilen bir suç hakkında, bu eylem üzerinden yasal belli bir süre geçtikten sonra, öncelikle kamu davasının açılamaması; kamu davasının açıldığı hallerde ise kovuşturmaya devam edilmemesi[13] sonucunu doğurur şekilde anlaşılması gerekmektedir.
1.2. Dava zamanaşımı sürelerine ilişkin Yasal hüküm
TCK’nın 66/1. maddesinde dava zamanaşımının süreleri gösterilmiştir. Buna göre:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;
“a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
“b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
“c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
“d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
“e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
“geçmesiyle düşer.”[14] (m. 66/1).
Kanun koyucunun bu süreleri, suçun ağırlığı, işleniş biçimi ya da zamanı ve toplumsal huzurun sağlanması ve toplumsal vicdanın tatmini gibi ölçütleri nazara alarak belirmesi, maddi ceza hukukunun ana konulardan olmaktadır.[15]
Aynı maddenin 2.den ve son fıkralarına kadar devam eden hükümlerine göre de:
“Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.” (m. 66/2).
“Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de göz önünde bulundurulur.” (m. 66/3). “Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır.” (m. 66/4).
“Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.” (m. 66/5).
Zamanaşımın başlangıcında genel kural ve esas suç teşkil eden fiilin tamamlanmasıdır.[16] TCK’da suçların nitelik ya da türlerine göre tamamlanmış sayıldıkları an’lar ayrıca gösterilmiştir: “Zamanaşımı, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs halinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun onsekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.” (m. 66/6).
Yalnız, bazı suçlar hakkında dava zamanaşımının başlaması farklı tarihler olarak belirlenmiştir. Örneğin iftira suçunda bu sürenin başlangıcı, mağdurun eylemi işlemediğinin sübut bulduğu tarihtir.[17]
“[TCK’nın] İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet veya on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçların yurt dışında işlenmesi halinde dava zamanaşımı uygulanmaz.” (m. 66/7).
1.3. Dava zamanaşımının Sonucu
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun (=CMK’nın) 223/8. maddesine göre, dava zamanaşımının gerçekleşmesi hâlinde, sanık hakkında beraat kararı değil; davanın düşürülmesi kararı verilmelidir.[18]
Soruşturma safhasında bu durumun varlığı halinde nasıl bir karar verileceği Kanunda yazılı değildir. Bu kapsamda verilecek karar soruşturmanın düşürülmesi olmalı ama bunu karşılayabilecek en uygun yasal deyim, fikrimce zamanaşımından dolayı (CMK’nın 158/6. maddesindeki) “soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararı”dır. Çünkü bu durumda soruşturma yapılmayacak; yapılmakta olan soruşturma da sona erecektir. Böylece CMK’nın 223/8. maddesindeki deyimle soruşturma şartı gerçekleşmemiş olmaktadır.[19]
Davadaki sübut vasıtaların beraati gerektirdiği kanaatine varan mahkemenin, -bu karar sanığın masumiyet karinesi hakkını korumak bakımından öncelikli olduğu için,- öncelikle beraat kararı vermeyi tercih etmesi yasal usule uygundur.[20] Nitekim CMK’nın “Derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.” Hükmü (m. 223/9) bu tespiti doğrulamaktadır.[21]
Dava zamanaşımının dolmasına rağmen verilecek bir hüküm “yok hükmünde”dir.[22] Ancak, yok hükmünde görülmesi gereken hüküm, CMK’nın 223/9. maddesi gereğince “beraat” değil; sadece “mahkûmiyet hükmü”dür. Soruşturma safhasının düşürülmesi gerekmesine rağmen iddianame düzenlenmesi hallerinde ise, bu iddianameye reddetme ve nihayetinde davayı düşürme yetkisi zaten mahkemenin olacaktır.
Dava zamanaşımının dolması ceza davası kapsamında olup; özel hukuka ilişkin davalara zamanaşımına ilişkin ayrı hükümler geçerlidir.[23] Özel hukuktaki zamanaşımı süreleri, aynı konuda açılan ceza davasının kesin hükümle sona ermesine kadar uzar.[24]
1.4. Dava zamanaşımının geçerliliği ve hesaplanması
5237 sayılık Türk Ceza Kanununa (TCK’ya) göre:“Dava ve ceza zamanaşımı süreleri gün, ay ve yıl hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmidört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmi takvime göre hesap edilir. /Dava ve ceza zamanaşımı re’sen uygulanır ve bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemezler.” (TCK., m. 72).
Aşağıda yer alan dava zamanaşımının süreleri bu hesaplamaya göre tespit edilecektir:
Dava zamanaşımının, kanunun başlar dediği tarihten itibaren hesaplanması gerekecektir. Yoksa CMK’nın 39. maddesinden hareketle, bu tarihi ya da örneğin tebliğ tarihini takip eden ertesi gün gibi bir hesaplama, tarafların başvuru hakları gibi hakları ilgilendirmektedir. Konumuza ilişkin belirlemeler TCK’nın 66 ve 67. maddelerinde ayrıca belirtilmiştir. Dolayısıyla dava zamanaşımının, kesilme sebebinin kalktığı günden “itibaren” başlaması yasal hüküm olup; aksine uygulamalar açık yasal hükme aykırılık teşkil edecek ve sanık ya da şüpheli haklarını sınırlandırıcı olacaktır.
TCK’ya göre dava zamanaşımının başlayacağı tarih -aşağıda değinilen hükümlerde ve özellikle TCK m. 67/3’de, yer almış olmakla birlikte; esas olan, suçun işlenmiş olduğu gün olmaktadır. Bu tarih bilinmiyorsa, failin en lehine olan gün esas alınacaktır.[25]
TCK’ya göre zamanaşımının başlayacağı gün esas alındığında, günlük süreleri bu tarihten başlayarak sayıp belirlemek mümkün olacaktır. Yıl olarak belirlenen sürelerin tespitinde ise, kanaatimce, başlama tarihi esas alınacak ve ertesi yılın aynı ayının aynı gününe gelindiğinde dava zamanaşımı süresi dolmuş olacaktır.
Daha somut ifadeyle: yıl, birinci ayın birinci günü (=01.01) ilâ 12. ayın 31. günü (=31.12) arasında geçen bir zaman dilimidir. Dolayısıyla bu tarihilerin hemen arkasından gelecek yeni, 1. ayın ilk günü (=01.01), önceki yılın bitmesi ve yeni bir yıla girmiş olmak demektir.
Buna göre, örneğin, 01.01.2010’da vuku bulan bir suç için dava zamanaşımının bu tarihten itibaren başladığı gözetildiğinde, 8 yıllık sürenin esas alınması halinde 01.01.2018’de dolduğu kabul edilmelidir.
Dava zamanaşımının gün, ay ve yıl olarak belirlenmesinden başka bir de gün içinde belli bir saatin söz konusu olması halinde, sürenin bitimi için son gün olayın vuku bulduğu saat geçince dolmuş olacaktır.[26]
Geçici veya süreli ceza kanunlara aykırılık şeklindeki suçların dava zamanaşımının tespitinde, bunların geçerlilik süreleri değil; TCK’nın konuya ilişkin özgü düzenleme getiren düzenlemelerdeki süreler esas alınacaktır. Kanunun gerekçesi de bunu doğrulamaktadır.[27]
CMK’ya 5728 sayılı Kanunla eklenen geçici 1. maddeye göre; “Bu [5728 sayılı] Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.”
5252 sayılı kanuna göre de “Kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda, sonradan yürürlüğe giren bir kanunla ilgili olarak lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla yapılan yargılama bakımından(,) dava zamanaşımına ilişkin hükümler uygulanmaz.” (m. 9/4).[28]
2. Dava Zamanaşımının Kesilmesine İlişkin Yasal Sebepler
2.1. Dava zamanaşımının kesilmesinden maksat
Dava zamanaşımının kesilmesi izah edilirken fikrimce, öncelikle kesilme ve durma arasındaki farka vurgu yapılmalıdır:
Dava zamanaşımının “durma”sı, durma sebebinin kalktığı tarihten itibaren kaldığı yerden devam etmeye başlaması iken; dava zamanaşımının “kesilme”si, kesilme sebebinin ortadan kalkması halinde sürenin yeniden ve baştan başlamasını[29] gerektirmektedirler.
Dava zamanaşımının kesilmesi halinde kesilme tarihine kadar işleyen süre yanmakta; kesilme sebebi kalkınca da, Kanunda suçların ya da cezaların miktarı ya da türlerine göre belirlenen süreler -sıfırlanmakta ve- silbaştan yeniden işlemeye başmaktadır.[30]
Nitekim TCK’da, “dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.” (m. 67/3) hükmü bulunmaktadır.
Bu makale, dava zamanaşımının, vuku bulan sebeplerin kalkmasından sonra yeniden ve baştan başladığı kesilme halleri ile ilgili ve sınırlı tutulmaktadır.
TCK’nın 67/3. maddesinden de hareketle denilebilir ki;
Dava zamanaşımının kesilmesi gerektiren birden fazla yasal sebebin varlığı halinde, her defasında kesilerek yeniden başlayan süre; son kesilme sebebinin kalktığı tarihten itibaren bir daha ve silbaştan tekrar işlemeye başlayacaktır.[31]
2.2. Dava zamanaşımının kesilmesine dayanak Yasal Hükümler
Dava zamanaşımının söz konusu olacağı süreler TCK’nın 66 ve 67. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu sebeple, dava zamanaşımının uygulanması, durması veya kesilmesine ilişkin bu düzenlemeler genel hüküm niteliğinde olduklarından, aksine bir özel hüküm bulunmadıkça tüm suçlar için uygulanırlar. Dolayısıyla TCK’nın 5. maddesinde yer alan, süreli veya geçici kanunlar kalkmış olsalar bile, bunlara aykırılıktan bahisle ortaya çıkan suçlarda da dava aşımının sürelerine ilişkin bu genel prensip geçerli olacaktır.[32]
TCK’da dava zamanaşımının kesilmesini gerektiren haller, 67/2. maddede bentler halinde tek tek belirtilmiştir.
Yasal hükmü aynen belirtmek gerekirse: “Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
halinde, dava zamanaşımı kesilir.”
Ayrıca, TCK’nın 66/5. maddesindeki:
“Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.”
Şeklindeki, aşağıda ayrıca incelenecek hükmün de, bir anlamda, dava zamanaşımının kesilmesi işlevi gördüğü söylenmelidir.
2.3. Dava zamanaşımının kesilmesi sebeplerine ilişkin bazı değerlendirmeler
2.3.1. Dava zamanaşımının kesilmesi sebeplerinin uygulanması bakımından
Suçla ilgisi olmayan bir başkası hakkında yapılan ve dava zamanaşımını kesen bir işlem, asıl suçlu ya da suçlular hakkında başlayan dava zamanaşımını kesmez.[33]
Keza, 67/2. madde “bir suçla ilgili olarak” şeklinde başladığından, dava zamanaşımının kesilmesi konusunda objektif sistemin kabul edildiği görülmektedir. Bu noktada, çok sanıklı suçlarda sanıklardan birisi ya da bir kısmı hakkında yapılan dava zamanaşımını kesici işlemin bu etkisi, diğer sanıklara sirayet etmez.[34] Fakat bundan, aşağıda incelenecek olan, sanıklarda birisi hakkında bile olsa mahkûmiyet kararı verilmesine ilişkin yasal hükmü istisna tutmak gerekmektedir.[35]
Kanunun objektif sistemi kabul etmesi gibi bir gerekçeye dayanarak, kanunla öngörülmemiş bir konuyu ya da usulü mevcut kabul etmek, yasal hükmü hukuka aykırı bir şekilde genişletmek olacaktır. Hemen aşağıdaki başlıkta da bunun yani kanunda yazılı olmayan genişletmelerin kabul edilmediği ve edilemeyeceği[36] açıklanmıştır.
Dava zamanaşımının kesilmesi sebebinin geçerli olması için, soruşturulan veya kovuşturulan şüphelinin ya da sanığın, soruşturma ve/veya kovuşturma konusu olan fiilleriyle ilgili olması gerekmektedir:
Bir suç soruşturma ya da kovuşturması kapsamında yapılan dava zamanaşımını kesici işlemler, aynı sanık ya da sanıklar kapsamında -TCK’nın 66/6 maddesi kapsamında girmeyen- bir başka suç için geçerli olamazlar.
Yasal hükümde (m. 67/2) geçen “bir suçla ilgili olarak” ifadesi, dava zamanaşımının sanıkları esas alarak değil; suçları esas alarak ve dahası her bir suç için ayrı ayrı değerlendirileceğini ve sanık hakkında sadece konu edilen suçu için geçerli olabileceğini göstermektedir.[37] Örneğin şüpheli ya da sanığın sorgusunun yapılmasının dava konusu ile ilgili olması;[38] tutuklama ya da mahkûmiyet kararlarının soruşturma konusu fiil ile ilgili verilmesi gerekecektir.
Yasal hüküm gereğince dava zamanaşımın kesici sebeplerin, ne kadar sıklıkta olursa olsun farketmeksizin[39] her birisi, dava zamanaşımının kesilmesinde ayrı ayrı etkili olacak; dava zamanaşımını kesen en son -tarihli- sebebin kalkmasıyla da dava zamanaşımının yeniden ve silbaştan başlaması gerekecektir. Doktrin[40] ve yargısal içtihatlar[41] da bu yöndedir.
Yalnız konunun bu kapsamda farklı ve tartışmalı bir yönünün olduğu söylenebilir:
Yasal hükümdeki tekil ifade tarzı da nazara alındığında, dava zamanaşımını kesici her bir sebebin “tekrar” tesis edilmesinin; meselâ tutuklanan sanığın tahliyesinden sonra aynı suçla ilgili tekrar tutuklanmasının ya da iade edilen iddianameden sonra yeniden bir iddianame düzenlenmesinin konumuz açısında etkisi ise fikrimce belirsiz kalmaktadır. Bu tür tekrarların konuya etkisi sebeplerin genişletilemezliği başlığında aşağıda da incelenmektedir.
2.3.2. Dava zamanaşımının kesilmesi sebeplerinin genişletilemezliği ve aynı sebeplerin tekrarı hali
Dava zamanaşımı süreleri ve bunları kesen sebepler Kanunda sayılmıştır. Bunlar tür ve süre olarak genişletilemezler. Yargısal içtihatlarda da belirtildiği üzere, dava zamanaşımını kesen sebepler kanunda liste usulü sayıldığından, bunlara başka bir sebep eklenemez. TCK’da yazılı olan cezaların miktar ve türlerine göre değişen zamanaşımı süreleri -ile zamanaşımının kesilmesi veya durması- gibi, Kanunda yazılı haller ve usuller, yorum ya da kıyas yoluyla da olsa, genişletilemezler;[42] artırılamaz ve azaltılamazlar.
Yasal (TCK., m. 67/2) hükümdeki hallerden her birisi, dava zamanaşımının her defasında kesilmesine sebep olacaktır. Fakat bu sebeplerin her birisinin birden fazla vuku bulmaları halinde, dava zamanaşımının, bunların her birisinin tekrarında kesileceğini düşünmek fikrimce -ve yukarıda da değindiğim gibi-, isabetli değildir. Çünkü, Yasal hükümdeki dava zamanaşımının kesilmesi sebepleri, tekil şekilde ifade edildikleri gibi; bunlardan bir kısmı, nitelikleri itibarıyla hukuk âleminden bir yenilik, bir değişiklik olarak görülemeyebileceklerdir.
Örneğin -aşağıda ayrı başlıklarda tafsilatıyla inceleneceği üzere-:
Sanığın, mahkemede ilk sorgusu dava zamanaşımının kesilmesi etkisini yapacağı için; yeniden savunmalarının ya da ek savunmalarının alınması dava zamanaşımının kesilmesi sonucu doğurmayacaktır.[43] Keza, sanığın, duruşmada çeşitli vesilelerle beyanlarda bulunması, verilen kararların bozulması ve arkasından sanığın yeniden bir savunmasının alınması da -zamanaşımını kesici olmayan etkisi bakımından- aynı kapsamda görülmelidirler.
Hatta fikrimce, yerel mahkemece bozma üzerine, ilk karardan farklı olmayacak şekilde verilen kararlar da, mahkumiyeti azaltan ya da artıran yeni bir değişiklik içermedikleri sürece, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak görülmemelidirler.
Aynı sonuçlara, emsal kararlardan da ulaşılmaktadır. Örnek kararlar itibarıyla:
“Sorgu sayılması mümkün olmayan bozmaya uyma veya ısrar hakkında sanıktan diyeceğinin sorulması hali…nin zamanaşımını kesen sebeplerden sayılmasına … yasal imkân görülememiştir.”[44]
Keşifte sanığa soru sorulması ve beyanlarının alınması da, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak görülmemiştir.[45] Bozma ve beraat kararları da dava zamanaşımını kesmeyecektir.[46]
“Bozmadan sonra duruşma açılarak C. Savcısına, sanığa varsa müdafı ile diğer taraflara diyeceklerinin sorulması usulden ise de; CMUK.nun da böyle hareket edileceğine dair bir hüküm mevcut değildir. Bu yoldaki uygulama teamül haline gelmiştir. Teamüle göre yapılan muamelenin aleyhe yorumlanması isabetli olamaz.”[47]
2.3.3. Sanığın ifadesinin alınması ya da sorgusu
2.3.3.1. Yasal Hükmün Kapsamına İlişkin Uygulama
TCK, sanığın Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesinin alınması ya da mahkemece sorgusunu, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak düzenlemiştir. Buna göre:
Kolluğun ifade alması, kanunda açıkça yazılmamış olması ve bu ifadenin daha çok bilgi toplama, araştırma olarak görülmesi[48] sebebiyle, dava zamanaşımını kesici kapsamda değildir.[49]
Kişilerin örneğin tanık veya bilirkişi olarak alınan ifade ve beyanları; hatta sanık ya da şüphelinin sorgu veya ifade alma niteliğinde sayılmayacak nitelikteki beyanları da, dava zamanaşımına etkili olmayacaktır:[50]
Sanığın sorgusu olarak görülemeyecek olan, son sözün sanığa verilmesi, sanığın sorulana cevap vermesi, sanığın bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmasına karşı beyanları ve benzeri işlemler;[51] sanığın Cumhuriyet savcısınca ya da duruşmada alınan ilk ifadesi ya da sorgusundan sonraki ek veya tekrar mahiyetindeki ifade ve sorgulama beyanları dava zamanaşımının kesilmesi sonucu doğurmamalıdırlar. Bunların ilk ifade ve sorgu beyanları niteliği taşımayışları ve gerek soruşturmanın ve gerekse kovuşturmanın ve kovuşturma sürecindeki duruşmanın kendi içinde bir bütün olmaları da bu görüşe haklı gerekçe teşkil etmektedirler.
Buna karşılık, yetkisiz mahkemede bile olsa, sanığın ilk sorgusunun yapılması da dava zamanaşımının kesilmesi sebebi kabul edilmelidir. Çünkü CMK’nın 20. maddesi, yetkisiz mahkemenin yaptıkları işlemlere geçerlilik imkânı vermektedir.[52] Bunun gibi bir şekilde davaya bakan görevsiz mahkemenin sanığı sorgulayan işleminin de dava zamanaşımının kesilmesi sebebi doğuracağı kabul edilebilir.[53]
Sanık veya şüphelinin hakları hatırlatılmadan; ve -sanıkların istekleri gereğince ya da zorunlu- yasal hallerde müdafi bulundurulmadan ve benzeri diğer yasal gereklere uyulmadan alınan ifadelerinin ya da yapılan sorgularının, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi ol(a)mayacakları, bir an için düşünülebilecektir.
Fakat, Yargıtayın oyçokluğuyla verdiği emsal kararında,[54] bunun aksine olarak, örneğin, sanığın hakları hatırlatılmadan yapılan sorgusunun dava zamanaşımının kesilmesi sonucunu doğuracağı kabul edilmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla, S. Selçuk’un hukuka aykırı şekilde yapılan işlemin yasal sonuç doğurmayacağı yönündeki karşı görüşü, konunun tartışmalı olduğunu göstermektedir.
Yasal hükmün lâfzına ve CMK’nın 2. maddesindeki sorgu ve ifade alma tanımlarına göre yapılacak yorum ise, emsal karardaki görüşü haklı çıkarmaktadır.
2.3.3.2. 4483 sayılı Kanuna dayanarak yetkili müfettişlerce alınan sanık/şüpheli ifadeleri
4483 sayılı kanuna (2547 sayılı Kanuna (m. 53/3-8) ve daha öncesi dönemde ise Memurin Muhakematı Kanununa) göre müfettişlerce ya da muhakkiklerce (=tahkikatçılarca, soruşturmacılarca) yapılan adli soruşturmada sanığın ifadesinin alınmasının, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak görülüp görülemeyeceği tartışmalı kalmaktadır.
Anılan bu kanunlarda (örneğin 4483 sayılı Kanun, m. 6’dan bu sonuca varılabilmektedir[55]) müfettiş ya da muhakkiklerin Cumhuriyet savcısı yetkilerini kullanacakları belirtildiğine[56] göre, aslında dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak görülmesi gerekebilecektir. Nitekim, Yargıtay emsal kararının da[57] aynı yönde bir sonuca vardığı bu durumun, dava zamanaşımının kesilmesinde kanuna olmayan bir genişleme olarak görülmesi mümkün değildir.[58]
Fakat burada bir çelişki vardır:
TCK’nın 67/1. maddesi, yargılamanın izin şartına bağlı olduğu hallerde bu şartın yerine getirilmesine kadar geçen sürede dava zamanaşımını durduğunu kabul etmiştir.
Yargısal içtihatlarda da 4483 sayılı kanuna göre istenen soruşturma izin taleplerine cevap verilene;[59] hakimler için de Adalet Bakanlığınca verilecek soruşturma iznine kadar[60] dava zamanaşımının durduğu kabul edilmektedir.
Şu hale göre: 4483 sayılı Kanuna göre yapılan yargılamalar da, hakim ve savcıların soruşturmaları için muhatap Makamlarca verilecek izinler için geçen süreler de dava zamanaşımı durdurmuş olmaktadır. İşte bu iznin verilip verilmemesine ilişkin sürenin, davanın durmasını gerektiren sebep olarak görülmesine karşılık; bu süre içindeki adli soruşturma sürecinde müfettişin aldığı ifadeyi dava zaman aşımını kesici sebep olarak görülmesi, kendi içinde bir çelişki oluşturabilecektir. Doktrinde bir görüş[61] de bu noktadan bakıldığında, haklı olarak, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa göre yürütülen soruşturmada son tahkikatın açılması kararının dava zamanaşımını keseceğini belirtmiştir.
Bununla birlikte anılan Kanunlarda müfettiş veya muhakkiklerin Cumhuriyet savcılarının yetkilerini kullanacaklarını değil, CMUK’daki işlemleri yapabilecekleri belirtilmiştir. (CMUK’ya yapılan atıflar yasal hükümlere görei CMK’ya yapılmış sayılacaktır.) Dolayısıyla adli soruşturmada müfettiş veya muhakkiklerin aldıkları şüpheli ifadelerinin, Cumhuriyet savcısı tarafından iptal edileceği yönünde bir hüküm öngörülmediğine göre, dava zamanaşımının kesilmesine sebep olacak ilk ifade olduğunu kabul etmek mantıklı görünebilecektir. Ama bu değerlendirmeler ortada var olan bir tartışmaları sana erdirmeyecektir.
Bu sebeplerle, konunun bu belirsizlikleri ve çelişkiyi giderecek şekilde Kanuna düzenlenmesi gerekecektir.
2.3.4. Tutuklama kararı verilmesi
Yasal hükümden, tutuklama kararlarının, birçok kişi ve bu kişilerin olayları ile ilgili verilmiş olsa bile, bu karara konu edilen her bir kişi ve bu kişinin kendi fiili hakkında dava zamanaşımının kesileceğini anlamak gerekmektedir.[62] Yurt dışında bile olsa, soruşturmaya ya da kovuşturmaya konu suçla ilgili tutuklama kararları bu kapsamda görülmelidirler.[63] Tutuklama kararının infazı şart olmayıp;[64] gıyabi ya da suçluların iadesi kapsamındaki geçici tutuklamalar da aynı etkiyi yapacaklardır.
Buna karşılık, adli kontrol ya da denetimli serbestlik gibi kararlar bu kapsamda değildirler.
CMK’da yer verilen tutuklamaya olmak üzere yakalama müzekkeresinin mahkemece çıkarılması hallerinin, zamanaşımını kesip kesmeyeceği tartışılabilecektir:
Yakalama kararının, örneğin CMK’nın 98/1 ve 98/2. maddesinin son cümlelerindeki gibi, bir anlamda “tutuklamaya esas olmak üzere” verilmesi halinde, tutuklama gibi bir hüküm ifade edeceği söylenebilirse de: bu kararla yakalanan sanık, yine de -yasal usuller ve süre kapsamında görevli ve yetkili- mahkeme huzuruna çıkarılmakta (CMK., m. 94/1); ve yakalama müzekkeresi, tutuklamaya esas olmak üzere verilmiş olsa bile, mahkemece bu duruşmada “tutuklama kararı”na dönüştürülmektedir. Mahkemenin yakalama kararına rağmen tutuklamama yani serbest bırakma kararı vermesi de mümkündür. Dolayısıyla, bu gibi yakalama kararlarının tutuklamaya eşdeğer görülmemesi gerekmektedir.
Sanık ya da şüpheli için ilgili soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde, tahliye kararı arkasından ikinci kez verilecek bir tutuklama kararının dava zamanaşımını kesip kesmeyeceği de, bence tartışmalıdır:
Yasal hüküm aynı sanık için tekrar mahiyetindeki tutuklamalara ilişkin bir içeriğe ve açıklığa yer vermemektedir. Yasal hüküm, tekil bir ifade tarzıyla bir kez tutuklama kararını esas alarak düzenleme getirmektedir. Dolayısıyla, yalnızca, “şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi”ni dava zamanaşımının kesilmesine sebep olarak görmektedir. Bu bakış açısı, aynı suçla ilgili olarak ilk kez tutuklanan ve arkasından tahliye edilen bir sanık hakkında -çok çok zor bir ihtimal olsa da- bilahare yeniden ve tekraren verilecek tutuklama kararlarının dava zamanaşımını kesmeyeceği iddiasını haklılaştırabilecektir.
Bundan başka, tutukluluk kararının kanunda öngörülen süreler içinde gözden geçirilerek tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararların da dava zamanaşımının kesilmesine etki edeceği kanaatimce düşünülemez.
Bunun gibi, yargılamayı sona erdiren ama kesinleşmemiş “nihai hüküm”le ya da sonrasında başvurulacak olan; ve bu “hükmün, kesinleştiğinde infazını güvence altına almak amacını taşıyan tutuklama (=hükmen tutukluluk) tedbiri”[65] fiiliyatta, “yargılamada nihai hükümden önceki safhada, yargılamanın dürüst tecelli etmesi gibi amaçlar için başvurulacak tutuklamadan farklı görülebilir. Bu sebeple, “hükmen tutuklama”nın da, kanaatimce dava zamanaşımının kesilmesine etkili olamayacağı söylenebilecektir.
2.3.5. Dava zamanaşımının iddianameyle kesilmesi
Dava zamanaşımının kesilmesi için, iddianamenin yasal anlamda gerekli içerikleri bakımından tamamlanmış olması gerekir. Ancak dava zamanaşımının kesilmesi için, iddianamenin taraflara tebliğ edilmesi gibi bir şart aranmaz.[66]
Yasal hüküm, iddianamenin, dava zamanaşımın kesebilmesi için -kabul edilip edilmediğine bakılmaksızın-, sadece düzenlenmesinin gerekli ve yeterli olacağı yorumlarına elverişlidir. Doktrinde de, Yasal hükümde “iddianamenin kabulü” şart koşulmadığı halde, bunun Yargıtay emsal kararlarında arandığı[67] belirtilmiştir.
Yeni ceza adalet sisteminde iddianamenin hukuki anlamda ifade ettiği değerin ortaya çıkması ve tekemmülü, mahkemece kabulü şartına bağlı tutulmuştur. Bu açıdan iddianame ile dava açılmasının zamanaşımını keseceği şeklindeki bir başka düşünce[68] de, iddianamenin kabulünün bir başka anlarım şekli olmaktadır.
Mahkemece kabul edilmeyen iddianameler, kamu davasını başlatıcı etki ve değerden yoksun olacakları için, dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olarak da görülemeyeceklerdir.[69]
Emsal bir karardaki ifade şekliyle;“mahkemece kabul edilmeyen iddianameler soruşturma evresini sona erdirmeyeceğinden dava zamanaşımı kesmeyecektir”:[70] Yargıtay’ın bir başka emsal kararında,[71] iddianamenin kabulü ile dava zamanaşımının kesileceği vurgulanmıştır. Diğer bir emsal kararda[72] da “iddianamelerin hukuki kesinti oluşturabilmesi için mahkemece kabul edilmiş olması gerekir.” denmiştir.
Tüm bunlardan çıkarılması gereken sonuç itibarıyla: iddianamenin kabul edilmesi ya da kabul edilmiş sayılması kaydıyla, düzenlendiği tarihte dava zamanaşımının kesilmesi söz konusu olabilecektir.[73] Burada ihsas edilmek gerekir ki; iddianamenin düzenlendiği tarihten değil de, Yerel Mahkeme Kararındaki “iddianamenin iadesi kararına vaki itirazın kabul edildiği tarihte kesilmiş sayılacağının kabulü[ne ilişkin ibarelerin]”, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca (=YCGK’ca) kabul edilmediği, ama bu kapsamda sonuca etkili görülmediği[74] müşahede edilmiştir.
Bu açıdan, iddianamenin kabulü tarihinde zamanaşımının kesileceğine ilişkin görüş[75] de genelde kabul edilmemiş olmaktadır.
Ayrıca, yasal hüküm başkaca bir ayrıntıya yer vermediğinden, ve dahası -mahkemeye gelen evrakların kayıtları idari bir iş olduğundan; bence mahkemenin, -kalemine- kaydı yapılmamış bir iddianameyi kabul etmesi dava dava zamanaşımının kesilmesine vesile olacaktır.[76]
2.3.6. Sanıklardan biri veya bir kısmı hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş olması
2.3.6.1. Yasal hükmün gelen anlam ve kapsamı ve beraat kararları bakımından etkisi
Yasal hükümde, “dava zamanaşımının kesilmesinin suç ortaklarına sirayeti yönünden, fiili esas alan nesnel [objektif] ölçütün geçerli olduğu açıkça vurgulanmıştır.”[77] Bu noktada, mahkûmiyet kararlarının sanığa tebliğ edilmesi ya da tefhimi gibi şartların aranmasına da gerek yoktur.[78] Bu durumda kişiler hakkında verilen mahkûmiyet kararının kendileri için, kararın verildiği tarihten itibaren dava zamanaşımının kesilmesine sebep olacağında tereddüt yoktur. Diğer açıklamalarım şöyledir:
Sanıklardan bir kısmı hakkında mahkûmiyet kararının verilmiş olmasının, dava zamanaşımını kesici etki doğurması için, “suçun birlikte işlenmesi” yeterli olup bu deyimden sadece, TCK’daki “iştirak” hükümleri anlaşılamaz.[79] Çünkü yasal hükümden bir suçunun herhangi bir şekilde veya derecede iştirak hükümleri kapsamına[80] girmeyen şekillerdeki birlikte işlenmesinin de yasal kapsama gireceği anlaşılmaktadır. Bu Yasal hüküm gereğince, iştirak hükümlerine tabi olmayacak şekilde -ama- “birlikte işlenen” suçlarla ilgili olarak, sanıkların birisi veya bir kısmı hakkında verilecek mahkûmiyet kararı, dava zamanaşımının karar tarihinden itibaren diğerleri için de kesilmesine yeterli sebep olarak görülmelidir.
Birden fazla sanıklı suçlarda sanıklardan biri ya da bir kısmı hakkında, yanlışlıkla dava zamanaşımının sebep gösterilerek verilen düşme kararının diğer sanıklara etki etmeyeceği[81] de söylenmelidir.
2.3.6.2. Dava Zamanaşımının kesilmesi sebebi olacak mahkûmiyet kararları ve konuya ilişkin değerlendirme
Yasal hükme göre, ayrım yapmaksızın verilen tüm mahkûmiyet kararları dava zamanaşımının kesilmesi sebebi olabilecektir. Uygulama ve yasal hükmü yorumlamada bu yönde bir ittifak müşahede edilmektedir.
Tek başına veya birden fazla sanığın birlikte işledikleri iddiasıyla açılan davalarda, sanık ya da sanıkların bir kısmı ya da tümü hakkında beraat kararlarının verilmesinin dava zamanaşımını kesmeyeceği,[82] bu hükmün mefhumu muhalifiyle tasrih olunmuştur. Keza yukarıda söylendiği üzere bozma kararlarının bizatihi kendilerinin de mahkûmiyet kararı olmayacağı malumdur. Buna karşılık:
Bozma kararlarıyla yerel mahkeme kararı kalktığından;[83] ve bir de, bozmadan sonra serbestlik ilkesi gereğince yerel mahkeme beraat dahil her türlü kararı verebileceğinden hareketle, bozmadan sonraki tüm kararların dava zamanaşımını keseceğini[84] düşünmek isabetli olacaktır.
Fakat bu noktada da bazı tartışmalar da yok değildir. Şöyle ki:
Örneğin, sanık hakkında verilen yereldeki derece mahkemelerinin kararlarının bozulmasından sonra; yerel mahkemece konuyla ilgili olarak tekraren verilecek mahkûmiyet içeren bir (yeni ya da direnme şeklindeki) kararı, fikrimce belli bir şartla zamanaşımını kesici etkide görülebilecektir. Buna göre fikrimce, bu yerel mahkeme kararı mahkûmiyeti ilkine göre ağırlaştırma ya da hafifletme şeklinde değiştirmedikçe; ilkinden farklı ve bu anlamda “yeni” bir mahkûmiyet kararı anlamına gelmeyecektir. Dahası, sadece ilkinin teyidi gibi bir içerikte görülebilecektir.
Bozma kararından sonra verilen yerel mahkeme kararı, ilkindeki mahkûmiyet kararında hiçbir değişiklik yapmayıp da, sadece bir kısım usul eksikliklerini giderici mahiyet taşıdıkça, yine fikrimce dava zaman aşımını kesmeyecektir.
Diğer taraftan, aleyhe bozma yasağının söz konusu olduğu haller, yerel mahkemeyi de bağlayabileceği için, bozmadan sonra serbestlik ilkesinin bu kapsamda kayıtlanabileceği de malumdur.
2.3.6.4. Mahkûmiyet kararlarının dava zamanaşımının kesilmesine etkileri bakımından değerlendirme
Mahkûmiyet kararları, verildikleri tarihten esas alınarak zamanaşımını kesici etki göstereceklerdir. Bunların etki göstermeleri için kesinleşmiş olmaları (kaydıyla verildikleri ya da kesinleştikleri tarihten itibaren sonuç doğurmaları) gerekmeyecektir.
Buna karşılık: doktrindeki bir kısım görüşler; mahkûmiyet kararlarının dava zamanaşımını kesici etkisini, kesinleşmeleri şartına bağlı tutulmaktadırlar.[85] Mahkûmiyet hükmünün infaz edilebilir ya da yürütülebilir şekilde sonuç doğurucu etkisini ve Anayasal anlamını, ancak kesinleşmesiyle kazanacağı söylenebilir. Bu doğrultuda, mahkeme kararlarının, kanun yollarında onaylanma ya da kanun yoluna gidilmeyen hallerde bunun süresi geçtikten sonra kesinleştikleri malumdur.
Hal böyle olsa da; Yasal hüküm “kesinleşme” gibi bir tafsilâta yer vermemektedir. Diğer taraftan, kesinleşme, kararın muhatap aldığı sanık yönünden yargılamanın sona ermesi anlamına gelecektir. Böylece, haklarında aynı olayla ilgili beraat kararı verilen ya da henüz bir karar verilmeyen sanık ya da sanıkların, yargılanmaları sırasında mahkumiyeti kaldırıcı yeni bir durumun ortaya çıkması halinde; bu durum, ancak “yeniden yargılama” ve “yargılamanın yenilenmesi (=iadei muhakeme) kapsamına girebilecektir. TCK’nın 66/5 maddesi “yeniden yargılama” gerektiği halleri, konumuz açıdan ayrıca düzenlediği için, kesinleşmiş kararlar burada incelediğimiz kapsama girmezler. Konuyla ilgili 66/5. maddenin geçerli olması da aşağıdaki izahat çerçevesinde söz konusu olabilir.
Yasal hükümde yer alan mahkûmiyet kararının dava zamanaşımını kesecek etkisi için kesinleşmemiş olması gerektiği doktrinde ve emsal kararlarda benimsenmiştir.[86]
Bu sebeple, nihai olarak verilen kararın kesinleşmesini düşünmek, ceza adalet sistemi ile örtüşmeyebileceği için, TCK’nın 67/2-d maddesi kapsamına, sadece kesinleşmemiş mahkûmiyet kararlarının gireceğini kabul etmek zorunludur.
2.3.6.3. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (=HAGB) Kararları ve Dava Zamanaşımının Kesilmesi ya da durmasına ilişkin değerlendirme
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (=HAGB) kararı, infaza salih bir mahkûmiyet hükmü içermediği için, fikrimce incelemekte olduğumuz yasal hüküm kapsamına girmez. Eşdeyişle, sanıklardan birisi veya bir kısmı hakkında verilen -ve hükmün açıklanıp infaza salih hale gelmesini engelleyen- HAGB kararı dava zamanaşımının kesilmesi sonucu doğurmaz.[87] Çünkü doktrin ve yargı içtihatlarında[88] da kabul edildiği üzere; CMK’nın 231/8. maddesi, HAGB kararlarının, zamanaşımını kestiğini değil, durdurduğunu[89] belirtmektedir.
Bu “durma” halleri,[90] yasal hükümde açık bir belirtim olmadığından, suçun varsa diğer sanıklarına -onların her birisi hakkında da aynı yönde bir karar verilmedikçe- sirayet etmeyecektir.
Bu arada, doktrin ve emsal kararlarda ittifak edilen, HAGB kararlarının zamanaşımını durdurduğuna dair fikre, bir nokta itibarıyla tartışmalı bakılmasını gerektirebilecek bir husustan da söz edilmelidir:
HAGB kararlarının zamanaşımını durdurduğuna ilişkin olan ve CMK’ya 5560 sayılı kanunla eklenen 231/8. maddesi hükmünün kendi içinde bütünlük içerdiği söylense de; dava zamanaşımının durmasına ilişkin ibarenin, bu hükmün 2. alt paragrafında yer alması, “durma”nın sadece bu 2. alt paragraftaki hallere münhasır olduğu gibi bir izlenim uyandırmaktadır.[91]
Ceza davasında durma kararları verildiğinde hâkim dosyadan elini çekmemektedir. HAGB de bu açıdan hükmün açıklanması ve infazının durması anlamına gelmektedir. Kesinleşmiş HAGB’nin etkisi, HAGB’ye hükmeden mahkeme usul ve şartları dairesinde hükmün açıklanmasına ilişkin yeni bir karar verip,[92] bu kararı tebliğ ya da tefhim ettiğinde; veya böyle bir usule gerek olmayan hallerde HAGB kararının üzerinden 5 yıllık süre geçtiğinde sona erecektir.[93]
Yasal hükümlerin değerlendirilmesine göre; “hükmün açıklanması”, HAGB kararındaki mahkûmiyet hükmünü değiştirmediğinden, yasal netleştirme olmadığı sürece, dava zamanaşımını kesmeyeceği de düşünülebilecektir. Gerçi bu hükümler Anayasa Mahkemesince (=AYM’ce) iptal edilmiş[94] ve bu kararın yürürlüğe girmesi için de süre verilmiştir. İptal edilen ve -bu süre sonunda yürürlükten kalkacak- yasal hükümler yerine yapılacak düzenlemelerin yukarıdaki tereddütlü durumları kaldırıcı şekilde yapılmaları isabetli olacaktır.
2.4. Tekrar yargılama yapılması hali
2.4.1. Yasal hüküm ve kazanılmış hak açısından durum
TCK’nın yukarıda değinilen 66/5. maddesine göre: “Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.” Bu hükmün uygulanmasına ilişkin şu hususlar belirtilebilir:
Bu hükmün, kazanılmış haklarla bağdaşıp bağdaşmadığı tartışılabilecek olup; dava zamanaşımı geçtikten sonra bir mahkûmiyet kararı bile yukarıda söylendiği üzere “yok hükmünde” görülmeliyken; bu konuda yeniden ve tekrar bir yargılamanın söz konusu edilmesi, bu konudaki kazanılmış haklarla bağdaşmaz.[95]
Bu yasal hükme göre, mahkemenin kabul kararı ile yeniden başlayacak sürelerin hesaplanmasında, yine TCK’nın 66/1 ve yukarıda tüm başlıkları incelenen 67/2. ve müteakip fıkralarının esas alınması gerekecektir. TCK’nın 67/1. maddesindeki durma sebepleriyle ilgili usuller de haliyle geçerli olacaktır. Konuya ilişkin kanun teklifinin 8. madde gerekçesi de bu sonuçları çıkarmaya elverişlidir.[96]
Yasal hükümden de anlaşılacağı üzere yeniden yargılamanın dava zamanaşımını yeniden başlatması için, usule uygun bir talebin mahkeme tarafından kabul edilmesi; buna ilişkin olarak da “kabul kararı”nın verilmesi gerekir. Mahkemenin kabul kararından maksat, tensip tutanağı ile eşzamanlı olmaması halinde gerek süre sonunda iade edilmemek gerekse ayrıca bir kararla “iddianamenin kabulü” şeklinde anlaşılması mantıklı görünmektedir.
Dava zamanaşımının yeniden işlemeye başlamasına elverişli bu yasal hüküm, sadece yargılamanın yenilenmesine ilişkin değil;[97] yeniden yargılama kapsamına girecek tüm konular için de geçerlidir.[98]
“Yeniden yargılama” yapılması, mutlak suretle önceden bir yargılama yapılmış olmasını gerektirir. Bir konuda yeniden yargılama, önceki yapılmış bir yargılama sürecinin kesin olarak bitmiş olmasını gerektireceği için; derece mahkemelerinde (ve dolayısıyla, ilk derece, istinaf ve temyiz mahkemesinde) devam eden davalar, kesin bir kararla sona erdirilmedikçe, “yeniden yargılama” kapsamına girmezler.
Örneğin Yargıtayda bozma kararından sonra davanın yerel mahkemesinde yapılan yargılaması, devam eden yargılama olup, “yeniden yargılama” kapsamına girmez. Ancak örneğin AYM’nin bireysel başvuru kararlarına göre yerel mahkemelerde yapılan yargılamaların yeniden bir yargılama olduğunu kabul etmek gerekir:
AYM’ye bireysel başvuru, “esasen” kesinleşmiş kararlara karşı yapılır. -Yargılamanın uzaması dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesi ve diğer sebeplere müsteniden- bireysel başvurularda, yapılan yargısal denetim, konuya sadece hak ihlalleri kıstasıyla yaklaşıldığı da düşünüldüğünde derece mahkemesi yargılaması anlamında görülemez.
Her halükârda, bu süreçte de konuya ilişkin 66/5. maddenin nazara alınabileceği düşüncelerinden doğabilecek tartışmalar, yasal açıklıkla giderilmelidirler.
2.4.2. Kanun yararına bozma ve kovuşturmaya ya da soruşturmaya yer olmadığı kararları
Doktrindeki görüşlere göre, 66/5. madde, kesinleşmiş kararlarla ilgili olduğundan, kanun yararına bozma ve nihayetinde olağanüstü kanun yollarının dava zamanaşımının yeniden başlatıcı dayanağını teşkil etmektedir.[99] Ceza davasından istinaf ya da temyiz süreçlerinde itiraz yolunun, istinaf ya da temyizde ceza dairelerince verilen kararlara karşı yapılmakta ve CMK’nın 308 ve 308/A maddelerinden, bu usulün kesinleşmiş kararlar için söz konusu edilmediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple bu usulde yeniden yargılama gibi bir usulden bahsedilemeyecektir.[100] Zinhar acele itiraz yolu dediğimiz bu yolun dava zamanaşımının dolmasına rağmen işletilmesi amaçlanacaksa, bu yönde ve bir yasal hüküm gerekecektir.
Diğer taraftan, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlere karşı kanun yararına bozma usulünü işletmek mümkündür.
Yalnız, kanun yararına bozma hali, kararın kesinleşmesinden sonra yapıldığı için, süre yeniden başlamış kabul edilecektir.[101] Bu durumda yapılan işlemler “yeniden yargılama” deyiminin kapsamında değerlendirilebilecek nitelik arzetmektedir. TCK’nın 66/5. maddesindeki yeniden yargılama deyiminin geniş anlamda kanun yararına bozmayı da kapsaması gerekecektir. Yapılan yargısal denetim sürecinin kesinleşmiş bir karar için işletilebilmesi, aranan yasal dayanağı TCK’nın 66/5. Maddesinde bulmayı mümkün kılmaktadır. Çünkü, bu anlamda yargısal denetim için başvuru ve bilhassa yargısal usullerle yapılacak denetim, doğrudan doğruya “yargılama” kapsamında görülebilecektir.
Burada özellikle belirtmek gerekir ki, kanun yararına bozmada yapılacak yargılama, ele alınmamış konular ya da hukuka aykırılıkların belirlenmesi amacına yönelik olmazsa, non bis in idem (=bir suçun iki kez yargılaması olmaz) ilkesi ile “çelişme”den bahsdilebilecek; bu ilkeye aykırılık taşıyacak kapsamda yeniden yargılama söz konusu olmayacaktır.
Diğer taraftan hukuk sistemimizde, temyiz aşamasında adli ya da idari yargı açısından, kanun yollarında olay yargılaması yapılmaz; kararın hukuka uyguluğu denetlenir.[102]
Ceza davasında da işletilecek usul “temyiz olduğu için, sadece karar veya hükümde ‘hukuka aykırılık’ varsa, bu yola gidilebilir.”[103] Dolayısıyla bu süreçte yargılama tekrar etmekten ziyade, esasta karar ve karardaki hukuka aykırılıklar denetlenmektedir.[104]
Yalnız, kabul etmek gerekir ki, hükümlü aleyhine olabilecek sonuçları itibarıyla yargılamanın yenilenmesi de olağanüstü kanun yolları da aleyhe bozma yasağı kapsamında görülmelidirler. Bu kapsamda örneğin “zamanaşımı lehe yenileme dâvasının açılmasına, açılmışsa yargılamanın yapılmasına engel olmaz.”[105] görüşünün de benimsediğini müşahede ettiğimiz, aleyhe bozma yasağı kapsamındaki olağanüstü kanun yolu usullerinin zamanaşımının istisnası olmaması gerekeceği hususu, kanaatimce tutarlı görünmektedir.[106] Sadece sanık lehine yargılamanın yenilenmesi talebinin zamanaşımı kaydına tabi olmayacağına dair görüş[107] de burada ayrıca zikredilmelidir.
Cumhuriyet Başsavcılıklarınca verilen “soruşturmaya ya da kovuşturmaya yer olmadığı” kararlarının, bunlar bir yargılama olmadıkları[108] için, yargılamada bir evre olsa da zamanaşımını kesmeyecekleri[109] söylenmelidir. Yasal hükümde (67/1-c), sadece iddianamenin dava zamanaşımının kesilmesine sebep olduğu yönündeki ifadelerin mefhumu muhalifinden de, soruşturmaya ya da kovuşturmaya yer olmadığı kararlarının, dava zamanaşımının kesilmesine etkili bir sebep olarak görülemeyecekleri anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda hakkında yapılan ve soruşturmaya ya da kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen bir eylem dava zamanaşımına girmişse, bunun “yeniden soruşturma”sına ilişkin bir yasal dayanak bulunmamaktadır. Yeniden yargılama, yargılamanın yenilenmesi ve tekrar yargılama yapılacak halleri düzenleyen yasal hükümlerde, yeniden soruşturma halleri gibi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Yargılama kavramının, günlük dilde ve CMK’da, “soruşturma”dan ziyade kovuşturma süreciyle ilişkilendirilmesinin de burada; konumuzla ilgili olarak, yargılamanın soruşturmayı kapsamayacağı düşüncemizi haklılaştırıcı fonksiyonu vardır.
Şu hâlde “soruşturmaya veya kovuşturmaya yer olmadığı” kararları verilmiş bir olayla ilgili olarak soruşturmanın yenilenmesi, dava zamanaşımının geçmemiş olması şartına bağlı olacaktır.
Bu noktada boşluğun varlığının düşünülmesi halinde bunun yukarıda odaklanılan tartışmalı noktaları giderecek şekilde ve kanunla düzenlenmesi isabetli olacaktır.
3. Dava Zamanaşımının Suçlar İçin Öngörülen Yasal Sürenin Yarısına Kadar Artırılması
3.1. Dava zamanaşımının uzaması bakımından yasal hüküm ve işlevi
TCK’nın, 67/4. maddesine göre “kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.”
Dava zamanaşımının kesilmesi sebepleri ve bu hüküm TCK tasarısının, Türkiye Büyük Millet Meclisi (=TBMM) Genel Kurulundaki görüşmeleri sırasında maddede değişiklik teklifinin kabulü ile kanunlaşmıştır. Bu hükümle konulan zamanaşımı süresi olağanüstü ya da alternatif; TCK’nın yukarıya alınan 66/1. maddesindeki süreler, “olağan süreler” ya da “asli süreler” olarak vasıflandırılabilir.
TCK’nın 67/3. maddesinde yer alan:
“Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.”
Hükmü de aynı teklifle kanunlaşmıştır. Kesilme hallerine ilişkin düzenlemelere yer verilen teklifin amacı, ceza adalet sisteminde dava zamanaşımının, bu süresi dolacak derdest davalarda kesilme usulleri ile uzamasının hedeflendiği belirtilmektedir.[110]
Dava zamanaşımının en fazla yarısı oranında artırılabilmesi hükmüyle TCK’nın kesilme hallerinde yeniden başlayan sürelere nihai bir sınır koyduğu görülmektedir.[111] Dolayısıyla bu artırım hükmünün, Kanunun kesilmelerle başlayan sürelere koyduğu sınır olarak görülmelidir.[112] Daha açık bir ifadeyle, bu mutlak süre, zamanaşımının, her bir kesilmeyle yeniden başlayarak uzamasının, kanunla öngörülen hadden fazla olmamasını içeren nihai ve mutlak zamanaşımı süresi olmaktadır.[113]
Böylece her bir suç için konulan mutlak dava zamanaşımının, olağan dava zamanaşımının (toplamda) 1,5 mislinden fazla olamaması gerekecektir.[114] Bu “olağanüstü dava zamanaşımı” süresi ile, dava zamanaşımının, her bir kesici işlemle yeniden başlayacak şekilde uzamasından doğacak devamlılığın, sanık aleyhine olacağı gibi kamu vicdanına aykırı görülebilecek sonuçları engellenmiş olmaktadır.
3.2. Dava zamanaşımının uzamasıyla ilgili hükmün uygulanışının somutlaştırılması
Yasal hükümle, sıklık sınırı olmaksızın her yeni bir kesilmeden itibaren silbaştan başlayacak dava zamanaşımının,[115] yasal nihai süreden daha fazla uzamaması amaçlanmış olmaktadır. Böylece, yasal hükümde “mutlak dava zamanaşımı”nın, suçun işlendiği tarihten itibaren (o suç için) öngörülen olağan zamanaşımı süresinin, yarısı kadar artırılmasıyla bulunacak süre olacağı açıklanmış olmaktadır.
Bu doğrultuda, olağan dava zamanaşımının, mutlak süreyi öngören olağanüstü dava zamanaşımı sürelerini uygulamaya nazaran, önceliğe sahip olduğu[116] düşünülebilir. Fakat somut bir olayda dava zamanaşımının varlığı için, hesaplanacak sürenin, olağanüstü ya da olağan dava zamanaşımının öngördüğü sürelerden birisine uyması yeterlidir, davanın düşmesi ya da soruşturmaya son verilmesi için yeterlidir.
Örnek:
01.01.2010’da işlenen ve 8 yıllık dava zamanaşımı öngörülmüş olan bir suç için, soruşturmaya başlanmasından itibaren 7.; suç tarihinden itibaren de (01.01.2019’da yani) 9 yıl sonra verilen mahkûmiyet kararı istinaf edilmiş olsun. İstinafta yerel mahkeme kararındaki mahkumiyeti azaltan veya artıran yeni bir karar[117] da suç tarihinden itibaren 11 yıl sonra 01.01.2021’de verilmişse; suç tarihinden itibaren dolması gereken olağanüstü zamanaşımı süresi dolmadığı için, 8 yıllık olağan zamanaşımı süresi silbaştan yeniden başlayacaktır. Dikkat edilirse böylece olağanüstü zamanaşımı süresi sö konusu olmazsa, toplam dava zamanaşımı süresinin sonu, adeta 02.01.2025’den yani 15 yıldan fazla bir zaman aralığına uzayabilecektir.
Ama TCK bu konuda 8 yıllık olağan dava zamanaşımı öngördüğü bir suç için, en fazla, suç işleme tarihine göre 01.01.2022 itibarıyla 12 yıllık mutlak dava zamanaşımının dolması süresi öngörmüş olmaktadır. Dolayısıyla istinaf kararının temyizi sürecinde, karar tarihi üzerinden örneğin 2 yıl sonra örneğin 05.01.2023’de verilecek karar; suç tarihi üzerinden 12 yıllık süreden fazla süre geçmiş olacağından, -ve fikrimce şayet CMK’nın 223/9. maddesi gereğince 303/1-a hükmünün ilk yarım cümlesine göre beraate hükmedilmezse,- dava zaman “aşımı”ndan dolayı “düşme kararı” olmalıdır.
Bu karmaşık örneklemenin de özeti şudur:
Bir suçta zaman aşımının her bir kesilmesi halinde yeniden ve silbaştan başlayacak süreler hesaplanırken, önce “olağan dava zaman aşımı süreleri”, sonra da “olağanüstü dava zamanaşımı süreleri”ne göre ayrı ayrı kontrol yapılacaktır. Bunlardan “olağan dava zamanaşımı” devam etse bile, “olağanüstü dava zamanaşımı süresi” dolan; eşdeyişle bu süreyi aşan yargılama hakkında beraat kararı verilmezse mutlaka düşme kararı verilecektir.
Süreler yukarıdaki usullerle hesaplanırken, dava zamanaşımı olağan veya olağanüstü dava zamanşaımı süreleri hesaplanırken, varsa zamanaşımı durduran ve yukarıda değinilen süreler nazara alınmayacaktır.[118]
Diğer bir anlatımla:
Yasal hükümlerden ve YİBK’nın kararı[119] birlikte değerlendirildiğinde:
1-) Yasal hükümler, dava zamanaşımının bir ya da birkaç kez kesilmesi halinde, dava zamaşımını mutlak suretle olağanüstü dava zamanaşımına tabi tutar şeklinde anlaşılamaz.[120] Dolayısıyla böyle bir usul ve mecburiyetten bahsedilemez.
2-) Dava zamanaşımının kesilmesini gerektiren en az iki sebebin varlığı halinde, son iki kesilme sebebi arasındaki sürede, asli, olağan dava zamanaşımının dolması davanın düşmesini öncelikle gerektirecektir.[121] Nitekim emsal bir kararda, sanıkların Mahkemece savunmalarının alındığı tarihten sonra zamanaşımını kesen başka bir işlem yapılmadığı için konuyla ilgili olarak yerel mahkemenin suç tarihinden itibaren 11 yıl sonra verdiği karar, 8 yıllık süre aşıldığı için zamanaşımına girdiğinden bahisle bozulmuştur.[122]
3-) Son kesilmeden dolayı silbaştan yeniden uzayan asli, olağan dava zamanaşımının dolmadığı hallerde bile, -dava zamanaşımının suç tarihinden itibaren en fazla yarısına (diğer bir deyişle 1,5 misli[123]) kadar uzayabileceği- olağanüstü dava zamanaşımının dolması, yine davanın düşürülmesini gerekecektir.
3.3. Yasal hükümdeki “kesilme halinde” deyiminin olağanüstü dava zamanaşımının uygulanmasına etkisi bakımından değerlendirme
TCK’nın 67/4. maddesi lafzından dava zaman aşımının, kesilme halinde yarısına kadar uzaması için bir kez de olsa kesilmenin yeterli olduğu gibi bir anlam çıkmaktadır.
Hal böyle olsa da:
TCK’nın 66/1. maddesi her bir suç için ceza türleri ve sürelerine göre belirlenecek dava zamanaşımının sürelerini öngörmüştür. TCK’nın 67/3. maddesinde, Kanunda yer alan her bir kesme sebebinin oluşması halinde dava zamanaşımının süre olarak yeniden başlayacağı açıklıkla ve hemen bir üst fıkrada kabul edilmiştir. Kanun koyucunun TBMM Genel Kurulunda kanuna eklediği bu iki fıkranın birisi diğerinden sonra geldiği için, sonraki fıkrada, yukarıdaki anlam amaçlanmış olamaz.
Aşağıda açıklanmış olmakla birlikte, burada belirtilmelidir ki; bir yasal hükmün anlamını bulurken yapılacak yorumlamada; yasal hükümlerle gözetilen hukuki yarar ve temel hakların sınırlandırmalarının kişiler lehinde dar yorumlanması gibi usul ve kaidelere uygun hareket edilmelidir. Yasal hükümlerin sistematik yorumu usulü nazara alındığında, TCK’nın konumuz olan 67/4. maddesi, bu konuya özgü ve daha özel hüküm niteliğinde olan 67/3. maddesini işlevsiz kılacak şekilde yorumlanamaz.
Hukukta bir hüküm diğer hükümlerle uyumlu yorumunun[124] imkânsız olduğu hallerde birisinin diğerini zımnen ilga ettiği (=kaldırdığı) düşünülebilir. Burada ise, uyumlu yorum, 67/4. maddeyi 67/3. maddenin kapsamı dışındaki kesilmelere inhisar ettirmeyi (≈sınırlamayı) gerekli kılmaktadır. 67/4. Maddedeki hüküm 67/3. maddedeki hükme göre istisnai olup, bu yazıda değinildiği üzere isitsnai hükümler dar yorumlanacaklardır.[125] Bu durumda, anılan 67/4. maddedeki –“kesilme halinde” diye başlayan- hüküm; 67/3. maddede düzenlenen, kesilmelerin olağan zamaşımını aşmaması halinde, bir de suç tarihinden itibaren olağan zamanaşımını aşması halinde dava zamanaşımının yine aşılmış olacağı şeklinde yorumlanmalıdır.
YİBK’nın anılan kararında, “müruruzamanı kesen muamelelerin taaddüdü halinde en sonuncusundan itibaren ayni günde başlayan müruruzamanı bu muameleler 102. maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetin yarısının ilavesiyle baliğ olacağı miktardan ziyade uzatamayacağı”[126] ibareleri burada konuyu desteklemiş olmaktadır. Yine anılan 67/4. maddedeki “en fazla yarısına kadar uzar” ifadeleri de bu yorumu desteklemekte ve doğrulamaktadır.
3.4. Dava zamanaşımının “en fazla yarısına kadar uzayabilir” ifadesinin takdir yetkisi verip vermediği bakımından değerlendirilmesi
Dava zamanaşımının kesintiler olması halinde yarısına kadar uzayacağına ilişkin hükümdeki “en fazla yarısına kadar uzayabilir” ibaresinin, -bu hükmü uygulayacak makamlara takdir hakkı vermekten ziyade- en fazla uzama süresinin son had olarak olağan sürelere yarısı eklenerek bulunabileceğini anlatmak için kullanıldığı söylenebilir. Yoksa, bu hüküm “en fazla yarısına kadar olmak kaydıyla takdir edilecek bir süre ile uzayabilir” diye anlaşılmamalıdır.[127]
Zamanaşımında ceza tehdidini azaltmak ya da çoğalmak sonucu doğuracak şekilde dolaylı değişikliklerin, geçmişe yürürlük sonucu oluşturabileceği gibi cihetlerle hukuka aykırı görülmesi gerekeceği[128] hususu nazara alındığında; yukarıda anılan şekilde bir takdir yetkisinin mahkemelere verilmiş olacağını kabul etmek de mümkün olmayacaktır. Yargılamada kişiler için değişik dava zamanaşımı süreleri öngörmeye müteallik bir takdir yetkisi insan haklarına ve eşitlik ilkesine de uymaz.
Dolayısıyla hüküm, dava zamanaşımının, kesildiği her durumda, yeniden başlayacak şekilde uzamasının, ilgili her bir suç için, işlenme tarihinden itibaren, Kanunda öngörülen sürenin yarısını geçemeyeceği[129] şeklinde yorumlanmalı; böyle anlaşılmalıdır.
Bu açıklama itibarıyle: “Dava zamanaşımını kesen birden fazla neden varsa, zamanaşımı sonuncu nedenden itibaren işlemeye başlar (TCK. m.67, f.3). Ancak dava zamanaşımı süresi, TCK. nun 66.maddesinde yazılı sürelere, bu sürelerin yarısının eklenmesi ile bulunan miktardan fazla olamaz (TCK. m.67, f.4).”[130]
Ve dolayısıyla, bu süre, takdir yetkisi gibi bir yetki gerekçe gösterilerek farklı uygulamalara sebebiyet vermeyecek şekilde belirlenmelidir. Bu anlamda olağanüstü dava zamanaşımı, “asıl sürenin birbuçuk misli, kesilme sebepleri ne kadar çok olursa olsun sürenin en çok uzayabileceği bir haddir.”[131] şeklinde tespit olunmalıdır.
Tüm bunlara göre, olağanüstü dava zamanaşımının, usul ve şartlara uygun olarak uygulanması kaydıyla kanunda belirtilen en üst süreye uzayacak şekilde anlaşılmalı; hükmün yine de, takdir yetkisine elverişli anlaşılabilecek yönü de kanunla düzeltilmelidir.
4. Sonuç Yerine: dava zamanaşımının kesilmesine ilişkin uygulanmada yasal belirsizliklerin giderilmesi sorunu
Yukarıda anlatılanlardan, dava zamanaşımının kesilmesi hallerine ilişkin uygulamalarda bir kısım sorunlar ortaya çıktığı görülmektedir.
Bir kere, çağdaş ceza hukukunun vazgeçilmez prensibi olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, hukuk devletinde en önemli güvence ve masumiyet karinesinden doğan hakkın dayanağıdır.
Hukuk devletinin en önemli gereklerinden birisi hukuk güvenliğinin tesis edilmesidir. “Hukuk güvenliği, hukuk kurallarının uygulanacağına, herkes tarafından bilinebileceğine, hukukun bireyleri koruyacağına, devlet gücünün kullanılmasının sınırlanmasına işaret eder.”[132]
Hukuk güvenliğinin garanti ettiği en önemli faktör olan hukuki belirlilik[133] ve öngörülebilirlik,[134] bilhassa ceza adalet sisteminde, yasal hükümlerin hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık, net ve anlaşılabilir olmasını mecburi kılmaktadır.
Kaldı ki bu usul, temel hakların sınırlanmasını istisna olmasının; sınırlamanın istisna olması sebebiyle dar yorumlanmasını,[135] ve bilhassa sınırlayıcı yasal hükümlerdeki belirsizliklerin özgürlükler lehine yorumlanmaları[136] mecburiyetlerinin de, hem bir gereği hem de bir sonucu olmaktadır.
Diğer taraftan, ceza adalet sisteminde, yasal hükümlerin yorum farklılıklarına sebebiyet vermeleri durumunda, belirsizlikler bir şüphe niteliğini içeriyorlarsa, sanık lehine yorum esas alınmaktadır. Burada şüpheden maksat da hukukun genel teorisinde yer alan, kuralların anlamlarını bulma tekniği olan yorumlarına rağmen açıklığı ve anlaşılabilirliğini koruyamayış bakımından belirsiz kalmaları olarak düşünülebilir. Bir konuda belirlilik ve öngörülebilirlikte de açık ve net bir anlaşılabilirlik olmayışından doğacak belirsizlikler, şüphe bağlamında yine sanık lehine olacaktır.
Bu sebeplerle kanaatimce dava zamanaşımının kesilmesi ile ilgili olarak yukarıdaki açıklamalarda yer alan tüm sorun açıklana şu hususların daha açık bir şekilde düzenlenmesi ve düzeltilmesi gereklidir.
1-) Olağanüstü zaman aşımının, dava zamanaşımının kesilmesini yeterliymiş gibi anlatan yasal hüküm, bir davada ya da soruşturmada kesilmelerle ya da kesilme olmaksızın uzayan sürenin, olağan veya olağanüstü zamanaşımından birisini aşması halinde davanın düşeceği şeklinde değiştirilmelidir.
2-) Yine olağanüstü zamanaşımının, olağan zaman aşımı sürelerinin en fazla yarısına kadar uzayabileceği şeklindeki Yasal hüküm yazılışından kaynaklanacak bir takdir yetkisine elverişliliği kaldırılacak şekilde yeniden düzenlenmeli; bu doğrultuda “uzayabilir” şeklindeki hüküm, “uzar” şeklinde tadil edilmelidir.
3-) Dava zamanaşımının kesilmesine vesile olarak gösterilen her bir işlemin tekrarlarında; bunların önceki işlemlere göre yeni bir hukuki değişiklik içermedikleri sürece, dava zamanaşımını kesici etki oluşturmayacakları kanunla ifade edilmelidir.
4-) Kanunda, iddianamenin dava zamanaşımının kesilmesine etki etmesi bakımından, kabulü şartıyla düzenlendiği tarihi esas alacak bir düzenleme yapılmalıdır.
5-) Kanunda dava zamanaşımının kesilmesi sebeplerinin, örneğin iddianamenin ya da mahkumiyet kararının taraflara tebliği gibi şekillerde, tebliğ veya başkaca bir işlemi gerektirmeleri halinde etkili olacakları tarih, kesme işleminin tesisinden ya da tebliğ gibi işlemlerin yapıldığı tarihten itibaren etkili olacaklarına da kanunla açıklık getirilmelidir.
6-) Kanun yararına bozma başvurusu ve yargısal denetiminin dava zamanaşımının geçmesinden sonra yapılması ve soruşturma işlemlerinin de dava zamanaşımının geçmesinden sonra tekrarlanacak olmaları, kanunla açık yasal dayanağa kavuşturulmalıdır.
Dikkat :
1-) Bu makalenin, yasalara uygun şekilde kaynak gösterilip atıf yapılarak kullanılması hariç, rızamız ve iznimiz alınmadan başka yerlerde yayımlanamayacağını ve kullanılamayacağını hatırlatmak isteriz. Bu hususta Yasal Uyarı sayfasını da kontrol edebilirsiniz.
2-) Bu makaleye atıf yapılması halinde:
R. Cengiz Derdiman, “Dava zamanaşımının ceza davasında kesilmesi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..Şeklinde kaynak gösterilmesi gerekmektedir.
3-) İznimiz ve rızamız alınması kaydıyla diğer kullanımlarda da mutlaka: Kaynak: R. Cengiz Derdiman, “Dava zamanaşımının ceza davasında kesilmesi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..
Şeklinde kaynak gösterilmelidir.
Dipnotlar ve atıflar
* rderdiman@hukukiyaklasim.com
[1] Derdiman, R. Cengiz, İdarî Yargının Genel Esasları, 3. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2014, s. 191.
[2] Derdiman, R. Cengiz, Hukuk Başlangıcı, 5. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2015, s. 194.
[3] Derdiman, Hukuk Başlangıcı, s. 195.
[4] Derdiman, İdarî Yargının Genel Esasları, s. 191, 192
[5] Dava açma gibi yukarıda değinilen sürelerin geçirilmesi halinde aşırı şekilci davranmamak gerektiği noktasında emsal kararlar mevcuttur. Örneğin: AYM Genel Kurulu, Başvuru Numarası: 2014/6673, 25/7/2017, § 67.
[6] Benzer görüş: Roxin, Claus-Luis, Greco, Strafrecht Allgemeiner Teil Band: I, Verlag C.H.Beck oHG, München, 2020, s. 1174.
[7] Yavuz, Hakan, “Türk Ceza Hukukunda Dava Zamanaşımı ve Olağanüstü Kanun Yolları İle İlişkisi”, Adalet Dergisi, 2021/1 sayı: 66, ss: 497-542, s. 513.
[8] Roxin-Luis, 246, 247.
[9] Devletin genel teorisi açısından bakıldığında; Cezalandırma yetkisinin devlete ait tekel olduğu ve hak ve hürriyetler karşısında devlet iktidarının sınırlandırılmasının çağımızda önemli bir konuma sahip olduğu söylenebilir. Geniş bilgi: Dinler, Veysel, Devletin Suç İhdas Etme ve Cezalandırma Yetkisinin Sınırı, Doktora tezi, Süleyman Demirel ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Isparta, 2013, s. 26 ve devamı.
[10] Satzger, Helmut “Die Verjährung im Strafrecht” Jura Heft 6/2012, s. 434.
[11] Toroslu, Nevzat, Ceza Hukuku 4. Baskı, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2283 Açıköğretim Fakültesi Yayını, Eskişehir, 2014, s. 104; Gropp, Walter, Strafrecht Allgemeiner Teil, 4., ergänzte und terminologisch überarbeitete Auflage, Springer-Verlag Berlin Heidelberg, 2015, s. 16. Keza, zamanaşımı süresince sanık veya şüphelinin vicdanen ızdırap duyarak zaten etkileneceği; aradan geçen zaman içinde suçun etkisinin unutulacağı; zamanaşımı süresi içinde yeniden suç işlemeyen failin uslanmış kabul edilebileceği ve bu süre içinde insanların psikolojik olarak değişebilecekleri gibi temellendirmeler de bu kapsamda ileri sürülmüş görüşlerdir. Bakınız: Yavuz, s. 499-501 ve ayrıca dipnotları: 5-12’de atıf yapılan kaynaklar.
[12] Ersoy, Yüksel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, İmaj Yayınları, Ankara, 2002, s. 182.
[13] Noyan Erdal, Ceza Davası, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2007, s. 217, eserde atıf yapılan karar: Yargıtay Ceza Genel Kurulu (=YCGK), 2002/3-252 2002/388, 12.11.2002.
[14] Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kuruluna (=YİBK’ya) göre (Esas:1941/36 karar: 1942/15, 03.06.1942) dava zamanaşımı, verilen hükümde belirlenen miktara göre değil; suçun gerektirdiği cezaya göre belirlenir. Noyan s. 218.
[15] Benzer görüş: Satzger, s. 436.
[16] Bock, Dennis, Strafrecht Allgemeiner Teil, Springer-Verlag GmbH, Berlin 2018, s. 428
[17] Ercan, İsmail, Ceza Hukuku Genel ve Özel Hükümler, 6. Baskı, XII Levha Yayınları, İstanbul, 2011, s. 262.
[18] Koca, Mahmut – Üzülmez, İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2015, s.685.
[19] CMK’da iddianame düzenlenmeyen hallerde soruşturmanın -kategorik olarak- 1-) “soruşturmaya”, ya da 2-) “kovuşturmaya yer olmadığı” şeklinde iki tür kararla sona erdirilmesi öngörülmüştür. İkici karar, kamu davası açmayı gerektirecek yeterlilikte delil elde edilemeyişine yoğunlaşmaktadır. TCK’nın 66/1. maddesinde dava zamanaşımının geçmesi halinde “kamu davasının düşeceği” belirtildiği ve soruşturma safhasına ilişkin açık bir belirtimde bulunulmadığından; soruşturmada zaman aşımının tespit edilmesi halinde, kovuşturmaya yer olmadığı değil; “soruşturmaya yer olmadığı” yönünde karar vermek daha doğru olsa gerektir.
[20] Koca – Üzülmez s.681.
[21] Öztürk, Bahri-Erdem, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 20. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2020, s. 617.
[22] Benzer görüş: Ercan, s. 261. Yazarın bu konuda yaptığı atıf: Hafızoğulları, Zeki, “Dava ve Cezanın Sükutu”, Ceza Hukuku El Kitabı, Beta Yayınları, İstanbul, 1989, s. 501.
[23] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara,2021, s. 786.
[24] Yalnız, “kesin” ya da “etkili hüküm” niteliği taşımayacak işlemeler farklıdır: Yargıtay emsal kararında, (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2011/19-639 Karar: 2012/30, 01.02.2012, https://mevzuat.sinerjias.com.tr , 17.02.2024). hükmün açıklanmasının geri bırakılması (=HAGB) kararının, kesin hüküm niteliğinde olmadığından bahisle, hukuk hakimini zamanaşımı bakımından bağlamayacağına hükmetmiştir.
[25] Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2010, s. 610
[26] Kanun yıl, ay ve gün ölçütü getirmemiş; hafta, dakika ya da saniye gibi başka zaman ölçütlerine yer vermemiştir.
[27] Türk Ceza Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/593), https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c059/tbmm22059119ss0664.pdf, 17.02.2024, s. 26.
[28] Konuyla doğrudan ilgili olmamakla, ceza zamanaşımıyla ilgili olarak 5320 sayılı kanunun 15. maddesi de başka kanunlarda zamanaşımına ilişkin hükümler kapsamında zikredilmelidir.
[29] Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 15. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2013, s. 639
[30] Aynı yönde: Gökcan, Hasan Tahsin-Artuç, Mustafa, Türk Ceza Kanunu, Pratik- Açıklamalı, 7. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2022, s. 399; Öztürk-Erdem, s. 614.
[31] İçel, Kayıhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 2021, s. 808.
[32] Bakınız: yukarıda, dipnot: 27.
[33] Artuk, Mehmet Emin-Gökcen, Ahmet- Alşahin, Mehmet Emin Çakır, Kerim, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2019, s. 1069, eserde yapılan atıf: Kunter, Nurullah, Ceza Hukukunda Zamanaşımı (Yayınlanmamış Doçentlik Tezi), İstanbul 1946, s. 115 ve devamı
[34] Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2011, s. 772. Aksi görüş: Selçuk, Sami, Muhalefet görüşü, bakınız: YCGK, Esas: 1999/6-82 Karar: 1999/81, 27.04.1999 , https://mevzuat.sinerjias.com.tr 18.02.2024. Aynı karar: Özgenç, s. 772, 773.
[35] Nitekim aynı sonuca varan emsal kararlardan (YCGK, Esas: 1999/6-82 Karar: 1999/81, 27.04.1999 , https://mevzuat.sinerjias.com.tr 18.02.2024. Aynı karar: Özgenç, s. 772, 773) da işlemlerin diğer sanıklara sirayet etmeyeceği sonucuna, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunun (=MTCK’nın) 106. maddesini değerlendirmeden varıldığı anlaşılmaktadır.
[36] Örneğin: YCGK, Esas: 1999/6-82 Karar: 1999/81, 27.04.1999, https://mevzuat.sinerjias.com.tr 18.02.2024. (Aynı karar: Özgenç, s. 772, 773); YCGK, Esas: 2018/19-587 Karar : 2021/61, 02.03.2021, https://mevzuat.sinerjias.com.tr 18.02.2024.
[37] Şu halde: “Fail birden fazla suçtan dolayı sanık ise, her kesme sebebi, ait olduğu suç bakımından etkili olur.” Artuk ve diğerleri, s. 1069.
[38] Artuk ve Diğerleri, s. 1063.
[39] Aynı yönde: Strafgesetzbuch Leipziger Kommentar, Sechster Band §§ 69 bis 79b, 13., neu bearbeitete Auflage, Herausgegeben: Gabriele Cirener, Henning Radtke, Ruth Rissing-van Saan, Thomas Rönnau, Wilhelm Schluckebier Walter de Gruyter GmbH, Berlin/Boston, 2020, s. 638, 639.
[40] Örneğin: İçel, s. 808; Öztürk-Erdem, s. 616.
[41] “Müruruzamanı [=zamanaşımını] kesen muamelelerin taaddüdü [≈tekrarlı çokluğu] halinde en sonuncusundan itibaren ayni günde başlayan müruruzamanı …” YİBK, Esas: 1939/29 Karar: 1939/44, 09.03.1939 , https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 12.02.2024.
[42] Örneğin: Yargıtay Ceza Genel Kurulu (=YCGK) 06.12.2016 tarihli ve esas: 2016/3-34 karar: 2016/467 sayılı kararı, Nakleden: Gökcan-Artuç, s. 405; YCGK, Esas: 7-27, Karar: 1981/175, 11.5.1981, https://www.hukuki.net/ , 15.02.2024; Öztürk-Erdem, s. 614; Hafızoğulları, Zeki-Özen, Muharrem, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, U-S-A Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 527.
[43] Aynı kanaat: Gökcan-Artuç, s. 399.
[44] YCGK, Esas: 7-27, Karar: 1981/175, 11.5.1981, https://www.hukuki.net/ , 15.02.2024.
[45] YCGK, 668/107, 10.03.1969, bakınız: Soyaslan, s. 612.
[46] YCGK, Esas : 2004/16-23 Karar : 2005/1, 01.02.2005, https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 12.02.2024.
[47] YCGK, Esas: 7-27, Karar: 1981/175, 11.5.1981, https://www.hukuki.net/ , 15.02.2024.
[48] Özen, Mustafa, Öğreti ve Uygulama Işığında Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2022, s. 1316.
[49] Özen, s. 1316; Ercan, s. 263.
[50] Özbek, Veli Özer- Kanbur, M. Nihat-Doğan, Koray-Bacaksız, Pınar-Tepe, İlker, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2011, s. 688.
[51] Özbek ve diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 688, 689.
[52] Demirbaş, s. 784
[53] İçel, s. 806 ve aynı yerde (dipnot: 290) atıf yapılan karar: Yargıtay 7. Ceza dairesinin 12008/16714, 15.10.2014.
[54] YCGK, Esas: 1999/6-82 Karar: 1999/81, 27.04.1999, https://mevzuat.sinerjias.com.tr 18.02.2024. Aynı karar: Özgenç, s. 772, 773.
[55] Konuya ilişkin olarak bakınız: Derdiman, R. Cengiz, “4483 Sayılı Kanun Hükümlerine Göre Memur ve Kamu Görevlilerinin Yargılanma Usulü”, Beklenen Mahalli İdareler, Nisan 2000, sayı: 75, ss: 1-19, s. 5
[56] Aynı konuda Memurin Muhakematı Kanunu döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisinin (=TBMM’nin) 25.4.1928 tarih ve 437 sayılı tefsir kararı vardır. Bakınız: YCGK, Esas: 1985/4-61 Karar: 1985/196, 08.04.1985, https://mevzuat.sinerjias.com.tr , 16.02.2024.
[57] YCGK, Esas: 1985/4-61 Karar: 1985/196, 08.04.1985.
[58] Aksi görüş: Özar, Süleyman, Türk Ceza Hukukunda Zamanaşımı, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Ankara, 2020, s. 134.
[59] YCGK, esas: 2010/4-MD-142 karar: 2010/207 ve YCGK, esas: 2006/4-MD-38, karar: 2006/94, 28.03.2006, nakleden: Gökcan, -Artuç, s. 405; YCGK, Esas: 2009/11-174 Karar: 2010/92, 27.04.2010 (https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 16.02.2024).
[60] YCGK, 2007/4-MD-38, karar: 2007/236, 13.11.2007, nakleden: Gökcan-Artuç, s. 405
[61] Artuk ve diğerleri, s. 1061.
[62] Strafgesetzbuch Leipziger Kommentar, Sechster Band §§ 69 bis 79b, s. 633
[63] Demirbaş, s. 783.
[64] Artuk, s. 1065.
[65] Derdiman, R. Cengiz, “Tutuklama Tedbirinin Soruşturmada Kaldırılması” Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/tutuklama-tedbirinin-sorusturmada-kaldirilmasi/#_ftnref13 17.02.2024; YCGK, Esas: 2011/1-51, Karar: 2011/42, 12.04.2011; AYM İkinci Bölümü, 2012/726, 04.07.2013.
[66] Demirbaş, s. 784.
[67] İçel, s. 807.
[68] Soyaslan, s. 612.
[69] Aksi görüş örneğin: Koca-Üzülmez, s.690; Özbek ve diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 689.
[70] YCGK, Esas: 2014/315 Karar: 2016/65, 16-02-2016 https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 16.02.2024.
[71] YCGK, 2014/11-315, 2016/65, 16.02.2016, nakleden: Gökcan-Artuç, s. 403.
[72] YCGK, 2014/2-37 2015/47, 17.03.2015, https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 15.02.2024.
[73] YCGK, Esas: 2014/315 Karar: 2016/65, 16-02-2016 https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 16.02.2024.
[74] YCGK, Esas: 2014/315 Karar: 2016/65, 16-02-2016 https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 16.02.2024.
[75] Koca-Üzülmez, s. 690; Özgenç, s. 773.
[76] İddianamenin mahkemeye kaydı yapılmış olması kaydıyla kabulü halinde konumuz yönünden etkili olacağı görüşü: Artuk ve diğerleri, s. 1066.
[77] YCGK, Esas: 2011/11-241 Karar: 2012/114, 20.03.2012
[78] Demirbaş, s. 784.
[79] Aksi Görüş: Albayrak, Mustafa, Notlu Atıflı Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 12. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2013, s. 319; Toroslu, s. 106; Özbek ve diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 691.
[80] Bunun ilgili olarak; “suça iştirakin derecesi ne olursa olsun herhangi bir suç ortağı yönünden gerçekleşen kesme nedeni diğer suç ortakları bakımından da geçerli olacaktır” görüşü: Yavuz, s. 512.
[81] Artuk ve diğerleri, s. 1069, eserde yapılan atıf: Kunter, Nurullah, Ceza Hukukunda Zamanaşımı s. 116.
[82] Bakınız: YCGK, Esas : 2004/16-23 Karar : 2005/1, 01.02.2005, https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 12.02.2024.
[83] Aygün Eşitli, Ezgi, “Yargıtay’da Hükmün Bozulmasından Sonra Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri ve Soruşturmanın Genişletilmesi Yasağı” Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt: 10, sayı: 2, yıl: 2015, ss: 129-147, s. 138.
[84] Özbek ve diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 690.
[85] Özen, s. 1319.
[86] Demirbaş, s. 784; Koca-Üzülmez, s. 690 ve aynı yerde (dipnot: 559 ve 560) atıf yapılan emsal kararlar; Özbek ve diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 690.
[87] Aynı Kanaat: Albayrak, s. 318.
[88] Örneğin: YCGK da (Esas: 2015/599 Karar: 2016/99, 01.03.2016 (https://www.kararara.com , 15.02.2024) ve Yargıtay 8. Ceza Dairesi Esas: 2019/13843 Karar: 2020/956, 16.01.2020 (https://www.kararara.com , 17.02.2024)
[89] HAGB’nin zamanaşımını durdurması konusundaki farklı fikir ve değerlendirmeler: Çalışkan, Suat, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Halinde Dava Zamanaşımı Süresinin Durması”, Hukuki Haber, 27.12.2022, https://www.hukukihaber.net/hukmun-aciklanmasinin-geri-birakilmasi-halinde-dava-zamanasimi-suresinin-durmasi 20.02.2024
[90] Dava zamanaşımının durmasına ilişkin sebeplere burada kısaca değinmek de konu bütünlüğü açısından faydalı olacaktır: TCK’nın 67/1. maddesindeki “durma”; bekletici mesele izin, karar alma şartlarına bağlı tutulmuştur. (“Zaman aşımını kesmek için bekletici mesele kararı verilemeyeceği gibi… Cumhuriyet Başsavcılığının bekletici mesele kararı vermesi hususunda yetkili olmadığı…” Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Esas: 2016/450, Karar: 2016/367, 01.02.2016 (https://www.kararara.com , 17.02.2024)
CMK’nın: a-) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi süresince ( 171/4); b-) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında (=HAGB’de), sanık hakkında denetimli serbestlik tedbirinin 231/8. maddenin ikinci alt fıkrasındaki yazılı seçeneklere karar verilerek işletilmesi (m. 231/8, alt fıkra:2) halinde; c-) Uzlaştırmaya tabi suçlarda uzlaşma teklifinin yapıldığı tarihten bunun sonuçlanmasına (m. 253/21) ya da uzlaşmadan sonra uzlaşma gereklerinin yerine getirilmemesine (253/19) kadar geçen zaman için; d-) Uzlaşmanın Mahkeme huzurunda yapılması halinde hükmün açıklanmasının ertelenmesi süresi (m. 254/2); de dava zamanaşımının durması sonucunu doğurmaktadırlar.
[91] YCGKda (Esas: 2015/599 Karar: 2016/99, 01.03.2016, https://www.kararara.com , 15.02.2024) emsal kararında “Denetim süresi içinde işlenen suçun kesinleşmesine kadar dava zamanaşımının duracağına ilişkin açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır.” diyerek kanaatimce bu husus a değinmiş olmaktadır.
[92] “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştiği tarihi ile, ikinci suçtan verilen mahkumiyet kararının kesinleştiği tarih arasında zamanaşımı süresi durduğundan,…” Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Esas: 2014/35846 Karar: 2015/26674, 09.04.2015, https://mevzuat.sinerjias.com.tr 20.02.2024; Ayrıca bakınız: Çalışkan, 2022. HAGB kararının kaldırılarak hükmün açıklanması için, kanaatimce ikinci kasıtlı suçun, HAGB kararı kesinleştikten sonra işlenmesi gerekir. Çünkü CMK’nın 231/10. maddesine göre: “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.”
[93] Centel, Nur-Zafer, Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 2018, s. 819.
[94] AYM’nin konuya ilişkin kararına göre (Esas: 2022/120 Karar: 2023/107, 01/06/2023) “(8) numaralı fıkranın …itiraz konusu dördüncü cümle[sin]de denetim süresi içinde dava zamanaşımının duracağı hükme bağlanmıştır.” (§ 15) Verilen iptal kararıyla birlikte, “(8) numaralı fıkrasının…dördüncü cümle[s]i[nin] … uygulanma imkânı kalmamıştır.” (§ 58)
[95] Aynı kanaat: Demirbaş, s. 774.
[96] Bakınız: Özgenç, s. 770. 5357 sayılı Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu raporu,2/452, Dönem: 22 Yasama Yılı: 3 sıra Sayısı: 901, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c085/tbmm22085103ss0901.pdf 18.02.2024, s. 3. Bu teklif 5357 sayılı kanun olarak kanunlaşmış ama Cumhurbaşkanınca veto edilerek, bazı maddeleri bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade edilmiştir. TBMM’nin, aynı konuda çıkardığı 5377 sayılı kanun yürürlüğe girmiştir. 5377 sayılı kanunda anılan 66/5 madde aynen kabul edilmiştir. Bakınız: 5377 sayılı Kanuna İlişkin Adalet Komisyonu Raporu, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c090/tbmm22090121ss0958.pdf 18.02.2024.
[97] TCK’nın 66/5. maddesi kapsamının TCK’nın 311 ve devamı maddelerindeki yargılamanın yenilenmesi halleriyle sınırlı gördüğü anlaşılan düşünce: Soyaslan, s. 609.
[98] Aynı kanaat: Akbulut, Berrin, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2021,s. 1103; Yavuz, s. 520.
[99] Yavuz, s. 516; Koca-Üzülmez, s. 681.
[100] Aksi görüş: Yavuz, s. 516.
[101] Koca-Üzülmez, s. 681.
[102] Örneğin: Derdiman, İdari Yargının Genel Esasları, s. 430
[103] Kunter, Nurullah-Yenisey, Feridun-Nuhoğlu, Ayşe, Muhekeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 2010, s. 1838;Yenisey, Feridun-Nuhoğlu, Ayşe, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014, s. 1308.
[104] Aynı yönde: Yavuz, s. 516.
[105] Yenisey-Nuhoğlu,s. 1328.
[106] Yenisey-Nuhoğlu, s. 1307.
[107] Özbek, Veli Özer-Kanbur, Nihat-Bacaksız, Pınar-Doğan, Koray, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008, s. 497. CMK’nın 323/2. maddesindeki usulden hareketle, aleyhe bozma yasağını ihlâl edecek şekilde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulamayacağının da söylenebilmesi (Centel-Zafer, s. 901); zamanaşımı dolduktan sonra sanık aleyhine yeniden yargılamanın yapılamayacağı görüşü ile örtüşmektedir.
[108] Aynı kanaat: Akbulut, s. 1103
[109] Aksi görüş: Hafızoğulları-Özen, s. 525
[110] Türk Ceza Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun TBMM Genel Kurul Görüşmeleri, (dönem: 22, yasama yılı: 2 Bileşim: 119 tarih: 14 . 9 . 2004 Oturum: 3) https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c059/tbmm22059119.pdf , 17.02.2024, s. 91, 92.
[111] Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 15. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara, 2013, s. 638
[112] Koca–Üzülmez, s. 691.
[113] Satzger, s. 441.
[114] Uzun, Mehmet Ali, Ceza Hukukunda Zamanaşımı, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1994, s.124.
[115] Strafgesetzbuch Leipziger Kommentar, Sechster Band §§ 69 bis 79b, s. 638, 639.
[116] Strafgesetzbuch Leipziger Kommentar, Sechster Band §§ 69 bis 79b, s. 639.
[117] Burada, istinafın yerel mahkemenin kararını değiştirmeyen kararının yukarıda verdiğimiz bilgiye göre, dava zamanaşımının kesilmesini gerektirip gerektirmediği tartışılabilecektir. Düşünceme göre, böyle bir karar zamanaşımının kesilmesi etkisi doğurmamalıdır. Bozma kararlarının dava zamanaşımının kesilmesine etkili olmadıkları ise yukarıda açıklanmıştı.
[118] Aynı yönde: Strafgesetzbuch Leipziger Kommentar, Sechster Band §§ 69 bis 79b, s. 639
[119] MTCK’da 104/2. maddesinde yer alan aynı yöndeki hüküm, YİBK kararı (Esas: 1939/29 Karar: 1939/44, 09.03.1939, https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 12.02.2024. Aynı karara atıf: Soyaslan, s. 613) ile tasrih olunan bu husus; TCK’da da yasal hüküm haline gelmiştir.
[120] Aynı kanaat: Uzun, s. 124.
[121] Gökcan-Artuç, s. 400.
[122] Yargıtay 1. Ceza Dairesi Esas: 2023/8278 Karar: 2023/7446, 04.12.2023 https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 14.02.2024. Bu emsal kararda, iddianame düzenlenmiş olması gerektiği ve bunun dava zaman aşımını kesmesi gerektiği nazara alındığında, zamanaşımını kesen birden fazla sebebin olduğu halde 12 yıllık zaman aşımına göre bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum da olağan zamanaşımın varlığının öncelikli olarak değerlendirilmesi ve varlığı halinde bunun yeterli olacağına işaret olarak düşünülmektedir.
[123] Uzun, s.124.
[124] Derdiman, Hukuk Başlangıcı, s. 115, 116.
[125] Bakınız aşağıda dipnot: 135.
[126] YİBK, Esas: 1939/29 Karar: 1939/44, 09.03.1939 https://mevzuat.sinerjias.com.tr, 12.02.2024.
[127] Aynı kanaat: Hafızoğulları-Özen, s. 527.
[128] Roxin- Luis, s. 247. Ayıca bakınız: Jakobs, Günther, Strafrecht, Allgemeiner Teil 2., neubearbeitete und erweiterte Auflage, Walter de Gruyter · Berlin · New York 1991, s. 66, 67.
[129] Benzer görüş: Hafızoğulları-Özen, s. 527.
[130] Toroslu, s. 106.
[131] Aynı kanaat: Uzun, s. 124.
[132] Derdiman, Hukuk Başlangıcı, s. 324.
[133] “Belirlilik ilkesi,…kanunî belirliliği değil, daha geniş anlamda hukukî belirliliği ifade etmekte; kanunî düzenlemeye dayanmak ve erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olmak şartıyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de belirliliğin sağlanabileceği kabul edilmektedir.” AYM, Esas: 2014/100 Karar: 2015/6, 14.01.2015
[134] Bu açıdan “kanunun metni, bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.” AYM 1. Bölüm, Başvuru Numarası: 2013/1261, 04/02/2016.
[135] Derdiman, R. Cengiz, “İdari Yargıda Birden Fazla Davanın Tek Dilekçe ile Açılması: Türk İdari Yargılama Usulü Kanununun 5. Maddesinin Anlamı ve Kapsamı Üzerinde Değerlendirmeler”, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi yıl 2020, cilt: 2, sayı: 2,, ss: 249-295, s. 273, 274; Yongalık, Aynur, “’İstisnalar Dar Yorumlanırlar’ Kuralı ve Değerlendirilmesi,” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi cilt: 60, sayı: 1, 2011, s. 10; Derdiman, R. Cengiz, “İdari Yargıda Yürütmenin Durdurulmasını Kısıtlayan Yasal Hükümler, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/idari-yargida-yurutmenin-durdurulmasini-kisitlayan-yasal-hukumler/#_ftn28 , 22.02.2024; YCGK, Esas: 2009/9-190 Karar:2009/253, 03.11.2009, nakleden: Turabi, Selami, İfade ve Basın Özgürlüğü, Adalet Yayınları,Ankara, 2016, s. 42, 43
[136] Aynı kanaat: Kanadoğlu, Korkut- Duygun, Ahmet Mert, Anayasa Hukukunun Genel Esasları, Oniki Levha Yayınları, İstanbul, 2020, s. 38; Gamper, Anna, Regeln der Verfassungsinterpretation,Springer-Verlag/Wien, 2012: s. 95; Kaya, Semih Batur, İnsan Hakları Sözleşmesiyle Karşılaştırmalı Olarak Anayasal Hakların Hukuki Rejimi ve Yorumu,Seçkin Yayınları, Ankara, 2021, s.113