§1- Davacının Kimliğinde Yanlışlık Kısa İzahat ve Özet

Giriş ve Kapsam

Bu yazı, davacının idari dava dosyasında yanlış gösterilmesi ya da hiç gösterilmemesi konusu üzerinde bilimsel bir değerlendirme yapmaktan öteye geçmeyen ve emsal bir yargı kararıyla[1] desteklenen bir deneme niteliğindedir.

İncelenen konu, idari yargıda görülen davalarda, dava dilekçesinde, davacı tarafın kimlik ya da adres gibi bilgiler bakımından eksik gösterilmesinden ziyade; kimlik olarak, yanlışlıkla farklı kişinin gösterilmesi ya da hiç gösterilmemesidir. Haliyle, dilekçede  ve dilekçenin imza hanesinde davacı tarafın yazılmamış olması gibi haller, davacının kim olduğunun hiçbir şekilde belirlenememiş olması sonucunu doğurmaktadır. Dilekçede “davacı taraf”ın yazılacağı yere, adresi aynı olsa bile adı soyadı ve vatandaşlık numarası bakımından farklı bir kişinin yazılmış olması ve imza hanesinden de aynı kişinin yer alması da, asıl davacıdan farklı bir kişinin davacı olarak gösterilmesi anlamına gelir.      

“Dilekçenin Reddi”ne İlişkin Durumlar

Dilekçede, dava eden tarafın kimliği ya da adres bilgileri adresi ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık numarası sehven(≈hataen, yanlışlıkla) yazılmış olabilir. Ya da dava dilekçesinde, dava eden tarafın veya kanuni temsilcinin kimlik bilgileri, örneğin, dava dilekçesi ekinde[2] açıklayıcı olsun diye sundukları kimlik belgelerine göre yanlış yazılmış olabilir. Bu tür yanlış yazımlarda, tabii olarak, dilekçenin reddine hükmedilir.[3]   

Dilekçenin reddi halinde yasal hüküm gereğince davacı; “dilekçe ret kararı”nın kendisine tebliğini esas alarak hesaplayacağı aralıksız 30 günlük yasal süre içinde,  dilekçe ret kararını veren mahkemeye, düzeltilmiş dilekçe ile kendisi (tam ehliyetli değilse kanunun temsilcisi) ya da avukatı (olan “vekil”i) aracılığıyla yeniden bir dava açabilecektir.

Davanın Reddi İhtimalinin Söz Konusu Olabileceği Haller

Dava dilekçesinde davacı tarafın hiç gösterilmemesi ya da bilinebilir olmaması gibi hallerde ise, 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanununun (=İYUK’un) 3. maddesindeki açık bir hükmü yerine gelmemiş olacağı gibi; bundan daha önemlisi, davacı ile davanın konusu arasındaki, “sübjektif ehliyet” tabir edilen, menfaat ya da hak ihlâli bağlantısı kurulamamış olacaktır. Dolayısıyla davacıya ilişkin tüm bilgilerin yanlış olması halinde dava sübjektif ehliyetsiz birisi tarafından açılmış olarak görülecektir. Bunların her ikisi de İYUK’un 3., 14. ve 15. maddeleri gereğince, “davanın reddi”ni gerektirecektir.

Dava eden tarafın, bir avukat tarafından temsil edilmesi halinde dava dilekçesinde; davacının kimliği, adresi ve vatandaşlık numarası ünvanı yazılacak ve avukatının da adres ve gerekli diğer bilgileri yer alacaktır. Bu seçenekte davacı tarafın hiç gösterilmemiş olması gibi hallerde bile vekil avukat bilindiğinden ve tebliğin kendisine yapılması gerektiğinden; eksiklik için bizce, davanın reddi değil, dilekçenin reddine hükmedilmesi uygun olacaktır. Yalnız, yanlış gösterilen kişinin avukata temsil yetkisi vermemiş olacağının aşikâr olduğu görülecek olursa, ancak o zaman doğrudan ehliyet ve yetkilendirme bağının yokluğu gibi bir gerekçe ile, davanın reddine de karar verilebilecektir.

Davacı Tarafın Dava Dilekçesinde Yanlış Gösterilmesi ya da Hiç Gösterilmemesi Eksikliğinin Düzeltilmesi

Düzeltim Dilekçesi Verme Seçeneği

Dava dilekçesinde davacının kimliğine ilişkin sehven yanlışlıkların yapıldığı, davacı ya da avukatla takip edilen davalarda, dava açma süresi geçmişse; mahkemeye derhal, doğru davacıyı bildiren bir beyan sunulmasından başka bir seçenek yoktur. Böylece, Anayasanın 142. maddesindeki davaların kısa sürede ve en az masrafla bitirilmesi hükmünün bağlayıcılığı gözetilerek, davanın ya da dilekçenin reddinin önüne geçilmesi mümkün/muhtemel olabilecektir.[4]

Nitekim, Anayasa Mahkemesi(=AYM) ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (AİHM’in) kararlarında yer alan, kişileri bir haktan mahrum bırakacak şekildeki aşırı şekilcilikten kaçınmak gerektiği hususunun[5] Danıştay kararlarına da yansıdığı[6] gözlemlenmektedir. Bu gibi sebepler de yargının düzeltme talepleriyle birlikte davaya, dilekçeyi reddetmeden devam etmesi seçeneğini daha (makûl(≈kabul edilebilir)/muhtemel hale getirmektedir.

AYM, dava süresinin uzamasının adil yargılanma hakkının ihlâl edip etmediğine ilişkin değerlendirme yaparken, buna başvurucunun sebep olup olmadığını da incelemektedir.[7] Başvurucunun haklı olması halinde ise mahkemeye erişim hakkının ihlâline karar vermektedir.[8]

Davacının Kimlik Bilgiler Düzeltilmiş/Tamamlanmış Olarak Yeni Bir Dava Açma Seçeneği

Eğer yeni bir dava açmak için süre devam ediyorsa, davacı tarafın kimlik bilgileri ve adresi ile vatandaşlık numarası doğru yazılmış olarak yeni bir dilekçe ile yeni bir dava açılması bizce daha uygun ve daha garantilidir.

Dava açma süresi geçmedikten sonra, davanın, mevcut eksikliği gideren bir dava dilekçesiyle açılmasını engelleyen hiçbir Anayasa ya da yasal hüküm yoktur. Yeniden açılan 2. davaya ilişkin dilekçe ilk dava dilekçesi ile aynı olmadığı ve davacının ya da avukatının kimlik bilgilerini tamamlama ya da düzeltme amaçlı olduğundan, “derdest” bir nitelik de taşımaz. Bilhassa eksiklikleri giderici nitelikteki ikinci davada dilekçe ret ya da davanın reddi kararının verilmesine dayanak olabilecek hiçbir yasal hüküm yoktur.

Bu durumda hukukun genel ilkesi olan ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 2 ve 3. maddelerinde yer alan iyiniyet kuralları gereğince, bizce, yeni bir dilekçe ile, davacı kimliğine ilişkin yanlışlıkları içeren ilk “davanın düşürülmesi ve/veya dosyanın kapatılması” kararı talep edilmelidir.

Nitekim, davacı tarafın kimliğinin başka kişinin kimliği şeklinde sehven yanlış yazıldığı bir davada, devam eden dava açma süresi içinde yanlışlığın giderildiği dilekçeyle yeni bir davanın açılması sebebiyle; Bursa İdare Mahkemesince, (yanlışlığı içeren dava dilekçesine bağlı) ilk dava dosyasının kapatılması isteğini kabul ederek, dosyanın esas kaydının kapatılmasına karar vermiştir.[9]

Yeni dava Açılması Seçeneğinde Önceki Dava Dosyasının Kapatılması Talebinin Tercih Edilmesinin Sebebi

Aslında “dava dosyasının kapatılması” gibi bir karar türü ve usulü İYUK’da ve diğer kanunlarda yoktur. İYUK’a bakılınca da gerek “dosyanın işlemden kaldırılması” ve gerekse “davanın açılmamış sayılması”na karar verilmesinin her birisi ayrı yasal usûl ve şartların oluşması halinde verilebilecek karar türleri olup “yargısal sürece” ilişkin nitelik taşırlar.

İşte bu sebeple dosyanın kapatılması ve davanın düşürülmesi, kanunlarda olmayan bir usul olsa da dava açan kişinin kendi yararına olduğu, iptal davası olarak takip edilen yeni bir dava ile hukuk düzenin korunması amacının işlevselliğine bir zarar gelmeyeceği ve daha da önemlisi bu yöntemin herkesin açtığı bir davadan vazgeçtiğinde süresi içinde yeni bir dava açabilmesine benzemesi dolayısıyla hukuka aykırı bir yönü de bulunmaz.

Böyle Bir Talebin Yapılacağı Dava Aşamasına Göre Sonuçları

Böyle bir talebin dilekçenin davalıya bildirilmesi ve davalının cevabından sonra yapılması halinde avukatlık ücreti ve harç ve masrafların yüklenmesine hükmedilmesi muhtemel ve mukadderdir. Ancak, bu talebin, davanın henüz ön şartlar bakımından incelenmesine geçilmeden yapılması, adli yardımdan yararlananlara avukatlık ücreti, harç ve masrafların hiçbirinin yüklenmemesini; diğer hallerde de avukatlık ücreti ödemekten muafiyeti ve dava harcının iadesini mümkün kılabilecektir.[10] Anılan talep doğrultusunda dosyanın kapatılması ise yargısal bir hizmet ya da deyim veya usul değil, tamamen idari bir içerik arzeder diye düşünülebilir.

§2-  Kapsamlı İzahat

 

 

1. Davacının Dilekçede Belirtilmesine İlişkin Yasal Hüküm

İYUK’un 3/2-a. maddesinde, davacı tarafın ve varsa avukat vekilinin ad ve soyadı, ünvanları ve adresleri ile, gerçek kişi davacılara ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının dava dilekçesine yazılması gerektiğini belirtmektedir.[11] Davayı etkileyecek olan ünvanlar da bu kısma yazılacaktır.[12] Örneğin mümeyyiz bir kimse adına dava, annesi ve babası tarafından açılamazken, vekil tayin ettiği avukat aracılığıyla açılabilecektir. Bu nedenle vekilin avukat olması davayı etkileyici olacağından, dava dilekçesinde mutlaka yazılması gerekecektir.

Şu hale göre dava dilekçesinde davacı mutlaka (ve üstelik bize göre kanunun istediği bilgiler de yazılarak) belirtilmelidir.[13] Aksi hal, dilekçe ret sebebi olarak görülmelidir.[14]

Dilekçede davacı tarafın, avukat vekili ya da kanuni temsilcisinin adreslerinin de, 7201 sayılı Tebligat Kanunu gereğince tebligat yapılabilmesine yeterli olacak şekilde gösterilmesi gerekmektedir.[15] Örneğin Danıştay, posta kutusunun belirtilmesini yeterli bulmamaktadır. Bunda, posta kutusuna imza karşılığı tebliği yapılamayışı gibi olumsuzluklar da etkilidir. Böyle bir durumda “dosyanın işlemden kaldırılması”na karar verilebilmektedir.[16]

Dilekçelerin imzasız verilmeleri sebebiyle verilen “dilekçenin reddi” kararı[17] da davacı tarafın kimliğinin ve dava dilekçesindeki içeriğin doğrulanmamış olması sebebiyle haklılaştırılabilir.

Dava eden tarafın kimliğinin bilinmesi davada, hak ya da menfaat ihlal bağının kurulabilmesi, lehine hükmedilen hukuki yararın veya dava harç ve masrafları ile avukatlık ücreti gibi yükümlülüklerin kendisine yöneltilebilmesi bakımından zorunludur. Bu sebeple, davada (tarafların ikamet ettiği ya da davanın görüleceği yer veya bir başka yer Barosuna kayıtlı olması fark etmez;[18]) bir avukat[19]  vekil varsa, müvekkilinin kimlik bilgilerinin yine tam ve yanlışsız gösterilmesi gerekir.

2. Davacının Dava Dilekçesinde Gösterilmemesi, Yanlış ya da Eksik Gösterilmesi

2.1. Dava Dilekçesindeki Eksiklik Halindeki Genel Usul: Dilekçenin Reddi

Davacı tarafın dava dilekçesinde gösterilmemesi ya da eksik veya yanlış gösterilmesi halinde, yargı mercileri, yukarıda söylendiği gibi, İYUK’un, 3. maddesindeki gerekliliklere uyulmaması sebebiyle 14. maddesi doğrultusunda, 15/1-d maddesi gereğince dilekçenin reddine karar verilmesi gerekmektedir.[20] Çünkü, “Dava dilekçesindeki eksikliklerin tespiti halinde davanın her aşamasında 15. madde hükümlerinin uygulanacağı; … kurala bağlanmıştır.”[21]

Hem dava açarken hem de kanun yollarında ilk başvuru dilekçelerinde, davacı tarafın kimliğinin ünvanının ve vatandaşlık numarasının yazılmaması davada “dilekçenin reddi”ne vesile olmaktadır.[22]  Dava dilekçesinde davacı adresinin yazılmaması da dilekçenin reddi sebebi olarak görülmektedir.[23] Karar düzeltme başvurusunda da başvuranın adresinin gösterilmemesi aynı şekilde dilekçe ret sebebi sayılmıştır.[24]

Dilekçenin reddi kararın verilmesi, davacının bizzat açacağı davalarda kendisinin bilinmesine rağmen kimlik bilgilerinin ve/veya adresinin yazılmamış olması ya da yanlış yazılması halinde söz konusu olabilir. Örneğin davacı adını ve soyadını imza kısmında doğru yazdığı halde davacıya ilişkin kimlik ve adres bilgilerinin yer alması gereken kısımda yanlış yazması halinde dilekçenin reddi gerekebilecektir.

Davacı tarafın davayı vekil olarak kanuni temsilci ve/veya avukatla takip etmesi halinde, tebligatın kanuni temsilciye ya da varsa (vekili olan) avukatına yapılacağı cihetle; davacı tarafın adı, soyadı kimlik numarası ünvanı yazılsa bile adresinin yazılmaması yine kanunun açık hükmü karşısında dilekçenin reddine sebep olabilecektir.

2.2. Davanın Reddi Kararı Verilmesini Muhtemel Kılan Durum

Davacı kimliğinin dilekçenin “davacı” ve imza kısmında sehven gösterilmemesi, ya da sehven başka kişinin davacı olarak gösterilmesi asıl davacı tarafın belirlenmesini imkânsız kılacak ya da mahkemenin farkında olmadan, yanlış kişi üzerinden davayı yürütmesi sonucunu doğuracaktır.

Bununla birlikte avukat olan bir kimse tarafından açılmış davada, asıl davacı tarafın yerine sehven farklı kişinin yazılması  türünden bir yanlışlıkta, avukat yanlış yazılan kişinin vekili olmadığından ve davayı onun verdiği yetki ile açmış olamayacağından; avukat açısından ortaya, aşağıda değinilen şekilde bir ehliyetsizlik ve yetkisizlik çıkmış olacaktır:[25]

Örneğin Şirket adına verilen vekâletname ile şahıs adına dava açılamayacaktır.[26] Böyle bir durumda açılan dava yalnız vekâletnamesiz değil, temsil yetkisi olmadan da açılmış olacaktır. Temsil yetkisinin olmadığı hallerde avukat tarafından vekâletnamesiz açılan dava aynı zamanda temsil yetkisiz açılmış olacağından, davanın reddi gerekebilecektir.[27] Tabii ki bu sonuç, bir düzeltim beyanı verilmesi halinde, usul kurallarının davacının lehine yorumlanması[28] gerekeceği cihetle, muhtemelen davaya devam şeklinde değişebilecektir.

2. Davacının Ehliyeti Bakımından Konuya Bakış

2.1. Objektif ve Sübjektif Ehliyet

2.1.1. Anlam ve Kapsam Olarak Ehliyet ve Ön Şartlar Bakımından İncelemeye Etkisi

Ehliyet, kişilerin dava açabilme ve yargısal süreçlerde işlem yapabilme yeteneğine sahip olmaları anlamına gelir.[29] “Taraf olma ehliyeti bakımından vatandaşlar ile yabancılar arasında bir fark gözetilmemiştir.”[30]

Ehliyet sübjektif açıdan da dava eden tarafın dava konusu ile ilgi bağını gösterir.[31] Bu sebeple bu ehliyet davanın kendine has durumuna yoğunlaştığı için sübjektif ehliyet de denir ve genel olarak söylenecek olursa; meşru, güncel ve ciddi olmak kaydıyla tam yargı davalarında bir hakkın; iptal davalarında da en az bir menfaatin ihlâli ile oluşur.

Bir davada ön şartlar bakımından incelemede ehliyet, önce objektif olarak ehliyet kapsamından incelenmeli, bu aşamada bir sorun yoksa, objektif ehliyet sahibinin sübjektif ehliyete sahip olup olmadığına da ayrıca bakılmalıdır.[32]

2.1.2. Davacının Ehliyetsizliğinin Davaya Etkisi

İdari yargıda davacı tarafından dava açabilmesi için medeni hukuk anlamında tam ehliyetli olması gerekmektedir. Sınırlı ehliyetliler, sınırlı ehliyetsizler gibi ehliyet eksiklikleri halinde, kanuni temsilcinin izini veya icazeti olmadan dava açmaları söz konusu olamayacaktır. Örneğin, bir Danıştay kararında, ana ve babaların velayet hakkını haiz oldukları 18 yaşını doldurmamış çocukları adına dava açabileceklerini, 18 yaşını doldurmuş kişiler için ise böyle bir statünün olmadığı belirtilmiştir.[33]

Ehliyet, bir davacının kendini vekil olarak atadığı avukatın temsil et(tir)mesi şeklinde bir boyuta da sahip bulunmaktadır.

2.2. Sübjektif Ehliyetsizliğin Sonucu

Menfaat ya da hak ihlâlinin mevcudiyeti dediğimiz “(sübjektif) ehliyet eksikliğinde, davacının dava konusu ile “yeterli ‘ilgi bağı'” bulunmadığı durumda dava, ehliyet(sizlik)ten reddedilir.”[34] Böyle bir ret kararı, -menfaat ya da hak ihlâli davanın kesin karara bağlanmasına kadar devam etmesi gerekeceğinden, davanın karara bağlanmasına kadar ve dolayısıyla- davanın esasına girildiğinde de söz konusu olabilir.[35]

Emsal bir karar, Türk vatandaşlığından çıkarılan birisinin dava açma konusunda herhangi bir iradesi bulunmamasına rağmen, menfaat ilgisi olmayan eşi tarafından dava açılmasında, dava ehliyetinin yokluğuna hükmetmiştir.[36]

Keza, davacı tarafın, babası adına düzenlenen ödeme emri ile bir menfaat ilişkisi olmadığından davanın reddi söz konusu olacaktır.[37]

2.3. Davacı Olan Tarafın Gösterilmemesi ya da Yanlış Gösterilmesi Ehliyetsizlik Kapsamında Görülebilir mi?

2.3.1. Davanın ya da Dilekçenin Reddi Görüşü

Dilekçede davacıya ilişkin bilgilerin eksik yazılması yukarıda[38] da değinildiği üzere, dilekçe ret sebebidir.

Bir bakıma, dava dilekçesinde davacı tarafın kimliği ve adresi ile belirli olması, sübjektif ehliyetin mevcut olup olmamasının denetlenmesi bakımından önemli ve etkilidir. Davacı tarafın, kimliğinin belirsizliği halinde davanın konusunu teşkil eden ve ihlâl edildiği iddia edilen hak ve/veya menfaat ile ilgi bağının kurulamamasına sebep olacağı için; davanın, sübjektif ehliyetsizlikten dolayı reddine (İYUK, m. 15/1-b) karar verilmesi gerekebilecektir.

Menfaatin (ve bize göre tam yargı davalarında hakkın) şahsiliği, (alakalısı olan) davacıya, doğrudan veya dolaylı tesir etmesi demektir.[39]

Emsal kararlara göre, her ne kadar, “dava dilekçesinde dava konusu ile davacı arasındaki ilginin tam ve bir tereddüde meydan vermeden kurulamadığı, açıklanamadığı” hallerde, “‘dava dilekçesi’nin reddi”nin gerekeceğine hükmedil(se de);[40] böyle bir durumun olmadığı hallerde davanın reddi bile gerekebilecektir.[41]

Aşağıdaki, sübjektif ehliyetin davaya etkisini konu alan “2.3.3.” numaralı başlıkta da nazara alınabilecek bir bilgi olarak söylenmelidir ki; bir emsal kararda da değinildiği üzere,[42] medeni hakları kullanma ehliyeti olmayan bir davacı tarafın, dava açabilmesine ve davayı takip edebilmesine imkân yoktur.[43]

2.3.2. Hak Arama, Etkili Başvuru ve Adil Yargılanma Hakları Bakımından Değerlendirme

Davacı tarafın yanlış yazılmış olmasından dolayı davayı reddetmek, sehven (≈hataen, farkında olmadan) yapılan bir şekil eksikliğinden dolayı adil yargılanma hakkından ve mahkemeye erişim hakkından yoksun bırakılmak sonucunu doğurur. Bu tür bir orantısızlık hukuk devleti ilkesi ile de uyuşmaz. Bir anlamda davacı tarafın kimliğindeki düzelterek doğrudan işleme devam edilebileceği hallerde, dilekçenin reddi gibi bir usul de süre uzatıcı fonksiyonu itibarıyla makbul ve muteber sayılmayacaktır.

AYM, bir kararında,[44] “mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.” diyerek; bunun AİHM kararlarınca da desteklendiğine değinmiştir. Mahkemenin devam eden gerekçesine göre; “Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir.”[45]

Bir emsal karar da[46] “iptal davasının objektif niteliği nedeniyle dava açma imkânını makul olmayan ölçüde sınırlandıran bir yaklaşımdan kaçınılması gerektiği”ne dikkat çekmiştir. Danıştay, kimliği belirlenemediğinden kamu kurumuna alınmayan bir “davacı taraf”ın, kim olduğunun belli olmaması dolayısıyla sübjektif ehliyetinin teşekkül etmediği yönündeki ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.[47]

Anayasanın 142. maddesine göre, mahkemelerin görev ve yetkilerini kanun belirler.  Dolayısıyla burada davacı tarafn yanlış yazılmasının, İYUK’da “ehliyet” kategorisine tam olarak girmediği gibi, birebir olarak davanın reddine sebebiyet verecek konular içinde de yer almadığı söylenmelidir. Kanunsuz olarak bilhassa temel hakları sınırlayacak yetki kullanılamaz. Anayasanın anılan 142. maddesi gereğince, Mahkeme davacının yanlış yazıldığı davada dilekçeyi ret kararından evvel doğrulama beyanı verildiğinde, beyan doğrultusunda düzelterek davaya devam etmelidir. Danıştay, düzeltme kararları verebilmektedir. Örneğin bir kararda Danıştay ilgili dairesi, temyiz aşamasında yanlış gösterilen davalı yerine, karar düzeltmede asıl davalının yazılması şeklinde düzeltme yaparak, karar düzeltme talebini esastan incelemiştir.[48]

2.3.3. Sübjektif Hak Olarak Hak veya Menfaat İhlâli Olgusunun Davaya Etkisi

İptal davaları için gerekli menfaat ihlâli şartının davanın temelini ya da esasını teşkil etmediği; sadece davanın açılması ve takibi için usulî bir şart olduğu görüşü[49] de konuya dolaylı destek olmaktadır. Gerçekten iptal davalarında ortaya çıkan objektif nitelik, dava konusu işlemin hukuk düzenine aykırılığı halinde kaldırılması şeklinde, davacının kendisine bile bağlanamayacak nitelik taşıdığından, davacının kimliği ve adresi gibi olgular 2. planda kalmaktadırlar.

Tam yargı davalarında dava konusu miktarın belirtilmesi gerektiği ve bunun davanın temelini teşkil ettiği[50] düşünülse de, bu davaya konu olanın, bir hak kaybı iddiası olduğu, buna karşılık hukuk düzeninin hiçbir hak kaybını görmemezlikten gelmemesi gerektiği malûmdur. Konuya bu zaviyeden bakınca tam yargı davalarında da, -davacının dava konusu ile daha fazla bütünleşmesi söz konusu olsa bile,- ortadaki hak ihlâli iddiası, davacı tarafın kimliğinden ziyade ve öncelikle giderilmesi gereken hukuka aykırılık olarak görülmelidir.

Diğer taraftan, ön şartlar bakımından inceleme, davacı lehine kolaylık sağlama amacı gütmektedir.[51] Bu Bakış açısı da, davacının dava dilekçesinde gösterilmemiş ya da yanlış gösterilmiş olmasını, farkına varıldığı ve bilindiği zaman düzeltme ile davaya devam etmeye elverişli doğrultuda görmeyi gerektirmekte; dilekçe ret veya hele hele davayı ret sebebi olarak görmemeyi gerektirmektedir.

Emsal bir karar da, davacı tarafından dava açma süresi içinde verilen düzeltme dilekçesini değil de önceki dilekçenin işleme alınıp davanın ya da dilekçenin reddi kararı verilmesini isabetli görmemektedir.[52]

3. Davacı Tarafın Dava Dilekçesinde Gösterilmemesi ya da Yanlış Gösterilmesine Karşı Üretilebilecek Düzeltici Çözümler

3.1. Davada Düzeltme Dilekçesi Verilmesi ya da Dava Açma Süresinde Düzeltilmiş Dilekçeyle Yeni Bir Dava Açılması Seçenekleri

3.1.1. Dava Süresinin Bittiği Hallerde Zorunlu Usul: Düzeltme Dilekçesi Verilmesi

Yeni bir dava açmayı mümkün kılabilecek bir süre kalmamışsa, kanaatimce yukarıda anılan dilekçe ret ya da davanın reddi kararlarının verilmesinden evvel; yanlış yazılan davacı yerine asıl davacı tarafın adı soyadı ünvanı adresi ve vatandaşlık numarasının yer aldığı yeni düzeltme dilekçesinin, devam eden dava esas numarası da yazılarak hemen mahkemeye verilmesi gereklidir.

Bu durumda mahkemenin, yukarıda yapılan izahat çerçevesinde davadaki asıl davacıyı öğrendiği için, adil yargılanma hakkının ihlâl edilmemesi ve yargılamada aşırı şekilcilikten kaçınılması gibi faktörler[53] muvacehesinde, davaya devam etmesi mümkün ve kuvvetle muhtemel olacaktır.

Konuya ilişkin olarak, “davanın reddi” değil de “dilekçenin reddi” gibi bir sonucun beklenebileceği hallerde de, düzeltme dilekçesi vermek doğru bir yöntem olabilir.  Böylece, idare mahkemesi dilekçenin reddi gibi bir karar vermeden, dava dilekçesinde davacı tarafın kimliği ve bilgilerindeki yanlışlığı düzeltip davaya devam etmesi kuvvetle muhtemel olacaktır. Böylece dilekçe ret sebebi ortadan kalktığı için, davaya devam edilmesi gerekecektir diye düşünmek mümkün ve isabetli olacaktır.

3.1.2.  Dava Açma Süresinde Düzeltilmiş Dilekçeyle Yeni Bir Dava Açılması

* Yeni Dava Açılmasını Haklı Kılan Değerlendirme

Ama başta söylediği gibi davanın reddi gibi bir kararın verilmesinin muhtemel olabileceği hallerde, dava açma süresi devam ediyorsa en güvenli usul, kanaatimce, bir düzeltme dilekçesi vermekten ziyade; düzeltilmiş dava dilekçesi ile yeni bir dava açmaktır.

Dava süresi devam ederken davanın yenilenmesine yasak koymayan ama derdestlik usulünün uygulanacağını öngören hukukta, evvelki dava dilekçesindeki yanlışlıklardan dolayı hak zayiatı yaşamamak ya da sürenin uzamaması için, yeni bir dilekçe ile dava açabilmek evleviyetle kullanılabilecek bir haktır.  Kaldı ki bir davayı açmak gibi davadan vazgeçmek de mümkün olup, vazgeçmek feragat anlamına gelmez ve (dava açma) süresi içinde yeni bir dava açma hakkını da canlı tutar.[54]

* Yeni Dava Açılması Halinde Evvelki Dilekçe ve Bu Dilekçeye Bağlı Dava Dosyasının Kapatılması Zorunluluğu

Yalnız, yeni bir davanın açılması halinde, davacı kimliğinde yanlışlığı içeren önceki dava dilekçesine bağlı olarak açılan ve esas numarası da alan davanın işlevsiz kalması için, bir dilekçe  verilmesi gerekecektir. Böylece, mahkemenin ikinci davayı derdestlikten reddetme ihtimalinin önüne geçilmiş olacaktır.

Verilecek bu dilekçeye, davacı tarafın yanlış gösterildiği davanın esas numarası yazılmalıdır. Diğer taraftan; davaya bakan Mahkemeden bu dilekçeyle ne talep edileceği mühimdir:

İlk olarak; davaya bakan Mahkeme, böyle bir yanlışlıkla malul olan dilekçeyle açılan davada, kanaatimce ve muhtemelen, “dosyanın işlemden kaldırılması” ya da “davanın açılmamış sayılması” gibi kararlar veremeyecektir. Zira, yukarıda söylendiği üzere mahkemelerin yetkileri kanunla belirlenir ve bu iki tür kararın nasıl ve hangi hallerde verileceği İYUK’ta belirlenmiştir. Dolayısıyla, inceleme konumuz bu kararların verilmesini gerektiren kapsama, kanaatimce dâhil değildir.

Burada, konuya ilişkin olarak davacıdaki yanlışlığı düzelten yeni bir dava açıldığı için önceki ve yanlışlığı havi dava dilekçesi ile açılmış davada, “davanın düşürülmesi” ve “dosyanın kapatılması” eş deyişle “dosyanın ‘esas kaydının’ kapatılması” [55] istenilebilir/istenmelidir.

* Önceki Dava Dosyasının (Esas Kaydının)Kapatılması Halinde  Dava Harç ve Masraflarıyla Avukatlık Ücretinin Akıbeti

Önceki dava dosyasının kapatılması talebi mahkemeye, henüz ilk inceleme safhasına bile geçilmeden ulaşmışsa; artık yargısal bir incelemeye geçilmeyecektir. Bu durumda kanaatimce avukatlık ücretine hükmedilemeyeceği gibi; harcın ve yapılan masraf dışındaki tutarın iadesi bile mümkün olabilecektir. Çünkü, kişilerin kanunla yasaklanmayan temel haklardan serbestçe yararlanmaları demek; onların bu haklardan serbestçe yararlanabilmelerinin hukuki zemininin de Devlet tarafından oluşturulması demektir.

Nihayetinde davanın düşürülmesi ve dosyanın kaldırılması talebini davacı olan hak sahibi yapmaktadır. Bu kararla, söylediğimiz gibi, davacı yararına olacak sonuç doğmakta ve davalı aleyhine de bir hukuki durum oluşmamaktadır.  Hatta yukarıda da geçtiği üzere, yargı mercileri, bu tür kararları verebilmektedirler. Örneğin:

1-) Bursa 1. İdare Mahkemesine adli yardım talepli açılan ve konumuza birebir uyan davada; yanlışlık içeren ilk dilekçeye bağlı dava dosyasının kapatılması istenmiştir. Mahkeme de istek doğrultusunda dava dosyasının esas kaydının kapatılmasına karar vermiş ve dava harç ve masraflarının ve/veya avukatlık ücretinin yüklenmesi gibi bir konuya hükmetmemiştir.[56]

2-) Danıştay 5. Dairesince, Temyiz başvurusunda yanlış gösterilen davalının düzeltilmesi için verilen 15 günlük süre içinde yeniden bir temyiz başvurusunda bulunmaması sebebiyle ilk “dosyanın esas kaydının kapatılmasına” hükmedilmiştir.[57]

3-) Danıştay 13. Dairesi, derece mahkemesinin mükerreren açılan bir davada verdiği dosyanın esas kaydının kapatılması kararını bozma sebebi olarak görmemiştir.[58]

 

 Yazar:

 Prof. Dr. R. Cengiz Derdiman  e posta: rderdiman@hukukiyaklasim.com

 Hukuki Yaklaşım sitesi e posta: iletisim@hukukiyaaklasim.com

 

Dikkat                     

1-)  Bu makalenin, yasalara uygun şekilde kaynak gösterilip atıf yapılarak kullanılması hariç, rızamız ve iznimiz alınmadan başka yerlerde yayımlanamayacağını ve kullanılamayacağını hatırlatmak isteriz. Bu hususta Yasal Uyarı sayfasını da kontrol edebilirsiniz.

2-) Bu makaleye atıf yapılması halinde:

R. Cengiz Derdiman, Davacının Dava Dilekçesinde Yanlış Gösterilmesi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..

Şeklinde kaynak gösterilmesi gerekmektedir.

3-) İznimiz ve rızamız alınması kaydıyla diğer kullanımlarda da mutlaka:

Kaynak:  R. Cengiz Derdiman,  Davacının Dava Dilekçesinde Yanlış Gösterilmesi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..

Şeklinde kaynak gösterilmelidir.

 

Dipnotlar

[1]        Tasvir ettiğim bu kapsama birebir uyan emsal bir yargı kararına ulaşmak zordur. Bu sebeple, yalnızca Bursa 1. İdare Mahkemesinin 28.07.2021 tarihli ve esas: 2021/711 karar: 2021/634 sayılı (Av. Emirhan Derdiman’ın vekaletini üstlendiği bir davaya ait olan ve yayınlanmamış) kararına ulaşabildim.

[2]        Dilekçenin reddi gibi bir karar ile karşılaşmamak için, dilekçe ekine başlangıçta ulaşılabilen ve davayı etkileyecek tüm bilgi ve belgeler konmalıdır. Örneğin Danıştay 8. Dairesinin 02.03.2021 tarihli ve Esas: 2021/732 Karar: 2021/1251 sayılı ve 16.02.2021 tarihli ve esas: 2020/7852 Karar: 2021/901 sayılı kararlarından ((https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 29.07.2021), davayı etkileyebilecek ve davaya dayanak olabilecek belgelerin dilekçeye eklenmesi gerekir. Kanaatimce dava dilekçesine ek konması sehven unutulmuşsa hemen verilecek bir beyanla sunulmalıdır. Bu durumun, bu yazıda belirtilen gerekçelerle, dilekçe ret sebebi olmadan davaya devam edilmesini mümkün kılması gerekir. Ulaşılamayan belgeler de ulaşıldığında ayrı bir beyanla, aynı esas sayılı dava dosyasına konulması için sunulmalıdır.

[3]        Literatür için bakınız: dipnot 14. Diğer taraftan, davanın esasına geçildikten sonra karşılaşılan böyle bir durumda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun (=İYUK) ve diğer kanunlarda, bu sorunun çözünme birebir uyan bir hüküm bulunmadığından, hukuka uygun en isabetli yol, öncelikle adil yargılanma hakkının mümkün olduğunca kısıtlanmamış olması, aksi halde de en fazla dilekçenin reddine karar verilmesidir.

[4]        Anayasa Mahkemesi (=AYM) makul sürede yargılanmayı bir hak olarak görmektedir. Anayasa Mahkemesi 2. Bölümünün 7/1/2016 tarihli ve 2013/7472 başvuru sayılı Selin Mirkelam kararı, (§ 30) ve bu kararda atıf yapılan AİHM kararları.

[5]        AYM 1. Bölümünün 21/3/2019 ve 2016/1253 başvuru sayılı (Ömer Faruk Eski) kararı ve bu kararda atıf yapılan, AYM’nin 7/11/2013 ve 2012/660 kişisel başvuru sayılı Kamil Koç Kararı, § 65.

[6]        Danıştay 14. Dairesinin 06.02.2012 tarihli ve 2011/6523, karar: 2012/383 sayılı kararı, (nakleden: Bilgin, Hüseyin, İdari Yargı İçin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini Uygulama Rehberi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 143, 144). Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 25.10.2013 tarihli ve esas: 2013/1584 karar: 2013/1800 sayılı kararı (nakleden: Bilgin, s. 149) “yargı mercilerinin usul kurallarını çok sıkı uygulanması ve dar yorumlaması nedeniyle kişilerin, uyuşmazlığın esasının incelenmesinden mahrum bırakılmasının AİHS’nin(Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin) 6/1 maddesini ihlal edeceği” hakkındadır. Danıştay 6. Dairesinin, 24.12.2020 tarihli ve Esas: 2020/10431 Karar: 2020/13607 sayılı kararı da (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 25.07.2021), dava açma hakkının makûl olmayan ölçüde sınırlandırıcı etkenlerden kaçınmak gerektiğine işaret edilmektedir.

[7]        AYM 2. Bölümünün, 07/11/2013 ve 2012/1198 başvuru sayılı Selahattin Akyıl kararı ( §59) ve bu kararda atıf yapılan AİHM kararları.

[8]        AYM 2. Bölümünün 7/1/2016 tarihli ve 2013/7472 başvuru sayılı Selin Mirkelam kararı, § 30.

[9]        Bursa 1. İdare Mahkemesinin 28.07.2021 tarihli ve esas: 2021/711 karar: 2021/634 sayılı kararı, bakınız: dipnot 1.

[10]       Zira harç, adı üzerinde, yapılan bir kamu hizmeti için öngörülen ve bu hizmetin verildiği kişilerin, rızalarına bakılmaksızın Devletçe alınan harcama gideri ya da harcamaya katılma payı diye tanımlanmaktadır ve konumuza ilişkin olarak alınan harçlar yapılan/yapılacak yargısal işlemler karşılığıdır. Benzer görüş: Öncel, Muallâ-Kumrulu, Ahmet-Çağan, Nami, Vergi Hukuku, 20. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2011, s. 437.

[11]       İYUK dilekçenin nasıl yazılacağı konusunda bir hüküm içermemektedir. Önemli olan, İYUK’da yer alan ve dilekçede belirtilmesi gereken hususların eksik bırakılmamasıdır.

[12]       Yıldırım, Ramazan-Çınarlı, Serkan, İdari Yargılama Hukuku Dersleri, Astana Yayınları, Ankara, 2018, s. 141.

[13]       Akyılmaz, Bahtiyar-Sezginer, Murat-Kaya, Cemil, Türk İdari Yargılama Hukuku, Savaş Yayınları, Ankara, 2018, s. 140

[14]       Yenice, Kazım-Esin, Yüksel, Açıklamalı, İçtihatlı, Notlu İdari Yargılama Usulü, Arısan Matbaacılık, Ankara, 1983, s. 141, 514; Candan, Turgut, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara, 2005, s. 539; Karavelioğlu, Celâl, İdari yargılama Usulü Kanunu, cilt:1, Kayseri?, 2001, s. 409;  Özbalcı, Yılmaz, Vergi davaları, Oluş Yayıncılık, Ankara, 2001, s. 110; Sarıaslan, Osman, Vergi Uyuşmazlıklarına İlişin Davalarda İlk İnceleme, Türkiye Adalet Akademisi Yayını, Ankara, 2014, s. 223.

[15]       Benzer görüş: Yenice, Esin, s. 142.

[16]       “… davacının tebligata salih adres bildirene kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına…” Danıştay 12. Dairesinin 30.04.1969 tarihli ve esas: 1969/832, karar: 1969/854 sayılı kararı, nakleden: Yenice-Esin, s. 142. Aynı karar için bakınız:  bkz: Özbalcı, s. 127.

[17]       Danıştay 5. Dairesinin 11.11.1985 tarihli ve e: 1985/1330, k: 1985/2427 sayılı kararı Ergen, Cafer, İdarî Yargılama Usulü Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008, s. 93’den nakleden: Derdiman, R. Cengiz, İdarî Yargının Genel Esasları, 3. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2014, s. 99. Danıştay’ın bazı kararları ise, dilekçenin imzalanmamış olmasını, “imzanın bulunmaması halinde idari uyuşmazlık ihdası isteğinden söz edilemeyeceği” gerekçesi ile davanın reddi sebebi saymaktadır. Örneğin: Danıştay 10. Dairesinin 22.05.1980 tarihli ve esas: 1978/171, karar: 1980/1449 sayılı kararı, nakleden: Candan, s. 253. Ancak burada, imzanın olmayışının, aksi sabit olmadıkça uyuşmazlık çıkarmak isteğinin bulunmayışını gösterdiği gibi bir teşhis, adil yargılanma hakkına aykırı olacaktır. Bu sebeple, kişilerin dava dilekçelerine bilerek imza atmayışlarının tespiti hariç, dava dilekçelerindeki imza eksiklikleri en fazla dilekçe ret sebebi olmalıdır.

[18]       Zabunoğlu, Yahya Kazım, İdare Hukuku II, Yetkin Yayınları Ankara, 20212, s. 509

[19]       İdari yargıda davaların avukatla takibi gibi bir zorunluluk yoktur. Davasını avukat aracılığı ile takip etmek isteyen davacı vekâlet vermeli ve bu vekâletnamenin aslı ya da avukat tarafından tasdiklenmiş sureti, pulu yapıştırılarak (Ağar, Serkan, “Dava Vekaletinin “İllâ” Noterden Düzenlenmesi Şart mı?”, Ankara Barosu Dergisi, Yıl: 68, Sayı: 2010/2, ss: 211-223, s. 222), dava dilekçesi ekinde yer almalıdır. Vekâletin şeklen yazılı olacağı düşünülürse de, illâ Noterden verilmesi gibi bir zorunluluk 1136 Sayılı Avukatlık Kanununda olmadığı gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda da yoktur. Yazılı ve müvekkil tarafından imzalanmış yazılı vekâletname bu durumda yeterli olduğu iddia olunabilecektir. (Bakınız: Gözübüyük, Abdullah Şeref-Tan, Turgut, İdare Hukuku-cilt: 2 İdari Yargılama Hukuku, güncellenmiş 6. Bası, Turhan Kitabevi yayını, Ankara, 2013, s. 796; benzer görüş: Derdiman, s. 349; Ağar, s. 222, 223; noter tasdikinin asıl olduğu yönünde görüş: Zabunoğlu, s. 510).

Avukatın vekâletname sunmadan açtığı davalarda vekâletnameyi ilk fırsatta sunması gerekmektedir. İstenildiği halde vekâletnamenin ibraz edilmemiş olması dilekçe ret nedeni olup (Danıştay 5. Dairesinin 22.05.1978 tarihli ve esas: 1974/448 karar: 1978/1867 tarihli kararı, nakleden: Özbalcı, s. 336)  esasa girmeye engel görülmektedir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26.02.1999 tarihli ve Esas No: 1998/813 Karar No: 1999/322 sayılı kararı ((https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 23.07.2021).

[20]       Bakınız dipnot: 14

[21]       Danıştay 12. Daire Esas: 2020 / 5343 Karar: 2021 / 1024 Karar Tarihi: 25.02.2021 (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 24.07.2021)

[22]       Davacının ve ortağı birlikte düzenledikleri dava dilekçesinde, ortağın adı soyadı ve imzasının bulunmamasından dolayı dilekçenin reddine hükmedilmiştir. {Danıştay Dava Daireleri Kurulunun (=DDDK’nın) 21.04.1978 tarihli ve esas: 1978/783, karar: 1978/320 sayılı kararı, nakleden: Yenice-Esin, s. 142; Özbalcı, s. 122}.

[23]       Danıştay 12. Dairesinin 06.11.1969 tarihli ve esas: 1969/3456 karar: 1969/1909 sayılı kararı, Bakınız: Gözübüyük-Tan,s. 895; Yenice-Esin, s. 245.

[24]       DDDK’nın 13.02.1976 tarihli ve esas: 1976/1071, karar: 1976/60 sayılı kararı, nakleden: Karavelioğlu, s. 409.

[25]       Danıştay 10. Dairesinin 24.03.1984 tarihli ve esas: 1984/1482, karar: 1984/1748 sayılı kararı, Candan, s. 530; Aynı yöndeki görüşler için bakınız: Sarıaslan, s. 223.

[26]       Danıştay 7. Dairesinin 10.02.2005 tarihli ve esas: 2002/4607, karar: 2005/153 sayılı kararı, nakleden: Candan, s. 530.

[27]       Gözübüyük-Tan, s. 796.

[28]       Örneğin: Danıştay 13. Dairesinin 18.11.2015 tarihli ve esas: 2015/4623, karar: 2015/4018 sayılı kararı (nakleden: Bilgin, s. 205), “usul kurallarının geniş yorumlanmasının AİHS gereği olduğu hakkındad(dır).” Ayrıca bakınız dipnot: 6.

[29]       Benzer görüş: Sancakdar, Oğuz, İdari yargılama Hukuku, Genel Esaslar, 2. Baskı, Kanyılmaz Matbaası, İzmir, 2018, s. 87.

[30]       Sancakdar, s. 100.

[31]       Benzer görüş, Örneğin: Karahanoğulları, Onur, İdari Yargı-İdarenin Hukuka Zorlanması, Turhan Kitabevi Yayını, Ankara, 2019, s. 329.

[32]       Benzer görüş: Işıklar, Celâl, “İdari Yargılamada İlk İncelemenin Sıra, Düzen ve Usûlü” Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Cilt:1,Yıl:2, Sayı:6,  (https://www.acarindex.com, 24.07.2021) s. 30, 31.

[33]       Danıştay 12. Dairesinin 21.05.1966 gün ve esas: 1966/127, karar: 1966/1919 sayılı kararı, nakleden: Esin, Yüksel-Dündar, Erol, Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, Birinci Kitap: Usul, Balkanoğlu Matbaacılık, Ankara, 1971, s. 169

[34]       Karahanoğulları, s. 331. Örneğin, “İdarî işlemin iptalinin istenilebilmesi için davacının menfaatinin ihlâl edilmiş olması gerekir. Yargı kararlarında ve (doktrinde) “menfaat”, dâvacı ile iptalini istediği idarî işlem arasındaki bağı, ilgiyi anlatır. İdarî işlem ile dâva açan kişi arasında meşru, güncel ve ciddî bir ilişki söz konusu ise davada menfaat bağı bulunduğu kabul edilmektedir.” AYM’nin 21.09.1995 tarih ve E. 1995/27 K. 1995/47 sayılı kararı.

[35]       Örneğin: Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesinin 16.04.1980 tarihli ve esas: 1980/125, karar: 1980/98 sayılı kararı, Akyılmaz, Bahtiyar-Sezginer, Murat-Kaya, Cemil, İdari Yargı Mevzuatı, Güncellenmiş 8. Baskı, Seçkin Yayını, Ankara, 2015, s. 231.

[36]       Örneğin: Danıştay 10. Dairesinin 03.03.1989 tarihli ve esas 1988/3078 karar: 1989/547 sayılı kararı, nakleden: Demirkol, Selami-Bereket Taş, Zuhal İdari Yargıda Dava Açma ve Davaları Takip Usulü, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Beta Yayınları İstanbul,2005, s. 95.

[37]       Danıştay 10. Dairesinin 27.01.1993 tarihli ve esas: 1991/4726, karar: 1993/281 sayılı kararı, nakleden: Demirkol-Bereket Baş, s. 95.

[38]       Bakınız yukarıda dipnot 14.

[39]       Onar, S. Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, cilt: 3 İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1966, s. 1782.

[40]       Örneğin: Danıştay 12. Daire Esas: 2020 / 5343 Karar: 2021 / 1024 Karar Tarihi: 25.02.2021 (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 24.07.2021)

[41]       Örneğin: “…zarar gören menkul veya taşınmaz ile mülkiyet veya zilyetlik bağı bulunmayan kişinin ehliyeti bulunmadığına…”; DDDK’nın 21.1.1972 tarihli ve  esas: 1968/107, karar: 1972/53 sayılı kararı, nakleden: Işıklar, s. 31.

[42]       Danıştay 10. Dairesi’nin, 26.12.2003, e: 2000/6026, k: 2003/5391 sayılı kararı nakleden Derdiman, s. 117.

[43]       Derdiman, s. 117.

[44]       Anayasa Mahkemesi 1. Bölümünün 21/3/2019 ve 2016/1253 başvuru sayılı (Ömer Faruk Eski) kararı.

[45]       Aynı Yönde: Anayasa Mahkemesinin 7/11/2013 ve 2012/660 kişisel başvuru sayılı Kamil Koç Kararı, § 65, bakınız: Anayasa Mahkemesi 1. Bölümünün 21/3/2019 ve 2016/1253 başvuru sayılı (Ömer Faruk Eski) kararı.)

[46]       Danıştay 6. Dairesinin, 24.12.2020 tarihli ve Esas: 2020/10431 Karar: 2020/13607 sayılı kararı (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 25.07.2021).

[47]       “Davacının kimliğinin tespit edilememesi nedeniyle belediye binasına alınmasına izin verilmemesine ilişkin dava konusu işlemin bizzat davacıyı ilgilendirdiği hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Bu itibarla dava konusu işlemle doğrudan meşru, güncel ve kişisel menfaati ihlal edilen davacının, bu işlemin iptali istemiyle açmış olduğu davayı, dava konusu işlemin davacıya yönelik olmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddeden mahkeme kararda hukuka uygunluk görülmemektedir.” Danıştay 10. Dairesinin 20.10.2010 tarihli ve Esas: 2007/ 4203 Karar: 2010 / 8279 sayılı kararı, (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 25.07.2021)

[48]          Danıştay 9. Dairesinin 30.03.2021 tarihli ve esas: 2020/292 karar: 2021/2330 sayılı karar düzeltme kararıyla  (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 28.07.2021).

[49]       Onar, s. 1781.

[50]       Onar, s. 1781.

[51]       Berk, Kahraman; İdari Yargılama Usûlü Kanun’una Göre İlk İnceleme, Alfa Yayınları, İstanbul 2008, s. 30, 31, nakleden: Işıklar, s. 28.

[52]       “…davacının dava açma süresi içinde verdiği düzeltme dilekçesindeki beyanı ve talebi dikkate alınmadan ilk verilen dilekçeye göre dava konusunun nitelendirildiği görülmektedir. Bu durumda, dava açma süresi içerisinde Mahkeme kaydına giren dilekçe ile iptali istenilen 13659 ada, 1 sayılı 6.274,81 m² yüzölçümlü taşınmazın kiralama ihalesinin davanın konusu olduğu kabul edilerek … bir karar verilmesi gerekirken, …davanın incelenmeksizin reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.” Danıştay 13. Dairesinin 19.01.2018 tarihli ve Esas: 2017/2918 Karar: 2018/257 sayılı kararı (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 24.07.2021).

[53]       Bakınız: Dipnot 6, 28, 44, 45, 46.

[54]       Yasin, Melikşah, “İdarî Yargılama Usûlünde Dâvâdan Feragat ve Dâvâyı Kabul”, Ankara Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, c. 8, sayı: 3-4, yıl: 2004, s. 151; Derdiman, s. 454.

[55]       Dipnot: 1.

[56]       Bursa 1. İdare Mahkemesinin 28.07.2021 tarihli ve esas: 2021/711 karar: 2021/634 sayılı kararı. Bakınız: dipnot 1.

[57]       Danıştay 5. Dairesinin 03.02.2016 tarihli ve Esas: 2016/452 Karar: 2016/476 sayılı kararı  (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 27.07.2021).

[58]        Danıştay 13. Dairesinin 30.06.2020 tarihli ve esas: Esas: 2019/1476 Karar: 2020/1652 sayılı kararı (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 27.07.2021). Faklı iki dava ya da itirazın birleştirilmesi gibi hallerde de dosyanın birisi kapatılarak diğer dosyada birleştirilebilmekte; dolayısıyla bu gibi hallerde de dosyanın birisi için esas kaydının kapatılması kararı verilebilmektedir. Örneğin bakınız: Danıştay 1. Dairesinin 18.12.2019 tarihli ve esas: 2019/1950 karar:2019/1978 sayılı kararı (https://www.sinerjimevzuat.com.tr/, 27.07.2021)

Önceki YazıAlıntı Kavramı ve Bilimsel Eserlerde Alıntı
Sonraki YazıDosyanın Kapatılması İdari Yargıda İstenebilir mi?