Soru Özeti/İçeriği:
Hekimin muayene ve tedavisinden doğan bir doğan zararın giderilmesi için tazminat istenebilir mi? Bu kapsamda açılacak davalarda dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
Sağlık hakkı hem uluslararası sözleşmelerle hem de ulusal düzenlemelerde teminat altına alınmıştır. Şöyle ki;
1-) 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.maddesi; “1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”
2-) 1982 Anayasanın 56. maddesinin 2 ve diğer fıkralarına göre; “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”
Genel Olarak
Kişiler hastalık yahut herhangi bir şekilde sağlık problemleri dolayısıyla bir hekime muayene ve tedavi maksadıyla başvurabilirler. Yapılan başvuruyla birlikte bir hekim tarafından, muayene ve/veya belirlenen sağlık sorununun giderilmesi için uygun bir tedavi yöntemi başlatılabilir. Hasta Hakları Yönetmeliği, hekimlerin muayene ve tedavilerinde acil zorunlu haller dışında hastanın rızasını şart koşmuş ve hekimlerin bilimsel tıbbi icaplara uygun, tıbbi özeni göstererek hareket edeceklerini belirtmiştir.
Hastanın kusurlu tıbbi müdahaleden dolayı, gördüğü zararın tazmini için dava açma hakkı bulunmaktadır. Bu davalara hukuk terminolojisinde “Malpraktis Davaları” denmektedir. Buna göre, “malpraktis davaları, hastanın, hekimlerce kusurlu olarak muayene ve/veya tedavi edilmesinden doğan bir zararın giderilmesine ilişkin olarak açabileceği dava türü” şeklinde tanımlanabilir. Uygulamada en çok karşılaşılan malpraktis davalarının konularına örnek olarak; yürütülen yanlış tedavi sonucu hastanın sakat kalması veya bir uzvunda işlevsizlik meydana gelmesidir.
Burada incelememizin kapsamı, ceza davaları değil tazminat davalarıdır. Aşağıda belirtileceği gibi idari ya da adli nitelikli olan bu davalara ceza davaları karşılığı olarak kullanılacak tabirle (geniş anlamda) “hukuk davaları” da denilebilir.
Bu davalar yerine göre, sadece tazminat davalarıyla sınırlı kalmamakta, hekim ve/ya da diğer sağlık personelinin cezai sorumluluğuna ilişkin dava türlerini de kapsayabilmektedir. “Malpraktis Ceza Davaları”na ilişkin olan yazıya, buradan ulaşabilirsiniz.
Görevli Mahkeme
Malpraktis davasında görevli mahkemenin belirlenmesinde ikili bir ayrım söz konusudur. Şöyle ki;
1-) Birinci durum tedaviyi yapan doktorun kamu hastanesinde çalışıyor olmasıdır. Bu durumda; idareye karşı, idare mahkemelerinde tam yargı davası açılması gerekmektedir. Bu durumda, mahkemece idare aleyhine karar verilmesi durumunda; devlet, personeli olan doktora, doktorun kusuru oranında rücu edebilecektir. Örneğin; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de, E. 2016/7194 K.2016/11791 sayılı kararında: “Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen koşullara uygun olarak, idare aleyhine açılabileceğine…” karar vermiştir.
2-) İkinci durum tedaviyi yapan doktorun özel bir hastanede çalışıyor olmasıdır. Bu durumda; doğrudan hekime ve istenmesi durumunda hekimle birlikte özel hastaneye karşı dava açılabilecektir. Hekim ile hasta ilişkisinin vekâlet sözleşmesinden kaynaklandığı durumda 6502 Sayılı yasanın 28.5.2014 tarihinde yürürlüğe girmesinden önce bu davalar Asliye Hukuk Mahkemeleri görevliydi. Ancak vekâlet akdi 28.5.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 Sayılı yasa kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla bu davalara bakmakla görevli mahkemeler artık Tüketici Mahkemeleridir. Önceden açılmış davalar ise, aynı kanunun geçici 1. maddesinin; “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam eder” hükmü gereğince açıldığı asliye hukuk mahkemesinde görülmeye devam edecektir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2016/1312 K. 2016/6953 sayılı kararı anlattığımız bu hususlarda emsal teşkil etmektedir.
3-) 1219 sayılı Tababeti Şuabaetın İcrasına Dair Kanunun ek 12. maddesine göre, hekimler tıbbi kötü uygulama nedeniyle hastalara verebilecekleri zararlardan dolayı ödenen tazminatların kendilerine rücu ettirilmesine karşı mali sorumluluk sigortası yaptırmak zorundadırlar. Bu sigorta, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışsın çalışmasın tüm hekimler için yükümlülük olarak konmuştur. Kurumlarca hekimlere rücu halinde sigorta garanti miktar kadar ödeme bu sigorta tarafından, varsa geri kalan kısımda hekim tarafından tamamlanacaktır.
Malpraktis Davalarında Dikkat Edilecek Hususlar
1-) Her tıbbi müdahalenin, hasta açısından bir takım riski söz konusudur. Dolayısıyla yapılan tedavi sonucunda oluşabilecek her zarar malpraktis davasına konu olamayacaktır. Malpraktis davasında sonuç alınabilmesi için;
- Hekimin tıp ilminin gereklerine ve özen gösterme yükümlülüğüne aykırı şekilde kusurlu hareket etmiş olması(kusur),
- Hastada bir zarar meydana gelmesi(zarar),
- Meydana gelen zararın kusurlu hareketten kaynaklanmış olması(illiyet/nedensellik bağı),
Şartlarının birlikte mevcut olması ve bu mevcudiyetin sübuta ermesi (ispatlanmış olması) gerekecektir.
2-) Tedavi sürecinde olsun veya daha sonra olsun, zararın meydana gelmesine hastanın kendi kusuru veya ihmalinin sebep olması durumunda, malpraktis davası ile tazminat talep edilmesinden sonuç alınamayacaktır. Dolayısıyla burada zararın, hekimin kusurlu davranışından kaynaklanmasına vurgu yapan illiyet (nedensellik) bağının varlığını hekimin sorumluluğunun belirlenmesinde ana eksen görmek şarttır.
Örnek olarak; tedavi sonrasında her hafta iğne yapılması gerekmesine rağmen doktorun bu önerisini ihmal eden hastanın ileride bu sebeple zararla karşılaşması durumunda zarar hastanın kendi ihmalinden/kusurundan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple hasta, malpraktis davası açarak hekimin sorumluluğuna gidemeyecektir. Kaldı ki, örneğin, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 25. maddesine göre “Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir.”
3-) Zarar maddi olabileceği gibi elem, ızdırap duyma gibi şekillerde ortaya çıkan manevi zarar şeklinde de olabilir. Bir olayda kişinin hem maddi hem manevi zarar görmesi mümkündür. Maddi ve manevi tazminat talebi içeriğinde;
- Hastane veya ameliyat masraflarının,
- Hastanın tedavi sebebiyle çalışamadığı zamanda uğradığı kazanç kayıplarının,
- Kusurlu müdahale sebebiyle yeniden yapılacak olan tedavi masraflarının,
- Kusurlu müdahale sebebiyle davacı hastanın çektiği acı, ızdırap, elem ve üzüntü şeklinde ki manevi zarar addedilen zararının,
Giderilmesi için uygun görülecek bir miktar(meblâğ), talep olarak yer alacaktır.
4-) Uygulamada malpraktis davasında kusurun tespiti için bilirkişi incelemesi talep edilmektedir. Bilirkişi olarak bu hususta bilirkişi listesine kayıtlı kişiler atanabilecektir. Ancak uygulamada genellikle Adli Tıp Kurumu ve Yüksek Sağlık Şura’nın ilgili birimlerince bilirkişi incelemesi yapılmaktadır.
5-) Hekim tarafından, yapılacak tıbbi müdahale hakkında hastaya ve/veya yasal temsilcisine tedavide ve tedaviden sonra oluşabilecek riskler hakkında gerekli bilgi verilmek ve onaylarının alınması zorunludur. Dolayısıyla hekimin, aydınlatma yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği durumda da sorumluluğu doğacaktır. Ancak, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24 vd. maddelerinde belirtildiği üzere “tıbbi zaruret hallerinde” hastanın aydınlatılması ve onayının alınması şartı aranmayacaktır.