Bu yazı, “muhafaza-i müddet” ya da “müddeti muhafaza” da denilen süre tutum dilekçesini konu almıştır. Yazıda süre tutum dilekçesinin; anlamı, kapsamı, yargılama usûllerinde uygulanabilirliği ele alınmaktadır.

Yazıda ileri sürülenler bağlayıcı değil; bir kanaat ve tavsiye niteliğindedir.

Süre tutum müessesesi(=kurumu), mahkemelerin/yargı mercilerinin hükümlerini açıklamalarından sonra başlayan; itiraz, istinaf ya da temyiz sürelerinin gerekçeli karara kadar tutulması talebini içerir.

Bu durumda, gerekçeli karardan önce (“kısa karar” da denilen) “hükmün”, açıklandığı her halde; gerekçeli karara karşı başvurunun yapılması maksadıyla, süre tutumu talep edilebilir.

Süre tutum talebi, kararı veren yargı merciine verilecek bir dilekçe ile yapılabilmektedir. Yine de b dilekçede bizce, bir hukuka aykırılık gerekçesine ve talebe de yer veren üslûbun tercihi, isabetlidir. (“Talep”ten maksat da asıl kanun yolu başvurusunda yargı merciinden başvuru dilekçesinde istenecek konulardır.) Süre tutum dilekçesi, böylece -ve aynı zamanda- başvuru dilekçesinin gereklerini de karşılamış olacaktır. Böylece asıl dilekçe verilmediğinde süreden ret ihtimali de bertaraf edilmiş olacaktır.

Süre tutum dilekçenin kanun yollarına başvuru dilekçesi formatında hazırlanması uygundur.

Yasal hükümler, bazı kimselerin ya da makamların, kanun yolu başvurularında gerekçe göstermelerini zorunlu tutmuştur. Örneğin, ceza davasındaki kanun yolu başvurularından: istinafta Cumhuriyet savcısının; temyizde ise hem şüpheli/sanık tarafı ve hem de Cumhuriyet savcılarının gerekçe göstermeleri gerekecektir. Kanun gerekçe istediği hallerde gerekçesiz kanun yolu başvuruları; başvurunun reddiyle sonuçlanabilecektir. “Usûl ve kanuna aykırılık” gibi ifadeler gerekçe olarak yeterli olmayabilir; gerekçenin daha somut da yazılması uygun olabilir.

Süre tutum dilekçeleri akabinde, gerekçeli kararın tebliğinden sonra, yeni ve esas dilekçenin verilmesi bir şekilde mümkün olmayabilir. Bu gibi bir durumda: Dilekçenin/başvurunun süreden dolayı reddedilmemesi için ve  temkin gereği olarak; bizce, süre tutum dilekçesinde gerekçe, süre tutum talebi ve istenilen talep yazılmalıdır. 

1. Süre Tutum Dilekçesinin Tanımı, Sebebi ve Kapsamı

Süre tutum (=muhafaza-i müddet, müddeti muhafaza) dilekçesi,

1-) Mahkemenin hükmünü açıklanması ile başlayan başvuru süresinin;

2-) Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içinde yapılacak başvuruya kadar,

Tutulması istemini(=talebini) içermektedir.

Anayasa Mahkemesi(AYM) de kısa kararın açıklanması ile başvuru sürelerinin başladığı hallerde; hak kaybına uğramamak için, süre tutum dilekçesinin gerekli olabileceğine işaret etmiştir.[1]

Süre tutum dilekçesi, kararı veren yargı mercilerine hitaben yazılarak, bu mercilere verilir.

Dilekçenin başlığında, dilekçenin:

1-) Yerel mahkemeye istinaf için verilmesi halinde; anılan yerel mahkeme aracılığıyla gönderilecek istinaf merciinin,

2-) İstinaf merciine verilmesi halinde; anılan istinaf mercii aracılığıyla Yargıtay ilgili dairesine;

3-) Yargıtay ilgili Dairesinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği karara karşı verilmesi halinde; bu temyiz için, bu Daire aracılığıyla ilgili Kurullara;

Hitap edici başlık gerekecektir. Böylece dilekçeler;

1-) İstinaf merciine gönderilmek üzere yerel mahkemeye;

2-) Temyiz merciine gönderilmek üzere istinaf merciine;

3-) Yargıtay ilgili Kuruluna gönderilmek üzere ilgili Dairesine;

Verilmiş olacaktır.

Süre tutum dilekçeleri de diğer istinaf ya da temyiz başvuru dilekçeleri formatında yazılmalıdır.

Yargılama hukukunda;

1-) İlk derece mahkemesinin verdiği karara karşı istinaf mercii olarak bölge idare ya da adliye mahkemelerine;

2-) İstinaf merciinin verdiği nihaî kararlara karşı da Yargıtay ya da Danıştay ilgili dairesi ya da kurullarına temyiz;

Başvuruları yapılabilmektedir.

Muhakeme kanunları bu başvurular için; 7, 15 veya 30 gün; ya da bir ya da iki hafta gibi süreler öngörmektedirler.

Buna karşılık, bu sürelerin ne zaman başlayacağı ciddi bir konudur. Kanunların bir kısmı açıkça; istinaf ya da temyiz başvurularının gerekçeli kararların tebliğinden sonra yapılacağını belirtmişlerdir.

2. Süre Tutum Dilekçesini Gerektiren Hukukî Durumlar

2.1. Medeni(=Hukuk) Yargılama Usûlünde

Hukuk davalarında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri  Kanunun(HMK’nın) 345. maddesine göre: İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, “ilâm”ın usûlen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar.

“İlâm”dan maksat, mahkemenin gerekçeli kararı olarak anlaşılmalıdır. Ama kanunda böyle bir açıklık getirilmeden, “ilâm” tabiri yer almıştır.

HMK’nın 361. maddesi, temyizi kaabil(≈mümkün) nihaî kararlar ile hakem kararlarının temyizine imkân vermiştir. Dolayısıyla:

“Taraflara tebliğ edilen kısa kararın gerekçesinin tefhim edilmemesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararının tebliğinden itibaren başlar.”[2]

Bu sebeplerle, hukuk davalarında; istinaf ve temyiz sürelerinin başlangıçlarında gerekçeli karar yazılıp tebliğ edildiği tarih esas alınacaktır.

Ama AYM’nin bir kararlarında da belirtildiği üzere; bu davalarda; hükmün önceden açıklanması halinde süre tutum dilekçesi verme imkânı vardır. Ve hatta bu, gerekli de olabilir. Süre tutum dilekçesiyle birlikte harç ve masraf yatırılması gerekip de yatırılmamışsa; mahkeme eksikleri giderme talebi yapacaktır. Bunlardan dolayı “süre geçti” diye gerekçeli karara karşı yapılan gerekçeli kanun yolu başvurusu reddedil(e)meyecektir. Bu hususlar; kanun yolu başvurusunu bu sebeplerle reddeden yargı kararına karşı; anılan AYM kararında[3] açıkça yer almıştır. AYM’nin kararında, bu yargı kararının hak ihlâli oluşturduğu belirtilmiş olmaktadır.

2.2. Ceza Yargılama Usûlünde

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun(CMK’nın) 273/1. maddesine göre: “istinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye” yapılır. CMK’nın 291/1. maddesine göre de; “temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye” yapılabilir.

Dikkat edilirse, CMK, istinaf ya da temyiz başvurularında; “hükmün açıklanması”nı esas almış olmaktadır. CMK’nın 275 ve 293/2. maddelerine göre açıklanan hüküm; tamamlanmış olan, yani “gerekçeli karar” değilse:

1-) İstinaf başvurusunda yerel mahkemece;

2-) Temyiz başvurusunda ise İstinaf merciince;

Kanun yoluna başvurulduğunun öğrenildiği tarihten itibaren 7 gün içinde, gerekçeli kararın açıklanması ve tebliğe çıkarılması gerekmektedir.

Bu hükümler açıklanan hükmün (≈kısa kararın) açıklanması ya da tebliğinden sonra süre tutum dilekçesi verilmezse; kanun yollarına başvuru hakkının kaybı riskine de işaret etmektedirler.

Bu nedenle ceza muhakemesinde kısa kararların açıklanmasından sonra süre tutum dilekçesi vermek, doğru bir tercih olarak görünmektedir.

2.3. İdarî Yargılama Usûlünde

İdari yargılamada sözlü yargılama istisna olup sadece ve o da bir kezi geçmeyecek şekilde duruşma yapılabilmektedir. Duruşmadan sonra, -en geç 15 gün içinde- nihaî kararın verilmesi gerekmektedir. İdari yargıda:

1-) Kanun yollarına başvuru süreleri 30 gündür.

2-) Kanun yollarına başvuru sürelerinin başlangıcında bu kararın tebliğ tarihi esas alınmaktadır.

3-) Kararın yasal hükme göre duruşmadan sonra verilmesi gerekmektedir.

Yasal hükümde “hükmün açıklanması” ve benzer tabirler yoktur. İdari yargıda istinaf ve temyiz süreleri, kararlarının tebliğ tarihinden itibaren 30 gündür. İdarî yargılamada yazılılık esastır. Bu da; tebliğ edilecek kararın, “gerekçeli ve tamamlanmış bir karar” olacağını göstermektedir. Bir de:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda ilgili yargı mercilerinin verecekleri nihaî(≈son) kararlara karşı istinaf ya da temyiz başvurusu öngörülmüştür.[4] Kanundaki “karar” ya da “nihaî karar” terimleriyle; “kısa hüküm”lerin değil “gerekçeli karar”ların kastedildiği açıktır.

Yine de: -bizce mümkün görülmese de-; yasal hükümlerde “karar” terimini “kısa karar”ı da kapsayabileceği düşünülürse; gerekçeli kararın tebliğine kadar süre kaybı ihtimalini bertaraf etmek gerekebilir. Ancak böyle bir durumda süre tutum dilekçesi verilmesi gerekebilir.

2.4. Anayasa Mahkemesine(AYM’ye) Başvurular

Kişisel(=bireysel) başvuru süresi; 30 gündür. Sürelerin başlangıcında “kesinleşen” kararların öğrenme/tebliğ/tefhim(=yüze karşı okunma) tarihleri esas alınır. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluş ve Yargılama Usulleri Kanununun 47. maddesi, 30 günlük süreyi idari ve yargısal başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren başlatmaktadır.

Yargı merciince gerekçeli karar bilâhere tebliğ edilmek üzere, kesin nitelikteki hükümlerin öncelikle açıklandığı tarihte, yargısal yollar tüketilmiş olacaktır.  Sürenin de bu tarihten itibaren başlaması gerekecektir.

Başka bir yargı merciine itirazı ya da kanun yolu başvurusu kaabil(≈mümkün) olmayan kararlar, tefhim birlikte kesinleşmiş olduklarından; başvuru süresinin, bu tefhimle birlikte başlaması gerekmektedir.

Diğer hallerde olağan başvuru yollarının tüketilmesi gerekmekte ve nihayetinde verilen kesinleşmiş karar gerekmektedir.[5] AYM bir kararında başvuru şartı için nihaî kararın tebliği ya da öğrenilmesini esas almıştır.[6] Bu durum, süre için gerekçeli kararın beklenebileceğine de imkân vermiş olmaktadır.

Yargısal yolların hükmüm kısa kararlar açıklandığı durumlarda AYM’den; “.gerekçeli kararın tebliğinden sonra başvuru yapmak üzere sürenin tutulması.” talebini engelleyen yasal bir hüküm yoktur. Kısa kararın açıklandığı hallerde sürenin; tamamlanmış kararın başvurucuya verilinceye kadar kesilmesi gerektiği görüşü de;[7] gerekçeli kararla birlikte sürenin yeniden başlayacağına işaret etmiş olmaktadır.

Kanaatimizce:

Gerekçeli kararın tebliğini bekleyerek süreyi kaçırma riskine karşı; kısa kararın açıklanmasıyla birlikte 30 günlük süre içinde başvuru ve talebin yapılması daha uygundur. Bu başvuruda, gerekçeli kararın öğrenilmesinden sonra gerektiğinde yeni veya ek gerekçe ve beyanların sunulacağı dile getirilebilir. AYM internet sitesinde, başvuruların yapılması için bir form öngörmüştür. Başvurular zaten bu form doldurularak yapılmaktadır.

Sonuçta, hükmün açıklanmasıyla AYM’ye başvuru halinde: gerekçeli kararda daha farklı bir durum var da cevap gerekiyorsa; bunu/bunları açıklayan ek beyan göndermek de mümkündür. Çünkü bunu kısıtlayıcı hüküm yoktur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine(AİHM’e) Başvurular

AİHM’e başvurular için de normal cereyan edecek usul ve şartlarda;

AYM’den çıkan gerekçeli karar esas alınmalıdır. Şayet kısa karar önceden öğrenilmiş ya da tebellüğ edilmişse;

1-) Gerekçeli kararın açıklanması beklenmeden başvuru yapmayı engelleyen;

2-) Gerekçeli karar açıklandıktan sonra da ek beyanların verilmesini engelleyen;

Usûl kuralları yoktur.

AİHM’e başvuru 6 ay içinde AİHM iligli Dairesinin kararına karşı Büyük Daireye başvuru da 3 ay içinde yapılır.[8] Bu başvurular için de AYM’ye başvurularla ilgili yapılan değerlendirmelere benzer değerlendirmeler burada da geçerli kabul edilebilir.

3. Konuya Gerekçeli Karar Hakkı ve Diğer Haklar Açısından Bakış

“Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olma(z.) Bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez.”[9]

Bu nedenle aslında, kanun yollarına başvuru sürelerinin; gerekçeli kararın fiilen öğrenildiği ya da tebellüğ edildiği (≈ilgiliye tebliğ işleminin yapıldığı) tarihle başlatılmalıdır. Çünkü “hüküm” ya da “karar”dan maksat, Anayasanın ilgili hükümlerine göre, gerekçesi yazılmadan açıklanamayacak karar gerekçesi ve hükümden oluşan metnin tümüdür. Bu nedenle, mahkemedeki son duruşmada açıklanan (gerekçesi tamamlanmamış) kısa hüküm; Anayasanın öngördüğü;

1-) Hak arama hürriyetini ve

2-) Adil yargılanma hakkını;

3-) Mahkeme ve mahkemeye etkili erişin

Haklarını güvence altına alacak ce etkili kılacak  nitelikte değildir.

Bu değerlendirmemizi haklı kılan ve onaylayan bir çok içtihattan bahsedilebilir:

Örneğin ceza davalarına ilişkin emsâl içtihatlar, kanunyolu başvuruları için sürelerin başlangıcında gerekçeli kararların tebellüğ edilmiş olmasını esas almaktadırlar.[10]  Bu kararlarda:

1-) Mahkeme kararlarının gerekçeli olmaları; sonuca açıklanan gerekçeden varmaları gerektiği;

hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesinin hukuka kesin aykırılık hali olduğu;

3-) Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.04.2000 tarihli  83-84 sayılı kararında gösterilen ilkeler CMK’nın 230-232 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde;

3a-) Hükmün başlık, sorun gerekçe ve sonuç bölümlerinden oluşması gerektiğini;

3b-) İtiraz süresinin de gerekçeli kararın tefhim veya tebliğinden sonra başlayacağını;

Belirtmektedirler.

AYM’nin kararına göre, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde; gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur.[11]

Kaldı ki;

“Gerekçeli karar hakkı” adil yargılanmanın temel unsuru olup; “hakkaniyete uygun yargılama ilkesi” kapsamında tanınması gereken haktır.[12] Çünkü; “kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması,  kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir.”[13]

Tüm yargı mercileri delilleri değerlendirme ve hukuk kurallarını karara uygularken, yorumlama tarzlarını somut olarak belirlemek durumundadırlar. Kararın sonuç kısmındaki hüküm ile hükme dayanak sebepleri tam ve hükmü haklı kılacak şekilde gerekçelendirmek zorundadırlar. Böylece,

1-) Hukuka güven sağlanmış olur;

2-) Yargı mercilerinin vicdanî kanaatle ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun şekilde hüküm kurmuş olmaları;

3-) Yine de bu hükümlerin daha somut verileri gözeterek, hukuken denetlenebilirlikleri;

Sağlanmış olur.[14] “Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi; bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez.”[15] AİHM de -temyizi konu edindiği kararında, bunun etkili bir yargı yolu olabilmesi için; kararın yeterince açık gerekçelere dayandırılmasını istemiştir.[16] AİHM de bu sürelerin mahkemeye etkili erişim hakkını kısıtlamayacak şekilde öngörülmesi gerektiğine hükmetmiştir.[17] “Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir.”[18]

Bu hususlar, itiraz, istinaf, ya da AYM veya AİHM’e [ya da AİHM Büyük Dairesine (temyiz benzeri)] bireysel başvurular için; sürenin başlangıcında gerekçeli kararın esas alınacağını belirtmektedir. Bu değerlendirmeye ve yukarıdaki izahata bakılırsa:

Anılan kanun yolu başvurularının hükmün açıklanmasından sonra başlayacağına dair yasal hükümler de; Anayasaya ve hukuka uygun yorumlanmalıdır. Buna göre kanunlardaki “açıklanması gereken hüküm”den maksat; kişi hak ve hürriyetlerinin korunması gereğinden dolayı; “gerekçeli kararın tebliği” olarak anlaşılmalıdır. Aksi hallerin ise Anayasa aykırılık içereceği kanaati ciddiyet arz eder şekilde görülmelidir.

Ancak yine de bu değerlendirmeler, süre tutum dilekçesi verilememiş olması halinde; yapılacak kanun yolları başvurularında savunma olabilirler. Yukarıda belirtilen süre tutum yöntemi yine de, ihtiyaten kullanılmalı; ihmal edilmemelidir.

4. Süre Tutum Dilekçesinde Gerekçe ve Talep

Kanunlarda, süre tutum dilekçelerinde, gerekçe gösterilmesinin zorunlu olduğu haller ve kişiler belirlenmiş olabilir.

Örneğin:

Ceza davalarında ilk derece mahkemesinin istinaf edilebilen kararına karşı Cumhuriyet savcısının istinaf başvurusunda, gerekçe belirtilmelidir. Buna karşılık şüpheli tarafın istinafa başvururken gerekçe belirtmesi gibi bir zorunluluk yoktur.[19]

Temyizde ise tarafların bir gerekçe göstermeleri gerekmektedir.[20] AYM, süre tutum dileçesinde sebep gösterilmeyen bir konuda sonra kanun yolu başvuru dilekçesinin de süresi içinde verilmemiş olmasını gözeterek ret kararı veren mahkeme kararında ihlâl bulmamıştır.[21]

Hukuk davalarında:

“Bölge Adliye Mahkemesi maddi vakıa denetimi bakımından istinaf sebepleri ile bağlıdır. Ancak, bölge adliye mahkemesi aynı zamanda hukukilik denetimi de yapmak durumundadır. Hukukîlik denetimi bakımından ise istinaf sebepleri ile bağlı değildir.” [22]

Yalnız, süre tutum dilekçesi gerekçeli karara karşı, itiraz istinaf ya da temyiz başvurusunu yapmak için; sürenin, bu kararların tebliğinden itibaren başlayacak şekilde tutulması istemini içerir. Talep sürenin işletilmemesi yani tutulmasıdır.

5. Süre Tutum Dilekçesi Vermenin Gerekliliği ve Anayasanın 40/2. Maddesinin Uygulanması

Kanunlarda açıkça süre tutum usûlüne ilişkin ya da bunu engelleyen hüküm yoktur. Bu nedenle, bu dilekçede de;

1-) Hukuka aykırılığa ilişkin gerekçe ileri sürülmesi ve,

2-) Buna dayanarak başvuru konusu kararın;

2a-) Bozulması,

2b-) Kaldırılarak lehe karar verilmesi,

2c-) Usûlden bozularak; yeniden bir karar verilmesi için merciine gönderilmesi;

Taleplerini ya da bunlardan uygun olanını da ek olarak yapmak gerekebilecektir.

 

Bu dilekçenin verileceği yerler kanunlarda açıkça belirlenmiş olmakla birlikte; Anayasanın 40/2. Maddesine göre, Devletin konul yolları usûl ve sürelerini belirtmesi gerektiği malûmdur. Bu Anayasal hükme uyulması ve yargı mercilerinin kısa kararlarında da aslında süre tutum dilekçesi verip vermemeleri gerektiği, başvuru yapılacak merciler ve süreleri açıklanmalıdır. Aksi haldeki bir belirsizlik, başvurucular lehine hak doğurucu şekilde yorumlanabilecektir. Çünkü AYM kararlarında da bu hüküm, davacının son derece dağınık mevzuat karşısında; mahkemeye erişim hakkı, hak arama hürriyeti, dilekçe hakkı ve savunma hakkını korumaktadır.[23] 

                                          Yazan:

                                         Prof. Dr. R. Cengiz Derdiman

                                       (rderdiman@hukukiyaklasim.com)

Dikkat                  :

1-)  Bu makalenin, yasalara uygun şekilde kaynak gösterilip atıf yapılarak kullanılması hariç, rızamız ve iznimiz alınmadan başka yerlerde yayımlanamayacağını ve kullanılamayacağını hatırlatmak isteriz. Bu hususta Yasal Uyarı sayfasını da kontrol edebilirsiniz.2-) Bu makaleye atıf yapılması halinde:

R. Cengiz Derdiman, Yargılama Hukukunda Süre Tutum Dilekçeleri”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..

Şeklinde kaynak gösterilmesi gerekmektedir.

3-) İznimiz ve rızamız alınması kaydıyla diğer kullanımlarda da mutlaka:

Kaynak: R. Cengiz Derdiman,Yargılama Hukukunda Süre Tutum Dilekçeleri”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..

Şeklinde kaynak gösterilmelidir.

Dipnotlar             :

 

[1]        AYM 1. Bölümünün 26.02.2015 tarihli ve 2013/3954 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[2]        Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 10.11.2015 tarihli esas: 2015/13670 karar: 2015/19965; Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 23.05.2016 tarihli ve  esas: 2015/4743  karar: 2016/31145 sayılı kararları.

[3]        AYM 1. Bölümünün 26.02.2015 tarihli ve 2013/3954 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[4]        Derdiman, R. Cengiz, İdarî Yargının Genel Esasları, 3. Baskı, Alfa-Aktüel Yayınları, Bursa, 2014, s. 417, 419, 423.

[5]        Koç, Muharrem İlhan-Kaplan (Editörler), Recep, Bireysel Başvuru Kabul edilebilirlikKriterleri Rehberi, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2017, s. 40.

[6]        Bakınız: AYM’nin 2. Bölümünün 20/5/2015, tarihli ve 2014/4232 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[7]        Özbey, Özcan, Türk Hukukunda Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı, Adalet Yayınları, Ankara, 2012, s. 285.

[8]       Derdiman, R. Cengiz, Hukuk Başlangıcı, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı Aktüel Yayınları, Bursa, 2015, s. 223, 224.

[9]        İnceoğlu, Sibel, Adil Yargılanma Hakkı, Avrupa Konseyi Ankara Program Ofisi Yayını, Ankara, 2018, s. 198; AYM’nin 20.03.2014 tarihli ve, B. No: 2012/1034 (başvuru sayılı) Vesim Parlak kararı.

[10]       Örnek kararlar: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.03.2012 tarihli ve esas: 2011/1-391 karar: 2012/91; 20.11.2007 tarihli ve esas: 2007/4-MD-096 karar: 2007/245; 29.06.2004 esas: 2004/6-120  karar: 154; 25.03.2008 tarihli ve esas: 2008/8-3, karar: 2008/60; 13.10.2009 tarihli ve esas: 2009/16-82   karar: 2009/231;18.02.2014 tarihli ve esas:2013/7-137, karar: 2014/72  sayılı kararları.

[11]       AYM’nin 2. Bölümünün 20/3/2014  tarihli ve kişisel başvuru: 2012/1034 sayılı kararı.

[12]       Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.09.2013 tarihli ve karar:2013/5-372 sayılı kararı.

[13]       AYM 2. Bölümünün 20.03.2014 tarihli ve 2013/1780 (kişisel başvuru) sayılı kararı.

[14]       “Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usûlüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren; ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.” AYM 1. Bölümünün 13.06.2013 tarihli ve kişisel başvuru: 2013/1235 sayılı kararı.

[15]       AYM 2. bölümünün 20.03.2014 tarihli ve kişisel başvuru: 2012/1034 sayılı kararı.

[16]       AİHM’nin 16/12/1992 tarihli ve 12945/87 (bireysel başvuru) sayılı Hadjianatassiou/Yunanistan kararı, nakleden: AYM 2. bölümünün 20.03.2014 tarihli ve kişisel başvuru: 2012/1034 sayılı kararı.

[17]       AİHM’in 51307/99 sayılı  Geffre/Fransa  ve 17/9/2013 tarihli ve 59601/09 (bireysel başvuru) sayılı Eşim/Türkiye kararları, Bakınız: AYM 2. Bölümünün 19.04.2018 tarihi ve 2017 /29989 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[18]       AYM 2. Bölümünün 19.04.2018 tarihi ve 2017 /29989 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[19]       “Kanun koyucunun, hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken…” Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25.03.2019 tarihli ve esas: 2018/7210, karar: 2019/2004 sayılı kararı.

[20]       “Temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda; …usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddedilmesini” Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25.03.2019 tarihli ve esas: 2018/7210, karar: 2019/2004 sayılı kararı. Bu kararda değinildiğine göre: AİHM Sjöö/İsveç Başvuru No; 37604/97 kararında da öngörülen usûl şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin; bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağını vurgulamıştır. Bu karardaki muhalefet şerhinden, “usûl ve kanuna aykırı” kararı temyiz ediyorum gibi gerekçenin gerekçe şartını karşılamadığı anlaşılmaktadır ki; aynı muhalefet gerekçesiyle uyumlu bir değerlendirme olarak, bunu kabul biraz güçtür.

[21]       AYM 2. Bölümünün 19.04.2018 tarihi ve 2017 /29989 (bireysel başvuru) sayılı kararı.

[22]       Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 30.05.2017 ve Esas No:2017/33666 Karar No:2017/12649 sayılı kararı.

 

[23]       AYM’nin 23.05.2016 tarihli ve Esas Sayısı : 2016/143 Karar Sayısı : 2017/23 sayılı kararı.

Önceki Yazı1982 Anayasasına Göre Kanun Kavramı
Sonraki Yazı1982 Anayasamıza Göre Kamu Kurumları Üzerindeki Vesayet Denetimi