Parlamenter sisteme veya güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi türevlerine dönüş seçeneklerini, Ülkemiz açısından değerlendirme*
Parlamenter sistem Ülkemizde, Cumhurbaşkanlığı sistemindeki aksamalar dolayısıyla yoğun bir şekilde gündeme gelmiştir. Bu öneriler de parlamenter sistemin güçlendirilmiş şeklinin Ülkemiz için gerekli olduğu yönünde içerik taşımaktadırlar.
Dolayısıyla bu yazı, Ülkemizde Cumhurbaşkanlığı sisteminden parlamenter sisteme dönüşün isabetli olup olmayacağını değerlendirmektedir. Ve halihazırdaki sistemde iyileştirmeler yapmak kaydıyla, bu seçeneğin isabetli olmayacağı sonucuna varmaktadır.
Şurası var ki; parlamenter sistemler, monarşilerde de söz konusu olabilmektedirler. Ki bunlara “monarşik parlamenter sistemler” diyebiliriz. Meselâ bu konuda en klasik örnek olarak İngiltere’yi verebiliriz. Bu ülkede krallık yani monarşi vardır; ve aynı zamanda parlamenter sistem işlemektedir. Halbuki Devletimiz bir Cumhuriyettir ve devletin başı ve temsilcisi seçimle gelen Cumhurbaşkanıdır.
İşte bu yazıda, konu, Ülkemize açısından değerlendirme ağırlıklı olduğundan, “cumhuri parlamenter sistem”i esas almaktadır. Dolayısıyla, devlet başkanı ya da monark gibi deyimler yerine esas itibarıyla, “Cumhurbaşkanı” deyimi yer almıştır.
Bu yazı, parlamenter sisteme dönüş seçeneğine ilişkin değerlendirmeyi, bir sonuç ve özete bağlamaktadır. Ve yazıdaki bu sonuç ve özet de:
“4. Sonuç yerine: Parlamenter sisteme dönüşün isabet derecesine ilişkin bir değerlendirme” başlığını taşımaktadır.
1. Cumhurbaşkanlığı Sistemini, “Güçlendirilmiş “Parlamenter Sistem”e Dönüştürme Düşünceleri
1.1. Anayasal Hükümet Sistemi Olarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Hakkında Kısa Bilgi
Parlamenter sisteme dönüş isteyenler, halihazırdaki sistemin arazlarından dolayı “güçlendirilmiş parlamenter sistem”i önermektedirler. Zira, bu öneriler, güçlendirilmiş parlamenter sistemin klâsik parlamenter sistemin arazlarını giderici olduğu gerekçesine dayanmaktadırlar.
Gerçekten, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”, Devlet hayatında bunalımların önüne, klâsik parlamenter sistemdeki aksaklıkları düzelterek geçmeyi hedeflemektedir.[1] Bu bağlamda, parlamenter sistemdeki aksaklıkları, yasama ve yürütme kuvvetlerinden birisinin diğer(ler)ine göre güçlendirilmesiyle gidermek sözkonusudur. Ancak, kuvvetlerin birbirlerine karşı denetim yetkilerindeki güç dengesinin, demokratik usul ve esaslara aykırı olmaması gerekmektedir.
Öncelikle not etmek gerekir ki: güçlendirilmiş parlamenter sistemdeki “güçlendirme”den maksat; genellikle/aslında yürütme organının güçlendirilmesidir. Nihayetinde güçlendirilmiş parlamenter sistem de ekseriyetle böyle anlaşılmaktadır. Ama fikrimce hangi kuvvetin güçlendirileceğini daha rasyonel (ya da akılcı) bir bakışla değerlendirmek gerekir.[2]
Bu sebeple, güçlendirilmiş parlamenter sistemde güçlendirme, diğer kuvvetlerin güçlendirilmesi biçiminde de olabilir. Ki, ısrarla vurgulamak gerekirse; buradaki hassas ölçü, kanaatimce, güçlendirmedeki dengenin antidemokratik bir yönelim içermemesidir. Dolayısıyla bu güçlendirme, akılcı bir çözümle, sistemin işleyişindeki aksaklıkları giderici noktalara has olacaktır.
Şu halde parlamenter sistem, aklın gerektirdiği düzeltimle aslında, bir “rasyonalleştirilmiş parlamentarizm”e dönüşmektedir. Nitekim rasyonalleştirme, aklın gerektirdiği düzenleme ve iyileştirmedir. Ve bu “aklîleştirme”nin, kuvvetlerden birisini diğerine göre güçlendirmesi sonuçları açısından “güçlendirilmiş parlamentarizm” sözkonusu olmaktadır.
Yalnız, hükümet sistemindeki güçlendirme veya değişiklik, yargısal denetim işlevinde de zayıflama veya daralmaya sebep olmamalıdır: Yani, kişilerin kendileri aralarındaki veya kamu makam ve mercileriyle ilişkilerinden kaynaklanan hiçbir uyuşmazlık yargı denetimi dışında tutulmamalıdır.[3] Ve bu durum, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve bunlara ilişkin teminatları işlevsizleştirmemelidir. Dolayısıyla bu daralma, diğer kuvvetlerin mahkemelere atama veya seçme yetkilerinde güçlenme şeklinde olabilir. Ancak, bu daralma, her ne olursa olsun, yargıyı, hukuk devletinin güvencesi olmaktan çıkarmamalıdır. Ve ayrıca, yönetimi otoriter veya totaliter yöne de sevketmemelidir.
Yargının diğer kuvvetlere karşı güçlenmesi de söz konusu olabilir: Yani yargının güçlenmesi, görev ve yetkilerinde artma şeklinde vuku bulabilir. Veya yargı karşısında yasama ve/veya yürütmenin yetkilerinde azalma gibi usuller de yargıyı güçlendirmiş olur. Ya da yargı, bu organların eylem ve işlemlerinin yargısal denetiminin genişliği ölçüsünde de güç kazanır. Bunun tersi de ihtimal dairesindedir. Yani örneğin, yürütme veya yasamanın yargı organlarına/mercilerine atama/ seçme yetkilerindeki artma, yargı yetkisinde daralma/zayıflama oluşturabilir. Keza, yargı, yürütmenin veya yasamanın eylem ve işlemlerinin yargısal denetimden muaf tutulmaları ölçüsünde zayıflamış olur.
Yargının yasama ve yürütme karşısında zayıflatılmasının zararı kadar, aksi de sakıncalıdır. Dolayısıyla, yargının zayıfla(tıl)ması da, aşırı güçlen/diril)mesi de hukukun üstünlüğü için bir tehlike teşkil edebilir. Bu sebeple yargı denetimi yetkisi örneğin, yerindelik denetimine varamaz. Ve bu güçlenme, yargının, diğer kuvvetlere müdahale edebilecek “hakimler hükümeti”ne[4] de vesile olmamalıdır.
1.2. Anayasal Sistem Olarak Parlamenter Sisteme Dönüş Önerilerinin İzahı
Ülkemiz parlamenter sistemden yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmiştir. Ancak, bazı eleştirilere göre, Cumhurbaşkanlığı sistemi, derin siyasal ve ekonomik krizlere, keyfi yönetimlere sebebiyet vermiştir.[5] Dolayısıyla, halihazırdaki toplumsal bunalımların önüne geçmek; ve hürriyetin amaç olduğu demokratik hayatın yeniden tesisi gerekmektedir. Ve bu da, güçlendirilmiş parlamenter sistemle mümkün olabilecektir:[6]
Bu konuda örneğin bir görüş,[7] parlamenter sistemdeki baraj usulünün; küçük partileri, büyük partilerin etrafında topladığını belirtmektedir. Ve bu durumun partileri adeta şirket gibi görmeye sebep olduğuna işaret etmektedir. Bu sebeple, hiç olmazsa Cumhurbaşkanlığı sistemindeki ittifakların zorlanması yollarıyla da olsa parlamenter sisteme geçmelidir.
Diğer taraftan, yeni Anayasal sistemde: “Yürütmenin [Türkiye Büyük Millet Meclisi kısaca:] TBMM tarafından denetlenmesi hâlâ çok zayıftır. TBMM, hükûmetin hesap verebilirliğini sağlayacak gerekli araçlardan yoksundur.”[8] “Özellikle Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve kararlarının sıklıkla kullanılması nedeniyle, Cumhurbaşkanlığı sistemi TBMM’nin yasama işlevini zayıflatmıştır.”[9]
Keza, parlamenter sisteme yeniden dönüş düşüncesinde olan müelliflerden(≈yazarlardan) bir kısmına göre: Ülkemizde parlamenter sistemden uzaklaşmaya sebep olarak, bu sistemin bazı bunalımlara sebep olduğu düşüncesi gösterilemez. Kaldı ki, bu fikir parlamenter sistemden uzaklaşmanın kamu yararına bağlanamayacağını vurgulamaktadır. Buna göre parlamenter sistemden uzaklaşma amacı: “siyasal sistemi daha istikrarlı hale getirmek değil, tek kişiye dayalı siyasal ve hukuki sorumluluğu son derece sınırlı bir hükümet sistemi yaratmaktı.”[10]
Nihayetinde; parlamenter sistem taraftarlarına göre: hükümet sisteminde Yürütmenin Yasama ve Yargı karşısında, parlamenter sistemdeki konumundan daha fazla güçlenmesi sakıncalıdır. Bu sakıncaları giderecek çözüm de, yalnız TBMM’nin güçlendirilmesini öngören bir güçlendirilmiş parlamenter sistem formülünden geçmektedir. Dolayısıyla, güçlendirilmiş parlamenter sistemle, kamu kuruluşların etkin, denetlenebilir ve hesap verebilirlikleri de sağlanmış veya artmış olacaktır.
2. Parlamenter Sistemdeki İki Kanatlı Yürütmeye Dönüş İsabetli Midir?
2.1. Parlamenter Sistemde Yürütmenin İki Başlılığından Kaynaklanan Çatışmaların Giderilemezliği
2.1.1. Anayasal Perspektifte Parlamenter Sistemin Çift Başlılıktan Kaynaklanacak Çatışmaların Oluşturduğu Sorunlar
2.1.1.1. Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanın Konumu
Parlamenter sistem, yürütmenin, mutlaka (devlet başkanı ve bakanlar kurulundan oluşacak şekilde) iki başlı olmasını gerektirir. Bir “Cumhuriyet” olan Ülkemiz açısından konuya bakmak ve devam etmek gerekirse:
Yürütme, örneğin (Anayasamızın (mülga) 112. maddesinde görüldüğü üzere) Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanından oluşacaktır. Ve “hükümetin genel siyaseti”nden de Bakanlar Kurulu sorumlu olacaktır.
Parlamenter sistemde, cumhurbaşkanı tarafsız ve sorumsuzdur. Bu doğrultuda da cumhurbaşkanın yetkisizliği esastır. Yani parlamenter sistemde cumhurbaşkanı icrai yetkileri kullanamaz. Çünkü kamu hukukunda sorumsuzluk, yetkisizliği gerektirir; ve zaten, icrai yetkiler yalnız Balkanlar Kuruluna aittir.
Dolayısıyla cumhurbaşkanı, parlamenter sistemde, “hükümetin genel siyaseti”nin belirlemek ve/veya bunu yürütmeye ilişkin hiçbir yetki kullanamaz. Ayrıca, demokratik parlamenter sistemde cumhurbaşkanını, “çifte meşruiyet” sorunlarını engellemek için,[11] parlamentonun seçmesi[12] esastır. Ama cumhurbaşkanının, parlamento ve diğer merci kesim ve kişilere karşı “tarafsız ve bağımsız” olması gerekmektedir.[13]
Ancak, cumhurbaşkanının bağımsızlığı ve tarafsızlığı Anayasaya ve kanuna bağlı olmaması demek değildir. Yani bu bağımsızlığın ve tarafsızlığın da bir istisnası ve sınırı vardır. Ki bu da cumhurbaşkanının sadece ve sadece Anayasa ve kanunlara bağlı şekilde hareket etmesidir.
Nitekim cumhurbaşkanı, parlamenter sistemde, sadece:
1-) Devletin başı ve “sürekliliğini somutlaştıran”[14] öznesi;
2-) Ve Devletin ve milletin birliğinin temsilcisi[15] olup;
3-) Bu sıfatları gereğince Anayasal organların uyumlu çalışmasını gözetmekle yükümlü ve yetkilidir. Anayasal gözetimi sağlayabilmesi için de bağımsız ve tarafsız hakem işleviyle donanmıştır.[16] Ama bu yetmez; bunu da ancak gerekli olduğu hallerde kullanmak, ölçüye ve amaca uygunluğu sağlar. Şurası var ki; parlamenter sistemde cumhurbaşkanının herhalde bu asgari yetkilere ve konuma sahip olması gerekmektedir.
Cumhurbaşkanlığı, her devlette olması gereken, Anayasal organların aksamadan işleyişi ve aksaklıkları giderici bir mecburiyetin gereğidir. Muhakkak ki bir devlette devlet başkanı, bu gerekleri yerine getirmek bakımından en üst organ olmalıdır. Bundan başka, bu konumun gerektirdiği kararları da doğal olarak alabilecektir.[17] Dolayısıyla tüm hükümet sistemlerde devleti temsil etme yetkisi devlet başkanından ayrılamaz.[18] Ve de “devlet başkanı devletin sürekliliğini somutlaştırır.”[19] Bu konum doğası, devlet başkanından başka bir makamın kullanmasına izin ver(e)mez da kullanamaz.
Belirtmek gerekir ki; parlamenter sistem, kuvvetlerin birbirleriyle, kuvvetler ayrılığı prensibinin elverdiği[20] ölçüde işbirliğinin oluştuğu sistemdir. Bu yönden parlamenter sistemde kuvvetlerin az ya da çok birbirlerinden dengeli bir şekilde ayrıdırlar.[21]
Ama bu sistem teoride ve/veya uygulamada yasama ve yürütmenin münasebetine göre, türlere ayrılmaktadır. Buna göre parlamenter sistemde, devlet başkanı veya bakanlar kurulunun ilişkisinde iki sistemden bahsedebiliriz. Ki bunlar, “düalist” ve “monist” sistemlerdir.[22] Buna göre, “düalist sistem”, devlet başkanına; “monist sistem” de bakanlar kuruluna üstünlük tanımaktadır. “Monist sistem”de cumhurbaşkanı, bakanlar kurulunun üstünlüğü icabı, hükümetin desteği yani imzası olmaksızın hiçbir işlem yapamaz. Ancak, bundan devlet başkanı devletin başı olmaktan mütevellit törensel nitelikteki görevleri hariç tutmak mümkündür.[23]
Fakat hal ne olursa olsun, parlamenter sistemde bir kısım yetkilerin doğası, bunları devlet başkanının tekbaşına kullanmasını gerektirir. Ve cumhurbaşkanının tek başına çıkacağı kararnamelerde bu hususu gözden uzak tutamayız. Diğer taraftan, parlamenter sistemin doğası, cumhurbaşkanının, her halükârda bu tür asgari yetkilere sahip olmasını gerektirmektedir.
Keza, kamusal makamların, yetkilerini, genişletici ve/veya etkinleştirici muhtemel eğilimlerini gözardı etmemelidir. Çünkü bir iktidarda bulunanların yetkilerini sürekli olarak artırma ve kötüye kullanma eğiliminde olmaları tarihi tecrübelerle sabittir.[24] Ki, yönetim sosyolojisi ve psikolojisine ilişkin faktörler de bu eğilimi teyit etmektedir.
Dolayısıyla, Devlet başkanının daha aktif ve hükmedici bir fıtrata sahip oluşunun monist yapıyı değiştirmesi muhtemeldir/mukadderdir. Bu sebeple hukuki olarak monist yapılanmanın, fiiliyatta cumhurbaşkanının baskın tutumlarıyla değişmesi mümkün ve muhtemel olabilecektir.[25] Nitekim Alman parlamenter sistemini anlatan bir eserdeki ifade de yer alan: “devlet başkanının etkili düzeyi, kişiliğine ve siyasal ortama ve bu konuyu kamuoyunun ele alış biçimine bağlıdır.”[26] şeklindeki ifade, konuyu iyi bir şekilde özetlemekte ve tasvir etmektedir.
2.1.1.2. Parlamenter Sisteme Cumhurbaşkanının Yetkileri Açısından Bakış
Çeşitli ülkelerdeki parlamenter sistemler, devlet başkanına yukarıda söylenen şekillerde sadece asgari yetkileri vermişlerdir.[27] Vakıa, bu yetkiler güçlendirilmiş her bir parlamenter sisteme göre farklı şekillerde ve niteliklerde artabilecektir. Dolayısıyla güçlendirilmiş parlamenter sistemlerin her bir versiyonu, cumhurbaşkanına, klâsik parlamenter sistemdeki asgari yetkilerden fazlasını tanımaktadır.
Hal böyle olsa da değil güçlendirilmiş parlamenter sistem, klasik parlamenter sistem bile, cumhurbaşkanına yetki vermektedir. Ki böylece; Cumhurbaşkanı yürütmeye ya da diğer organlara etki edebilme imkânı bulmaktadır. Ve bu imkânı cumhurbaşkanı örneğin: “Anayasanın uygulanmasını Devlet organlarının uyumlu çalışmasını gözetmek” gerekçesine dayandırabilecektir. Zira bu kadar geniş yorumu olan bu ifade, cumhurbaşkanına neredeyse her konuya karışabilmeye dayanak oluşturmaktadır. Ama bu yetkileri cumhurbaşkanından almak da mümkün değildir. Çünkü “devletin başı ve temsilcisi” olan cumhurbaşkanı, bu yetkilerden mahrum olamaz. Aksi hal, cumhurbaşkanının bu konumunu işlevsiz kılar.
Dolayısıyla cumhurbaşkanı, Anayasal organlara ve kuruluşlara görünüşte bu yetkilerine dayanarak, karışabilecektir. Ki böyle bir davranış, kamu hukukunda amaç (=yetki) saptırması[28] ve sebep saptırmasıdır. Bu durum ise parlamenter sistemin vukuu ihtimali kalmayacak nitelikte ciddi bir arazıdır.
Kaldı ki bakanlar kurulu da bir Anayasal kurum ve organdır. Ve bakanlar kurulunun toplantılarını kendisinin; kendi içinde yapması esastır. Ama parlamenter sistemde bu noktada da sorun vardır. Zira, cumhurbaşkanı, bu toplantıya katılmak; böylece de bunun kararlarına müdahale/etki etmek isteyebilecektir. Ve bunu da devlet organlarının uyumlu çalışması ve yürütmenin de başı olduğu iddiasıyla, haklılaştırmak isteyebilecektir. Vurgulamak gerekir ki; cumhurbaşkanının devletin başı ve temsilcisi olmak statüsü klâsik parlamenter sistemlerde bile vardır. Ve Anayasanın uygulanmasıyla devlet organlarının uyumlu çalışmasını gözetmek de bu konumla bağlantılıdır.
Hassaten belirtmelidir ki; cumhurbaşkanının, “uzlaşma kültürü zayıf” toplumlarda, tarafsız kalmasının pek mümkün ol(a)mayacağı[29] malûmdur. Dolayısıyla bu tür parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanı, kurumlararası çatışmaları giderecek hakemlik rolünü de hakkıyla yerine getiremez. Ya da getirmek de istemeyebilir. Veya hakkıyla yerine getirebilir. Fakat en azından bu konularda toplumsal bilinçteki bir güvensizlik; bu konudaki güvenden daha fazla olabilecektir.
Vakıa Ülkemizde çok üst düzeydeki iktidar muhalefet gerginliği,[30] uzlaşmazlığın sebeplerinden birisi olmaktadır. Böyle bir ortamda, tarafsız hakemlik rolü, uzlaşma eksikliğinden doğacak bunalımları çözmeye yetmeyebilecektir.
Şu açıklamalar, cumhurbaşkanının, “hükümetin genel siyaseti”ne ve/veya bunu yürütmeye müdahil olabilmesine ilişkin ihtimaller olarak görülmelidirler:
(1) Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanının Devleti Temsil Edici ve Anayasal Organların Düzenli Çalışmalarını Temin Eden Konumu
Parlamenter sistemde cumhurbaşkanına, Devleti uluslararası alanda temsil yetkisi de vermek gerekmektedir. Bu klasik veya güçlendirilmiş parlamenter sistemlerde söz konusudur. Yani bu herhangi bir parlamenter sistemdeki, devletin başı ve temsilcisi olmak konumundan ayrılamaz. Demek ki bu, hem sistemin hem de cumhurbaşkanlığı makamının doğası gereğidir. Dolayısıyla cumhurbaşkanının bu yetkisi/statüsü çerçevesindeki eylem ve işlemleri de Devlet organlarını etkileme sonucu doğurabilecektir.
Şöyle ki; parlamenter sistemde, örneğin “büyükelçilerin atanmaları ve/veya yabancı büyükelçilerin itimat mektuplarının kabul”, yetkisi Cumhurbaşkanındadır. Ve cumhurbaşkanının bu yetkisi, söylediğimiz gibi, “Devletin başı olmak” ve “Devleti ve Milleti temsil” sıfatlarına dayanır.
Aslında, bir devletin büyükelçisini ve/veya sunduğu niyet mektubunu kabul etmek/etmemek, “hükümetin genel siyaseti”yle fazlasıyla ilgilidir: Çünkü parlamenter sistemlerde “hükümetin genel siyaseti”ni sadece ulusal kapsamla sınırlamak mümkün değildir. Dolaysısıyla “hükümetin genel siyaseti”, uluslararası ilişkileri ve hukuku da kapsamak zorundadır.
Şu halde, yukarıdaki örnek bile cumhurbaşkanının kullanacağı yetkiyle bakanlar kuruluna ne derece etkili olacağını göstermektedir. Ki parlamenter sistemin doğası bu ikilemi üretmektedir. Dolayısıyla bu sorunun ortaya çıkmamasını garanti edecek formül bulmak mümkün değildir.
Bunun gibi; Parlamenter sistemde cumhurbaşkanının, “kanunları veto etmek veya yayınlamak” yetkisi vardır. Bu yetki için de aynı hususları belirtmek mümkündür: Yani bu yetkiler de “devletin başı olmak” ve “devleti ve milleti temsil” statüsüne dayanır. Ki bu yetki cumhurbaşkanının bu konumu gereğince, böyle bir yetkiyi hükümet kanadı kullanamaz. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi tek başına kullanması esastır. Ama bu olmazsa, en azından hükümet kanadıyla birlikte kullanır.
Örneğin cumhurbaşkanı, buna göre: bakanlar kurulunun veto etmek istediği bir kanunu, isterse yayınlayabilecektir. Keza Bakanlar Kurulunun yayınlanmasını istediği kanunu da isterse veto edebilecektir. Ama bu işlemlerde hükümet kanadının imzası da şart tutulursa, cumhurbaşkanı yine bu işlemi imzalamayabilecektir. Dolayısıyla bu sonuç da, ortaya, bir belirsizlik veya bir veto sonucu çıkarabilecektir. Ki, bu örnek de cumhurbaşkanının hükümet icraatına, bu yetkileri vasıtasıyla da etki/müdahale edebileceğini göstermektedir.
Diğer taraftan anılan “yayınlama ve veto yetkileri”, nitelikleri itibarıyla cumhurbaşkanının kendi başına kullanabileceği bir yetkidir. Nitekim 1982 ve klasik parlamenter sistemi kuran 1961 Anayasamız, bu yetkileri tek başına Cumhurbaşkanına vermiştir. Ve Cumhurbaşkanı bu yetkileri uygulamada da tek başına kullanmıştır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerinde[31] de bu yetkinin Cumhurbaşkanına verilmesi dikkat çekmektedir. Ama, Cumhurbaşkanının, bu yetkisini Bakanlar Kurulunun, sorumlu olduğu “hükümetin genel siyaseti”ne aykırı kullanması mümkündü. Ve bundan doğacak sorunlara ve bunalımlara parlamenter sistemin hiçbir türevi çare olamayacaktı.
Bunlardan başka, yazarlar, yasama meclislerini feshedebilmek yetkisinin cumhurbaşkanının olduğunu belirtmişlerdir. Ki bu görüşler,[32] bu yetkiyi de, devleti temsil ve devletin başı olmak statüsüne dayandırmışlardır. Aslında “fesih”, yasama ve yürütme arasında işbirliğinin imkânsız olduğu hallerde, milletin hakemliğine başvurudur. Ama bu görüşlere göre, cumhuriyet idarelerinde “efkârı Umumiyenin(=kamuoyunun)” iyi karşılamadığı meclislerin feshi[33] bile münasiptir (=uygundur, ≈gereklidir).
Dolayısıyla şartlarının varlığını kendine göre yorumlayan cumhurbaşkanın, fesih yetkisini, kullanması mümkün ve mukadderdir. Ve parlamenter sistem, cumhurbaşkanının bu yetkisini genelde, hükümetin genel siyaseti ve avantajlarını gözetmekle sınırlı tutmamıştır. Pekâlâ cumhurbaşkanı, bu yetkisinde somut olgulara göre değil, kendi düşünce ve algılarına göre hareket edebilecektir. Ve bu yetkiyi, hangi sebeple olursa olsun, toplumsal barışı ve huzuru sağlanması amacıyla haklılaştırmak mümkündür.
Sonuçta, bu izahat ve örnekler, hükümet yararlarına aykırı yetki kullanmanın cumhurbaşkanı-hükümet çatışmasına vesile olabileceğini göstermektedirler. Ve yine, parlamenter sistemin klasik versiyonunda bile bu çatışmanın olabileceğine işaret etmektedirler.
Pekiyi, bu sorunları karşı imza kuralı çözemez mi? Yukarıda da söylediğim gibi çözemez. Konunun önemi itibarıyla tekrar etmem gerekirse:
Cumhurbaşkanının bu yetkilerini karşı-imza usulüne bağlamak da bu sorunlar için çözüm olamaz. Vakıa böyle bir durumda cumhurbaşkanı kendi başına icrai bir işlem yapamayacaktır. Ama cumhurbaşkanı bakanlar kurulunun işlemlerini imzalaması mecbur tutulursa, bu:
1-) Cumhurbaşkanın yukarıdaki yetkileriyle çelişecektir.
2-) Ve bu durum cumhurbaşkanının:
2a-) Toplumsal barışın ve huzuru sağlama;
2b-) Ayrıca Anayasanın uygulanmasını gözetme
Yetkilerini, Bakanlar Kurulu’nun menfaatlerine feda etmiş olabilecektir.
Eğer cumhurbaşkanının bu işlemleri imzalamasında bir mecburiyet yoksa, cumhurbaşkanı kararnameleri imzalamayabilecektir. Bu halde ise:
1-) Öncelikle yukarıdaki sorunlar söz konusu olacaktır.
2-) Ve dahası, imzadan imtina, hükümetin elini kolunu da bağlayacaktır.
Keza, fesih yetkisini örneğin başbakanın talebiyle kullanmak[34] sakıncalıdır. Zira bu durumda fesih yetkisini, iktidarın siyasal çıkarlarına kullanmak daha muhtemel olacaktır. Halbuki feshin amacı, yasama yürütme anlaşmazlığında çareyi halkın oylarında aramaktır. Çünkü demokrasilerde en yüksek iktidar sahibi halktır,[35] ki egemenliğin asıl sahibi de odur(=halktır). Bunu da tarafız hakem rolü üstlenen Cumhurbaşkanı tek başına daha iyi takdir edebilir.
(2) Cumhurbaşkanına Bakanlar Kuruluna Başkanlık Edebilme Yetkisi Veren Parlamenter Sistem
Parlamenter sistemdeki ülkeler, genellikle cumhurbaşkanı bakanlar kuruluna başkanlık edebilmesi yolunu kabul etmişlerdir. Hatta, Fransız 5. Cumhuriyet Anayasası, Cumhurbaşkanını bu bakımdan aktif bir şekilde yetkilendirmiştir.[36]
Nitekim hem 1982 ve hem de klasik parlamentarizmi benimseyen 1961 Anayasamız bu usule/yetkiye yer vermişlerdir. Halbuki bu yetki/usul, Fransız 4. Cumhuriyet Anayasasındaki gibi, törensel bir yetkidir.[37] Ama, bu yetki/usul, Cumhurbaşkanının “hükümetin genel siyaseti”ne müdahale edebilmesine veya onu etkileyebilmesine her zaman elverişlidir.[38]
Gerçi bu yetkinin olağanüstü durumlara has olabileceğini iddia etmek mümkün olabilir. Hatta 1982 Anayasası döneminde bu yetkiyi, Olağanüstü hallerle(=OHAL’le) sınırlı görenler olmuştur. Yani onlara göre bu yetki, OHAL ilânı ve OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri çıkarmakla sınırlıydı.[39] Ama, değişiklikten evvelki Anayasal hükümlerde böyle bir sınırlama yoktu. Bu sebep, bu yetkinin olağan toplantılarda da söz konusu olabileceğine dayanak teşkil edebilmekteydi. Nitekim doktrin de bu durumu, kapsamı ve sınırları belli olmadığı gibi yönlerden eleştirmişti.[40]
Şurası gerçek ki, cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna başkanlığının, bakanlar kurulu kararlarına az veya çok etkisi olabilecektir. Daha doğrusu, bu durumun, anılan/alınacak kararlara hiçbir şekilde etkisinin olmayacağını söylemek mümkün olmasa gerektir:[41]
Örneğin, cumhurbaşkanının bir toplantıya başkanlık etmesi, toplantıyı kendisinin “yönetmesi” demek olacaktır. Bu durumda bakanlar kurulu üyelerinden hangilerine söz vereceğini veya vermeyeceğini, nihayetinde kendi takdir edecektir. Diğer taraftan, bakanların bu toplantıda oy, söz ve düşüncelerinde serbest hareket edemeyebileceklerdir. Dahası, bakanların cumhurbaşkanının düşüncesine aykırı görüş beyan edebilme veya oy kullanabilme ihtimalleri azalabilecektir. Cumhurbaşkanı-başbakan arasındaki ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde böyle bir durum, muhtemelen Başbakanı da işlevsiz kılabilecektir. Ya da başbakanın da bulunduğu toplantının gerilimi, bakanlar kurulunun kararlarını olumsuz etkileyebilecektir.
Şu halde, kabul etmek gerekir ki: tüm bu tartışma ve sorunlara rağmen, parlamenter sistemde cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna başkanlık edebilmesi mümkündür. Dolayısıyla bunu OHAL ile sınırlamak söz konusu değildir. Ve bu yetki de cumhurbaşkanının “devletin başı” olmak ve temsil etmek sıfatından kaynaklanmaktadır. Eğer bu yetkiyi kaldırmak mümkündür müdür dersek; buna hayır cevabı verebiliriz. Çünkü aksi hal cumhurbaşkanının devletin başı olmaktan kaynaklanan bağımsız hakem rolünü etkisizleştirecektir. Dahası, bu yetkileri etkisizleştirmek ya da budamak, Devlet hayatının düzenli işlemesi gibi ilkelere de aykırı olabilecektir.
(3) Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna Etki Edebilirliğine Göre Değişim
Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı/devlet başkanı, yasama önünde sorumlu değildir. Çünkü, bu sorumluluk sadece hükümettedir. Ki, günümüzde bu sorumluluk, hükümet kanadında kendisinin öne çıkması[42] dolayısıyla, fiiliyatta Başbakana ait olmaktadır.
Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu, “yetkisizliği” ve “tarafsızlığı”nin bir sonucu ve gereğidir. Ancak, parlamenter sistemlerde devlet başkanının, fiiliyatta, tarafsız bir güç olarak görülmesi mümkün olmasa gerektir. Çünkü, “devlet başkanlarının rolünün analizi, yürütme ve yasama organı arasındaki güç dengesi yönüyle sınırlıdır.”[43] Diğer taraftan, hükümet sisteminin fiiliyatta, cumhurbaşkanının tavrıyla da değişebilmektedir. Doktrin cumhurbaşkanının hükümetle ilişkileri bakımından, çeşitli şekillerden bahsetmektedir. Örneğin, “başkanlık hegemonyası” veya “hükümetle uyumlu işbirliği” seçeneklerinden bahsetmeyi[44] bu sebebe de hasretmek gerekir. Bu anlamda, baskın fıtrata sahip bir cumhurbaşkanının, örneğin hükümete müdahale etmek isteyebilmesi, ihtimal dairesindedir. Başbakanın da cumhurbaşkanı gibi baskın bir fıtrata sahip olması halinde ise, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmalarının beklenebileceği malûmdur. Yani parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanı hükümet çatışması, yukarıdaki sebeplerden başka, bu sebeple de ortaya çıkabilecektir.
Örneğin, Rusya ve Peru’da, hukuken yarı-başkanlık veya bir başka parlamenter sistem oluşmuştur. Ama buralarda fiilen bir başkanlık sistemi hüküm sürmektedir. Anayasal açıdan yarı-başkanlık hükümeti olan Avusturya’da ise, siyasal hayat fiilen, bir parlamenter sistem şeklinde işlemektedir.[45]
(4) Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulunun Oluşmasındaki Etkisi ve Başbakanı Ataması
Parlamenter sistemde hükümetin kurulması için, cumhurbaşkanının başbakanı ataması ve Başbakanın hazırladığı Bakanların listesini onaylaması gerekmektedir. Bu işlemden sonra bakanlar kurulu göreve başlamaktadır. Hükümet, parlamentoda okuduğu hükümet programına güvenoyu aldığında da görevine devam etmektedir. Zira parlamenter sistemlerde hükümet programı veya yasama programı, hükümetin varoluş nedenidirler.[46] Güvenoyu hükümete değil, hükümetin programına ve o programı takip etmesi yükümlülüğü yerine getirmesine güvendir.
Dolayısıyla cumhurbaşkanının başbakanı ataması, işin tabiatı icabı tek başına kullanabileceği bir yetkidir. Örneğin istifa eden bakanlar kurulunun veya başbakanın bu kararnamede imzasının bulunması bile isabetli olamaz. Yine örneğin Almanya’da yasamanın, yerine bir başbakan belirlemedikçe hükümetin düşüremeyişi gibi usullerden söz etmek mümkündür. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”de de yürütmeyi bu şekilde güçlendirmek, seçenekler içindedir.
Nihayet, cumhurbaşkanının başbakanı atamasında ve bakanlar kurulunu onaylamasında, başka bir imzanın bulunması doğru olmaz. Ve dahası, hiçbir parlamenter sistemde bunun aksi geçerli olamaz. Hele bilhassa, örneğin cumhurbaşkanının bu kararlarında, istifa etmiş/düşmüş hükümetin imzasının bulunması mümkün olamaz. Çünkü, böyle bir hükümet, kendisinden sonraki hükümetin belirlenmesinde etkili olamaz. Bu sebeple, cumhurbaşkanının bu yetkisini karşı-imza kuralına bağlamak da, bu yetkinin doğası bakımından mümkün olamaz.
Hal böyle olunca, cumhurbaşkanının başbakanı atama ve bakanlar kurulunu onaylama yetkisini, doğası gereği tek başına kullanacaktır. Böylece, cumhurbaşkanının hükümete etki edebilme süreci de muhtemelen başlayacaktır. Örneğin cumhurbaşkanı, kendi istediklerinin bakan olması halinde “bakanlar kurulu listesi”ni onaylayabilecektir. Bu teoride olamaz dense de, fiiliyatta olabilmektedir ki, müşahedelerimiz de bu yöndedir: Nitekim, örneğin Suat Hayri Ürgüplü tarafından sunulan Bakanlar Kurulu listesini, Cumhurbaşkanı, gerekçe göstererek onaylamamıştır.[47] Türk siyasal tarihinde bu örnek bile durumu açıklamaktadır.
Tüm bunlar, parlamenter sistemde istense de istenmese de Cumhurbaşkanının hükümete müdahale edebilmesine elverişli hususlardır. Ki bu hususları, parlamenter sistemin tüm türevlerinden kesin olarak kaldırmak mümkün ol(a)mayacaktır.
2.1.1.3. Güçlendirilmiş ya da Rasyonelleştirilmiş Parlamenter Sistem Formüllerinin Hiçbirisinin İki Başlılığı Gidermeye Yetmezliği
(1) Hükümet Vaad ve Programlarını Uygulamalarını Engelleyebilme Yönüyle Parlamenter Sistemde Koalisyon Anlayışı
Parlamenter sistemlerin tüm türevleri koalisyonlara elverişlidirler. Çünkü hükümetleri, seçimlerden sonra ve seçim sonuçlarına göre kurmak mümkündür/gereklidir. Bu sebeple, güçlendirilmiş parlamenter sistemlerde de koalisyonların olabileceği malûmdur. Dolayısıyla, bu sistemlerde koalisyonlardan kaynaklanan bunalımlar[48] da her zaman mümkün ve muhtemeldirler. Çünkü, koalisyonlar fiiliyatta, parlamento karşısında “bir tek hükümet” olarak temsil edilmemektedirler. Bundan ziyade; koalisyon ortağı her partinin, hükümetteki grubunu diğerinden ayrı olarak görmek eğilimi dikkat çekmektedir.[49]
Bu sebeple koalisyonun devamı, her bir ortağının koalisyonun devamını istemesine bağlı olmaktadır. Evet, koalisyon ortağı her bir partinin, kararlarındaki ya da politikalarındaki değişiklikler her zaman koalisyonu sona erdirebilecektir. Bu durum, koalisyon hükümetlerinin, olay ve sorunları çözücü davranmakta duraksayabilecekleri anlamına da gelecektir.[50]
Eklemeyelim ki; koalisyonlarda koalisyon ortağı her bir siyasi parti, halka verdiği kendi vaad ve programını uygulayamayacaktır. Bunun yerine, koalisyonlarda, koalisyon ortaklarıyla uzlaştığı programları uygulayabileceklerdir. Böylece de koalisyon ortağı partilerin herbirisini halka verdiği sözleri yerine getirme imkânlarından yoksun bırakabilecektir.[51] Halbuki başkanlık sistemi gibi sistemlerde, durum farklıdır: Çünkü, yürütmeye seçilen kişiler, kendi vaad ve programlarını yerine getirmek bakımından hiçbir mazerete sığınamayacaklardır. Ki başkanlık sistemlerinde halk da bu vaad ve programlara uyulup uyulmadığını seçimlerde daha net denetleyebilecektir.
(2) Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanı Başbakan ya da Hükümet İlişkilerinin Seyri ve Karşı-İmza Kuralı Bakımından Durum
Parlamenter sistemde baskın mizaçlı ve/veya siyasal açıdan güçlü bir cumhurbaşkanının, başbakan rolünü de üstlenmesi mukadderdir/muhtemeldir. Yani parlamenter sistemlerde bunun aksi, eş deyişle Başbakanın görevini böyle bir cumhurbaşkanının üstlenmeyeceği garantisi olamaz. Bu hal, iki başlı yürütmede asıl yetki ve sorumluluk bakanlar kurulunda olsa bile değişmez. Yani bu ihtimal, cumhurbaşkanının yetkilerinin törensel vaziyette kaldığı sistemlerde de söz konusu olabilecektir.
Aslında, “parlamenter sistemde karşı-imza kuralı,[52] esasen, devlet başkanının bütün faaliyetlerinde geçerlidir.” Dolayısıyla parlamenter sistemlerde esas olan budur. Ve bu esas, parlamenter sistemini tüm versiyonlarında mevcudiyetini korur. Buna göre, bir devlet başkanının diğerine mektubu, tebrik yazısı, veya taziye mesajında bile durum böyledir. Yani bunlarda bile (hükümetin veya hükümet kanadından) ilgili bakanın imzasının bulunması gerekmektedir.[53] Bu sebeple cumhurbaşkanının halkla ve dış Dünya ile ilişki ve görüşmelerinde bile mutlaka hükümet temsilcisinin de bulunması kaidedir.[54]
Ancak, usuller dahi, cumhurbaşkanıyla-hükümet uyuşmazlığını, siyasal uyum ve uzlaşı kültürü olmadıkça, ortadan kaldır(a)mazlar. Nitekim örneğin, tüm parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanı:
1-) Doğası gereği tek başına yapabileceği işlemler hariç, hükümet kanadının imzası olmayan bir kararname çıkaramaz.
2-) Hükümet kanadından gelen kararnameleri imzalar. Bu yetki de cumhurbaşkanının devletin, hatta yürütmenin başı olmasının gereğidir. Ancak hükümetin “idare” olarak da birçok karar alması gereklidir. Bu durumda, meselâ merkezde bir dair müdürünün/başkanının atanmasında, Cumhurbaşkanının imzasını aramak ne kadar gereklidir? Yani meselâ valiler ve büyükelçileri atamak, devletin başı ve temsilciliği sıfatlarına bağlıdır. İşte, cumhurbaşkanının “kararnameleri imzalamak” yetkisi, bunların hangi kararnameler olacağı noktasında tartışmalara sebep olabilecektir.
Parlamenter sistemde bu kapsamdaki arazlar bitmemektedir. Şöyle ki: cumhurbaşkanının hükümet kanadından gelen kararnameleri bekletmeksizin imzalaması da parlamenter sistemin işleyiş mantığının gereğidir. Çünkü bu sistemde cumhurbaşkanı, devletin ve yürütmenin başıdır. Ama bir o kadar da, Anayasanın uygulanması ve organların uyumunu gözeten tarafsız hakemdir. Bu sebeplerle, hükümet kanadından gelecek kararnameleri, “hükümetin genel siyaseti”nin hükümetin istediği şekilde işlemesi için, bekletmeksizin imzalaması gerekir.
Yalnız, cumhurbaşkanının bu kararnameleri imzalamaktan imtina etmesi de, “kararnameleri imzalamak” yetkisini anlamlı kılacak “zımnî(≈saklı) bir yetkidir. Kaldı ki kamu hukukunda kullanmak üzere verilen bir yetki, bünyesinde onu kullanmamayı da saklar. Yani bir konuda verilen bir yetkinin doğasında aksi yönde bir takdir yetkisini de saklıdır. Yoksa yetki, sadece “tasdik”e dönüşür. Cumhurbaşkanının sadece tasdik makamına indirgenmesi, devletin başı ve temsilcisi olmak sıfatıyla çelişir.
Dolayısıyla cumhurbaşkanının imzası olmadığında hükümet işlemi/kararnamesi, hukuken geçerlilik kazan(a)mayacaktır. Bu sebeple cumhurbaşkanının imzası, ister tevsik edici ister inşai denilsin, işlemi/kararnameyi tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir.[55] Sonuçta, cumhurbaşkanı parlamenter sistemde, bakanlar kurulunun her istediği kararnameyi imzalayan (noter gibi) bir Makam değildir.
Kaldı ki, Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalamaması sonucuna bağlı hiçbir yaptırım veya usul olmayışı bunu doğrulamaktadır.[56] Bu yönde bir Anayasal hüküm de yoktur. Aksine, cumhurbaşkanının, kararnameleri imzalarken devletin başı olarak, Anayasanın uygulanmasını ve Devlet organların uyumunu gözetmesi gerektirmektedir. Dolayısıyla cumhurbaşkanının Anayasaya, kanunlara aykırı görebileceği kararnameleri imzalamaktan imtina etmesi(=kaçınması) pekala mümkün, hatta gerekli görülebilecektir.[57]
(3) Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanının Güçlü Olabildiği Kohobtasyon Dönemleri ve Cumhurbaşkanının Hükümeti Çekilmeye Zorlayabilmesinin Sonuçları
Şu halde, cumhurbaşkanının, hükümet kanadından gelen kararnamelerinden hangilerini imzala(ma)yacağı gibi bir belirleme söz konusu değildir. Ki, devletin ve yürütmenin başı olmak sıfatlarına göre net bir belirleme kanun da yapamaz. Böyle belirleme de ekseriyetle işin doğası gereği mümkün olamaz.
Dolayısıyla cumhurbaşkanının, istediğinde kararnameleri imzalamayıp, hükümeti böylece çalışamaz hale getirerek istifaya zorlaması,[58] mümkün ve muhtemeldir. Bunu somut örnekle açıklamak gerekirse: bir parlamenter sistemde cumhurbaşkanının, hükümeti engellemek/zora sokabilmek için,[59] Uluslararası bir anlaşmayı onaylamaması her zaman mümkündür. Veya bir uluslararası andlaşmanın(=sözleşmenin) onaylanmasına dair bakanlar kurulu kararnamesini imzalamayışı da aynı sonucu doğurabilecektir.[60]
Demek ki, klâsik veya güçlendirilmiş parlamenter sistemlerde, yürütmenin iki başlılığı her zaman bunalımlara kucak açan potansiyeldedir. Bundan dolayı Ülkemizde oluşan bunalımları,[61] güçlendirilmiş parlamenter sistemin engelleyeceğini söylemek, tatmin edici olmayacaktır.
Diğer taraftan:
1-) İki başlı yürütmede, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmasında, parlamentonun desteğini alan taraf, yönetimi bir anlamda üstlenecektir. Fransa’da olduğu gibi, Cumhurbaşkanının parlamento desteğini almasınınsa; bir “cohabitation(=kohobtasyon)” dönemi[62] yaşatması gibi mahsurları[63] olabilecektir. Vurgulamak gerekir ki: bu kapsamda Fransız hükümet sisteminde Başbakanlığın kaldırılması gibi görüşlerin bile dile getirildiği görülmektedir.[64]
2-) Parlamenter sistemde “azınlık hükümeti”-parlamento ilişkisinde, parlamentonun hükümete “kehren (=istemeye istemeye)” desteği de bir olumsuzluktur. Çünkü bu halde hükümet, parlamentonun kendisini “ha düşürdü ha düşürecek” endişesinden dolayı verimsiz olabilecektir. Dolayısıyla bu durum, bir noktada bunalımlara da vesile olabilecektir.
3-) Buna karşılık, parlamenter sistemde bir “çoğunluk hükümeti”, doğal olarak, parlamentonun etkin denetiminde fiilen muaf olacaktır. Ve hükümet, Parlamentodaki çoğunluğu vasıtasıyla, parlamentoya etkili hale bile gelebilecektir. İşte bu, Anayasanın hükümet sistemini yapılandırırken güttüğü amaca başlı başına bir terslik oluşturacaktır. Hükümetin denetlenemezlik güvencesiyle yaptıklarını anayasaya aykırı bulan bir cumhurbaşkanının, engelleyici tavırlarıysa cumhurbaşkanı- hükümet çatışmasını doğuracaktır.
Yani parlamenter sistem, hangi versiyonuyla olursa olsun, bu sorunlara elverişliliği sebebiyle, neresinden baksak sorunludur. Evet bu sorunların kısa vadede çıkmayacağını garanti edemeyiz. Ama bu sorunların uzun vadede çıkması ise, aksi yönde garantisi olmayan daha kuvvetli bir ihtimaldir.
Demem odur ki, Ülkemizde yeniden parlamenter sisteme döneceksek, bunları iyi hesap etmeliyiz. Dolayısıyla yeni kabul edeceğimiz ve bir başbakana yer verecek her sistem, bu sorunlara elverişlilik taşıyacaktır.
2.1.2. Parlamenter Hükümet Sisteminin Tarihi Arka Planının Cumhurbaşkanı-Hükümet Çatışmasına Etkisi
2.1.2.1. Genel Olarak Parlamenter Sistemin Gelişme Süreci
Parlamenter sistemde yürütmenin çift başlılığından kaynaklanabilecek çatışma bu sistemin doğuşu ve gelişmesi süreciyle de sabittir. Şöyle ki:
Esasen, parlamenter sistemin mantığı, yasamadan çıkacak hükümetin, yasamaya karşı özerk olması için cumhurbaşkanı tarafından atanmasıdır. Bu atamayı cumhurbaşkanı, önce başbakanı; sonra da onun hazırlayacağı bakanlar kurulu listesini onaylamakla, atamış olacaktır. Ancak, devlet başkanı, Başbakanı seçerken kendi şahsi arzularından sıyrılamayacaktır. Veya, sadece ve sadece, parlamentoda güvenoyu alabilmek kıstasını nazara alabilecektir.[65] Ancak Ülkemizde yaşanan bir kısım örneklerle de sabit olduğu üzere, bu kıstasın da sınırlayıcı olamayacağı aşikârdır.
Bu arada, parlamenter sistemin gelişme süreci de aynı sorunlara elverişlidir. Şöyle ki;
Batıda; İngiltere’de, Kral kendi başına çıkardığı kanunla/fermanla vergi toplamaya devam etmişti. Ama bir gelmiş ve buna çıkaracağı bu kanunlara/fermanlara engel olmaya çalışan meclis, “Parlamento” olarak kurumsallaşmıştır. Kral da devlet işlerinde yararlandığı “özel meclisi”ndeki kişilerin seçiminde, parlamentoyla iyi geçinmesi gerekmekteydi. Dolayısıyla bu seçimlerde “parlamentonun güveni”ni gözetmeye başlamıştır.
1688 İngiliz Devriminde sonraki süreçte kralın danışma meclisinin etkin hale gelmiştir. Ve 1707’li yıllarda da bu meclis Krala karşı daha özerk bir konuma evrilmişti.[66] Böylece, nihai plânda bu “özel meclis”ten Bakanlar Kurulu çıkmıştır. Zaman içinde çeşitli faktörler, Bakanlar Kurulunun Parlamentoya karşı sorumluluğuna gidişi sağlamıştır.[67] Ve zamanla, Bakanlar Kurulunu, Kral’a karşı temsil eden bir bakan (başbakan olarak anılmak üzere) öne çıkmıştır:[68]
Nihayetinde: İngiltere’ye İngilizce bilmeyen birisi (George I) Kral olmuştur. Kralın kendisi İngilizce bilmediğinden İngiltere’de devlet işlerine ilgisiz kalmıştır. Bu sebeplerle, bu Kral, anılan Kurula başkanlık etmemiş/edememiştir. Sonuçta bu Kurul kendi içinden çıkan bir mümessilin (=temsilci, ≈başkan) başkanlığında toplanmaya başlamıştır.[69]
İşte bu toplantılara başkanlık eden mümessil, Kral ile bu Kurul arasında iletişim de sağlamıştır. Ve böylelikle, kendisinin Kuruldaki eşitlerde birinci konumu, gittikçe belirmeye başlamıştır. Bakanlar Kuruluna başkanlık etmeye başlayan bu kişi, ilerleyen süreçte “başbakan” adını almıştır. Nihai süreçte başbakan, kabinenin ağırlığını artırması ve kurumsallaşmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır.[70]
Dolayısıyla:
1-) Kralın toplantılarına katılmadığı için başkansız kalan bu Kurulu koordine etmek ve toplantılarını yönetmek;
2-) Ayrıca kabineyi parlamento ile ilişkilerde de temsil etmek gibi fonksiyonlar;
Doğal olarak, kabine içinden birisinin mümessil olarak öne çıkmasını gerektirmiştir. Bu mümessil de zaman içinde başbakan sıfatını kazanmıştır.[71]
Kabul etmek gerekir ki: devlet hayatı, devlet başkanı ve bakanlar kurulunun birlikte mevcut oldukları bir boyutta devam etmiştir. Yani bakanlar kurulu ortaya çıkınca, devlet başkanlığı ortadan kalkmamıştır. Dolayısıyla bu süreç aynı zamanda parlamenter sistemin ortaya çıkış süreci de olmuştur.
Bu bağlamda yasama meclislerinin kökü, “halkın bütçe hakkı”na dayanmıştır. Yani parlamentolar da Kralın toplayacağı vergilere onay ver(me)mek için ortaya çıkmışlardır. Ama zaman içinde milletin temsilcilerinden oluşan ve Millet adına karar veren merci haline gelmiştir. İşte geçen zaman içinde başbakan da, görevini parlamentonun güven desteğiyle ifa eden hükümeti başkanı olmuştur. Hatta (parlamentoyu fesih yetkisine sahip yürütmede) hükümet kanadının parlamentoyla iletişimini de başbakan sağlamaya başlamıştır.[72]
Dolayısıyla, parlamenter sistemin doğuşu ve gelişmesi de devlet başkanıyla başbakan/hükümet arasında çatışmaların olabileceğini göstermektedir. Bu gelişme, aynı zamanda devlet başkanıyla yasama arasında da benzer anlaşmazlıkların olabileceğine işaret etmektedir. Ve dahası, parlamenter sistemin gelişim sürecinin, devlet başkanı hükümet çatışmasına elverişlilik potansiyeli taşıdığını ortaya koymaktadır.
Nitekim Parlamenter sistemde bu çatışmanın olabileceğine doktrin de işaret etmektedir. Buna göre, devlet başkanları, “hükümetin genel siyaseti”nde belirleyici ya da etkileyici eğilimlerde olabileceklerdir. Bu açıdan bazı yazarlar, devlet başkanının da bir kısım icrai yetkilerle donatılması gerekeceğine dikkat çekmişlerdir.[73]
Bu durum da anılan çatışmayı engellemeyecek, bilhassa artırabilecektir. Çünkü “genel siyaset”inden sorumlu hükümet, mantıken, işlerine cumhurbaşkanını karıştırmayı istemeyecektir.
Parlamenter sistem ve bu sistemde -güçlendirme ya da rasyonelleştirme adına- yapılacak değişiklikler de aynı sorunu gidermeyecektir. Ve bu yönden, yürütmenin “iki başlılığı”ndan kaynaklanan sorunlar hep söz konusu olabilecektir.
Halbuki, kamu yönetiminde varlığı işlevsizleştirilemeyecek “kumanda birliği ilkesi”[74] esastır. Çünkü, “kumanda birliği, yetki ve sorumlulukları açık bir şekilde belirler ve bu bakımdan yönetimin fonksiyonlarına işlerlik kazandırır.”[75] Ayrıca, Anayasadaki “İdarenin bütünlüğü, [de] idari görevleri yerine getiren kurumlar arasında birliğin sağlanması [gerektirmektedir. V]e idari yapı içinde yer alan kurumların bir bütünlük içinde çalışmasını öngörmektedir.”[76] Ve bu da ancak tek başlı yürütmede karar kılmak ve devam etmekle hayata geçebilecektir.
2.1.2.2. Parlamenter Sistemin Geliştiği İngiltere’de Taç-Hükümet Çatışması Potansiyeli
Hükümetin parlamento çoğunluğuna dayandığı “çoğunlukçu parlamenter sistem”, İngiltere’de mükemmel bir form bulmuştur.[77] Ama Ülkemizde ve genelde bu durum, söylediğimiz gibi, yasamanın yürütmeyi denetlemesini işlevsizleştirebilme rezervini haizdir.
Kaldı ki İngiltere’de bile bu rezerv vaki olabilmektedir: malûm, parlamenter sistemin beşiği İngiltere’de bile hükümdar saygınlığını korur vaziyettir. Hatta hükümet tasarruflarının[78] halen hükümdarlık makamı adına yapılmış olması da buna delildir. Bundan başka, hükümdar, hükümete her zaman tavsiyede bulunma imkânına sahiptir. Ve sürekli tahtta kalmasından dolayı haiz olduğu devlet tecrübesinden hükümet (ve dolayısıyla başbakan), faydalanmak eğilimindedir. Hükümdarın, kamu makamlarına bir kısım atama yetkileriyle hükümet kararnamelerini imzalamak gibi yetkileri de vardır.
Dolayısıyla bunlar ve diğer birçok etken, hükümdarın kabineye karışmasına imkân verir bir potansiyel içermektedir.[79]
Vakıa, İngiltere’de hükümdarın, hükümete, geleneklerden dolayı müdahalesi mümkün görülmemektedir.[80] Ama hükümdarın hükümete, yetkileri aracılığıyla da olsa, hiç şekilde müdahale etmeyeceğinin “garantisi” yoktur. Nitekim Kral Charles yakın zamanlarda Hükümetin, kanun dışı göçmenleri Ruanda’ya gönderme planını eleştirmiştir. Bu sebeple Kral ve Hükümet arasında gerilim yaşandığı basına[81] yansımıştır.
2.1.2.3. 1924 Anayasası Döneminde Atatürk’ün Bakışıyla Parlamenter Sisteme İlişkin Değerlendirme
Mustafa Kemal Atatürk, başkanlık sisteminden yana olmadığını da şu sözleri ile ortaya koymuştur: “Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, reisicumhurlukla başvekâleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.”[82]
Atatürk’ün bu sözleri, Ülkemizde, “sistemsiz ve ‘kanunsuz’ bir usul”ün[83] kabul edilemeyeceğine işaret etmektedir. Ancak, bu sözleri, diğer faktörleri nazara alarak:
1-) Milli iradenin temsilinin Yasama Meclisinde olduğu;
2-) Ancak güçlü yürütmenin istikrarlı yönetimi sağlayabileceği;
Şeklinde yorumlamak gereklidir. Çünkü örneğin:
1924 Anayasası, Milli iradenin temsilcisi Yasamanın bir nevi üstünlüğünü esas alan bir parlamenter sistemi benimsemiştir.[84] Bu durum, “Atatürkçü düşünce”nin tüm ilk-el karar alma tekelini Yasamaya bıraktığı anlamına gelmektedir. Ama bu sistem, siyasal ve toplumsal istikrar için yürütmeyi de yeterince güçlü tutmayı da öngörmektedir.
Hal böyleyse de: Parlamenter sisteme ilişkin Anayasal birikimimizde Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında kimi zaman anlaşmazlıklar görülmemiş değildir. Atatürk dönemi için de bu yönde örnekler dikkat çekmektedir. Şöyle ki:
Mustafa Kemal Atatürk, 18.09.1937 akşamında, başvekil(=Başbakan) İsmet İnönü’yü yanına çağırmış ve özel görüşmüştür. Bu görüşmede İnönü’ye, Cumhurbaşkanı olmasının, tüm işleri onaylayan bir makam olmak anlamına gelmediğini belirtmiştir. Ve arkasından da Başvekilliğe, İsmet İnönü yerine Celal Bayar’ı atamıştır.[85]
Tüm bunlar Atatürk’ün:
1-) Milli iradenin Yasamada temerküz ettiği istikrarlı bir yönetim için güçlü yürütmeyi kabul ettiğini;
2-) Anayasal sistemin yürütmeyi güçsüzleştirebilecek arazlarını giderecek, Memleketin ihtiyacına uygun yeni bir hükümet sistemine açık olduğunu;
Göstermektedir.
Unutmamak gerekir ki: Anayasamız 2. maddesinde “Atatürk milliyetçiliğine bağlı”lığa Cumhuriyetimizin temel ilkeleri içinde yer vermiştir. Ve Atatürkçü düşünce sisteminde inkılâpçılık da, temel “Atatürk ilkeleri”nden birisidir. Keza, Atatürk’e göre inkılâpçılık ise kısaca: “‘milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri’ korumak ve savunmak demektir.”[86]
İnkılâpçılık, gerek sosyal bünyedeki değişiklikler ve gerekse bilim ve medeniyetteki gelişmeler karşısında, sürekli yenilenmeyi[87] öngörür. Ki, bu yenilenmede amaç, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta onun üstüne çıkabilmektir. Bu amaç için de, Atatürkçü düşünce, milli ihtiyaç ve zaruretleri esas alır.[88] Dolayısıyla inkılâpçılık, bu hal ve şartlarda yeniliklere ayak uydurmadır. Diğer bir yönüyle inkılapçılık: “çok yönlü düşünceye ve demokratik bir toplumsal yapıya dayalı olarak sürekli bir değişim, bir atılım, bir ilerlemedir.”[89]
Ayrıca görmek gerekir ki: İnkılapçılık, özgürlükleri, çağdaş insan hakları prensiplerine göre tanıyıp güven altına alacak yeniliklere de elverişlidir. Çünkü, “Devletin birinci vazifesi memleket içinde asayişi temin ve adaleti korumakla vatandaşların her çeşit hürriyetlerini birbirlerine zarar vermeyecek tarzda korumaktır.”[90]
Nitekim, Atatürk’e göre de “hükümet kurmaktan amaç, evvelâ ferdî hürriyetin teminidir.”[91]
2.2. Parlamenter Sistemlerde Hükümetin Kurulması Zorluğundan Kaynaklanan Anayasal ve Yasal Sorunların Çözülemezliği
Aşağıdaki izahat, parlamenter sebep olabileceği sorunları, güçlendirilmiş parlamenter sistemin çözmeyeceği kanaatini uyandırmaktadır:
Parlamenter sistemlerde de güçlendirilmiş parlamenter sistemlerde de; “yönetimde istikrar” ilkesini hayata geçirmek bir hayli zordur. Ki, parlamenter sistemlerde seçim barajları gibi yöntemler de buna tam manasıyla cevap verememektedir. Dolayısıyla parlamentoda hiçbir parti yeterli çoğunluğu sağlayamadığında, hükümetlerin kurulmasında ve/veya devamında ciddi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Ülkemizde 1961 Anayasasından bu yana 2018’e kadar parlamenter sistem geçerliliğini korumuştur. Ama bu dönemlerde Ülkemiz, genellikle, hükümetlerin zor kuruldukları ve kısa zaman zarfında yıkıldıklarına tanık olmuştur. Keza bu dönemlerde, hükümet pazarlıkları gibi sebeplerle,[92] siyasi istikrarsızlıklar ve birçok hükümet bunalımları zuhur etmiştir: Bu sebeplerle, 1961 Anayasası döneminde Ülkemiz, bir azınlık ve dokuz koalisyon hükümetine tanıklık etmiştir. Ve 1982 Anayasası döneminde de 3 azınlık, 1 geçici ve 5 de koalisyon hükümeti kurulmuştur.[93]
Diğer taraftan, Batılı parlamenter sistemler de koalisyon sorunları ile karşılaşmışlardır.[94] Örneğin Fransa’da 1946 Anayasal dönemine tekabül eden 4. Fransız Cumhuriyeti, seçimlerde sadece “temsilde adalet”in gözetmişti. Bu durum parlamentoda çok sayıda siyasal partinin temsil edilmesine yol açmıştır. Ve bu sebeple Fransa, birçok partinin birleştiği koalisyonların oluşmasına tanıklık etmiştir. Fransa’da aynı dönemde parlamentonun üstün tutulması hükümetlerin ömürlerinin kısa süreli olmasına da yol açmıştır.[95]
Ülkemizde uzlaşmaya dayalı bir siyasal kültürün zayıflığı;[96] dolayısıyla toplumsal kesimlerin koalisyon ortaklığına sıcak bakmayışları malûmdur. Üstelik Fransız 1875 ve 1946 Anayasalarının uygulandıkları 3. ve 4. Cumhuriyet dönemlerinde vuku bulan bunalımlar da halen hatırlardadır.
Hal böyleyken, Ülkemizdeki siyasal aktörler, 1961 Anayasasından bu yana karşılaştırmalı sistemlerin olumsuz tecrübelerinden ders almamışlardır. Bilhassa; Ülkemizde önüne geçilemez uzlaşmazlıklar dikkat çekmiştir. Ve ayrıca ortaya çıkan koalisyon sorunları bunalımların sebebi olmuştur. Dolayısıyla koalisyon ortakları, sağlıklı işleyen bir koalisyon hükümetleri kuramamışlar; “adeta” birbirlerini engellemeye çalışmışlardır. Bu sebeple de koalisyonların, beraberinde getirdikleri, ortakların birbirlerini denetlemesi sonucu, etkili olamamış; itibar görmemiştir. Halbuki, parlamenter sistemde koalisyon ortaklarının birbirlerini denetimlerinin, çoğunluk hükümetleri üzerinde yasama denetiminin etkisizliğini giderecek veya dengeleyecek bir usul olduğu görmek gerekmekteydi. Koalisyon hükümetlerinin birbirlerini denetimleri, koalisyon protokolüne uygunluğu sağlamış olacaktı.
İşte koalisyonların bu bilinçle hareket etmeyip kısa süreli oluşları birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda tekrar etmek gerekirse örneğin: koalisyon hükümetinde ortakların birbirlerini denetledikleri dengeli bir hükümet formülünün verdiği güvenden, halkımızın da mahrum kalmıştır.
2.3. “Çoğunluk” ya da “Azınlık Hükümetleri”nin Siyasal Sorumluluklarının Ortaya Çıkışı
2.3.1. Parlamentodan Çıkacak Hükümetler Açısından
Parlamenter sistemlerde güçlendirme de olsa, klasik parlamenter sistemin “yaşatıcı sütunları” ve “fabrika ayarları”yla oynamaktır. Bu tür bir girişim, problemleri azaltmayacak belki de çoğaltacaktır.
Çünkü parlamenter sistemin en önemli sakıncası, hükümetin parlamentodaki partilerden çıkmasıdır. Bu durum, söylediğim gibi, parlamentoda çoğunluğa sahip hükümetlerin bu yolla denetimden fiiliyatta muaf kalmalarını sağlayacaktır.[97] Böyle bir sakıncayı, parlamenter sistemde güçlendirmelerle gidermek zor olsa gerektir. Bu sebeple, parlamentoda çoğunluğa sahip hükümet ve Başbakanı, parlamenter sistemlerde fiiliyatta parlamentoya da hâkim olabilecektir. Ve sonuçta ortaya çıkan da kuvvetleri başbakanda birleştirir sonuç doğuran bir “başbakanlık hükümeti” olacaktır: Yani bu durumda “parlamentonun ‘müzakereci’ ve ‘Milli iradeyi temsil eden benliği'”, gerçek anlamda işlemeyecektir. Zira büyük bir ihtimalle, hükümete angaje olacaktır. Dolayısıyla ortaya çıkan hükümet sistemi de fiiliyatta kuvvetler birliği olarak adlandırılabilecek bir “başbakanlık hükümeti” olabilecektir.[98]
Diğer taraftan bu durum, klasik parlamenter sistemde yürütmeye verilen fesih yetkisini de tesirsiz bırakacaktır. Çünkü, Bakanlar Kurulunun parlamento karşısında fiiliyattaki gücü, bu yetkiyle daha fazla güçlenmesine sebep olacaktır. Dolayısıyla tüm bunlar, aslında parlamenter sistemdeki denetim araçları ve karşılıklı yetkilerin etkisiz olduğunu göstermektedir. Hatta bu durum, bakanlar kurulu ve başbakanın, sadece halka karşı sorumluluk duyabileceği sonucunu doğurmaktadır.[99]
Şu halde, belirtmek gerekir ki: bakanlar kurulunun parlamentodan çıkması, parlamenter sistemde parlamentonun üstünlüğünü ve/veya denetimini işlevsiz kılmaktadır. Hatta çoğunluk hükümetlerinin oluşturduğu görünüm, parlamenter sistemi fiiliyatta kuvvetler birliğine dönüştürmektedir.[100] Böyle bir durumda hükümet sistemi, -“cumhuriyet” prensibini dolaylı ve fiilen işlevsiz kılabilecektir. Ki eğer böyle olura,- yasama ve yürütmenin yürütmede birleşeceği bir “monarşi benzeri” [101] içerik bile taşıyabilecektir.
Halbuki, kuvvetlerin gerçek şekilde ayrılmadığı ülkelerde özgürlükler tehlikeye girerler. Zira, Montesquieu’nun vurguladığı gibi, kuvvetlerin bu şekilde birleştiği sistemler, keyfiliğe ve otoriterliğe dönüşme eğilimi gösterirler.[102]
Diğer taraftan parlamenter sistemde kurulabilecek azınlık hükümetleri bakımından da farklı sorunlar bitmeyecektir:
Örneğin, -yukarıda da değinildiği gibi- parlamenter sistemde yasama azınlık hükümetlerini nefes aldırmayacak şekilde yoğun/etkin bir denetime tabi tutacaktır. Eğer bu hükümet Ülkeyi istikrarlı yönetirse, oylarını fazlalaştıracaktır. Ve bu sebeple, bu durum, yasamadaki diğer partilerin siyasal çıkarlarına aykırı olacaktır.
Nihayetinde azınlık hükümeti denetlenmekten icraatlarını yapmaya vakit bulamayacaktır. Dolayısıyla bu durum da ortaya “hükümetli bir hükümet bunalımı” çıkaracaktır. Ya da bu şekilde işleyen hükümet dönemindeki sistem fiili bir “meclis hükümeti sistemi”ne dönüşecektir.[103] Bu durumda da ortada “parlamento hükümeti” diyebileceğim, fiili bir kuvvetler birliği sistemi söz konusu olabilecektir. Böyle bir durumda parlamentonun hükümeti halk nazarında başarısız göstermek için ihtiyaç olan kanunları çıkarmaktan kaçınması da her zaman söz konusu olabilecektir.
Bu ve diğer birçok sebeplerle, azınlık hükümetleri, Ülkemizde ve diğer ülkelerde kısa süreli olmaktadırlar.[104]
Kaldı ki Ülkemizde kısa süren “azınlık hükümetleri” dönemlerinde Ülkenin iyi yönetilmesi zor olsa gerektir. Nitekim 1978 ve 1979 da “azınlık hükümetleri” kurulmuştur. Ama tarihi tecrübeler bu dönemlerde Ülkede genellikle istikralı bir yönetimin tesis edilemediğini göstermiştir.
Bu noktada, hükümetin düşürülmesini, kurulacak hükümetin başbakanını parlamentonun belirlemesi şartına bağlayan usuller de sorunları çözmeyecektir. Çünkü bu hükümet:
1-) “Çoğunluk hükümeti” olursa fiilen parlamentoya da hakim rol üstlenebilecektir. Ki bu noktada ortaya çıkan, yukarıdaki sorunları yaşamak olacaktır.
2-) “Azınlık hükümeti” olursa; bu sefer azınlık hükümetlerinin karşılaştığı yukarıdaki sorunlar vuku bulacaktır. Ki bu durumda da istikrarsızlık, hatta tekrarlamak gerekirse, “hükümetli hükümet bunalımı” ortaya çıkacaktır.[105]
3-) “Koalisyon hükümeti” olması halinde, programı aralarındaki mutabakata bağlı tutulacak olsa bile sorun devam edecektir. Çünkü bu alternatifte de koalisyon için yaşanacak yukarıdaki sorunların ortaya çıkması mümkün ve mukadder olacaktır.
4-) Hükümetin düşürülmesinin başbakanın belirlenmesine bağlı olduğu halde de başka sorunlarla karşılaşmak muhtemel olacaktır: Örneğin, bu formül, parlamenter sistemin burada ilk üç maddedeki sorunlarına çare olamayacaktır. Keza, bu durum, yasamanın yeni Başbakan üzerinde anlaşması, noktasında birçok pazarlıklara da zemin hazırlayacaktır.[106] Böyle bir durumda ise, “parlamentonun direktifi altına girmiş hükümetler”den söz etmek gerekebilecektir. Ve böylece hükümetler, sosyal ve iktisadi açıdan vaadlerini uygulamak yükümlülüklerini[107] unutmuş olacaklardır.
2.3.2. Kurucu Güvensizlik ve Giyotin gibi Usullerle Donatılmış Parlamenter Sistem Açısından
2.3.2.1. Kurucu Güvensizlik
Güçlendirilmiş parlamenter sistem için önerilen “kurucu güvensizlik” usulleri[108] de yürütmenin iki başlılığından doğan çatışmaları gideremezler. Çünkü örneğin, parlamentonun güvenini kaybetmiş hükümet, parlamento yeni seçenek bulamadığında devam edecektir.[109] Böyle bir durum ise, hükümeti fiilen bir “azınlık hükümeti benzeri”ne dönüştürecektir.[110] Halbuki, bir başbakana güven veren çoğunluğu bulmak kolaydır da; düşürecek çoğunluğu bulmak zordur.[111]
Dolayısıyla, parlamentonun yeni bir hükümette anlaşamaması halinde, mevcut hükümet pratikte “parlamentonun güveni” de yitirmiş olacaktır. Böyle bir hükümetin göreve devam etmesi bir anlamda meşruluğunu kaybetmesi anlamına gelecektir. Ya da en azından bu durum tartışılmaya başlayacaktır. Kısacası, hükümetin parlamentonun güvenini yitirmesine rağmen devamı, parlamenter sistemin mantığıyla her halükârda çelişebilecektir.[112] Üstelik böyle bir hükümet artık parlamentonun denetiminden de dolaylı olarak kurtulmuş olacaktır.[113]
Ayrıca, bu eleştirileri uygunluğu ölçüsünde aşağıda sözünü ettiğimiz, giyotin usulü içinde geçerli görmek gerekir.
2.3.2.2. Giyotin Usulü
Örneğin, Fransız hukukunda yer alan “giyotin usulü”[114] de sorunları çözmeye yetmeyecektir. Bu usul hükümetin bir kanun tasarısının reddinin güvensizlik anlamına geleceğini bildirmesiyle işlemektedir. Fransız Anayasasının 46/3. maddesine göre, bu beyana karşılık 24 saat içinde bir “gensoru önergesi”[115] sunulmazsa; ve bu da 46/2. fıkradaki usulle[116] (güvensizlik açısından) oylanmazsa, tasarı kabul edilmiş olmaktadır.
Keza, yapılacak güvensizlik oylamasında güvensizlik miktarının Anayasal sayıya ulaşmaması da, mantıken, tasarı/teklifin kabulü demek olacaktır. Ama Anayasanın aradığı güvensizlik oy sayısının oluşması kanun tasarısını/teklifi kabul etmemek olacaktır. Ki bu durumda hükümet de düşecektir.
Vakıa, İngiltere’de “Giyotin usulü”, belli bir tasarı hakkında, parlamento görüşmelerinin zamanla sınırlayıp kısa zamanda kabulünü amaçlamaktadır.[117] Nitekim İngiltere’de de hükümet, “giyotin usulü”yle bir anlamda parlamento gündemini de belirlemektedir. Ve bu usulle, hükümet parlamentoyu, kendisinin(=hükümetin) istediği yönde çalışmaya zorlayabilmektedir.[118]
Kurucu güvensizlik gibi bu usul de parlamenter sistemde güçlendirme mekanizmalarındandır. Ve bu usul, parlamentonun kanun tasarısını kabul etmeyişinin, hükümete “güvensizlik” sonucunu doğuracak şekilde işlemektedir. Dolayısıyla parlamentoya bu bildirimi yapan hükümet, sunduğu tasarı kanunlaşmazsa düşmüş olmaktadır. Bu usulle yürütme, kanunun tasarısının, yasamada, bu şekildeki tehditle kanunlaşmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Halbuki böyle bir hali, zaten hükümetin düş(ürül)ecek kadar zayıf kaldığının itirafı olarak anlamak da gerekebilecektir. Nitekim Fransız hukukunda giyotin usulüne mantıken, çoğunluk desteğini kaybeden hükümetler gitmektedirler. Yani hükümet tasarının/teklifin kabulü için yeterli çoğunluğu sağlayamayacak bu usule başvurabilecektir.[119] Aksi halde kendisini riske atmasına zaten gerek yoktur.
Ancak bu usul çok önemli bazı noktalarda eleştirilebilir. Örneğin, bu usulde:
1-) Kanun tasarıları/tekliflerini, yasama meclisi üyeleri, görüşmeden; söz oy ve düşüncelerini belirtmeden kabul etmiş olmaktadırlar. Bunun Milli iradenin tecellisini ne derece işlevsizleştirmek anlamına gelebileceği malûmdur.
2-) Millet meclisleri, temsil ettikleri milli iradeyi şarta tabi tutamazlar. Dolayısıyla bir tasarının/teklifin kabulünü, serbest iradeyi etkileyecek hiçbir şarta tabi tutmamak gerekir.
3-) Yasama üyelerinin hükümetin düşmesi tehdidi altında ileri sürdükleri söz, oy ve düşünceleri, Milleti temsilden doğmayacaktır. Çünkü, burada milletvekillerinin amaçları, hükümetin düş(me)meşine angaje olmaya yönelmektedir.
Nihayetinde böyle bir durumu, milli iradenin söz, düşünce ve oy’una ipotek koymak şeklinde anlamak gerekebilecektir.
Vakıa, “kurucu güvensizlik”e ilişkin eleştiriler uydukları ölçüde burada da zaten ve ayrıca geçerli olacaklardır.
Dolayısıyla giyotin usulün de parlamenter sistemi güçlendirici vasfı kadar sorunları çözemeyiş kimliği de devam edecektir.
2.3.3. Hükümetin Parlamento Dışından Çıkmasının Parlamenter Sistemle Uyumu Sorunu
Bakanlar kurulunun parlamentodan çıkması usulüne son verilmesi[120] hali acaba çözümcü bir seçenek olabilir mi? Bu soruya olumlu ya da olumsuz cevap vermek devlet ve demokrasi teorileriyle ilgilidir. Ama parlamenter sistem hükümetin parlamentodan çıkmaması seçeneğini reddeder. Dolayısıyla bu soruya evet cevabı vermek, hem başka sorunlar oluşturacak hem de parlamenter sistemden önemli bir sapma olacaktır. Çünkü, parlamenter sistemde hükümet, en azından başbakan parlamentodan çıkar ve dolayısıyla hükümet parlamentonun güvenine dayanır.
Sonuçta bu tür bir seçenek, öncelikle parlamenter sistemin mantığına ve doğal gelişme sürecine aykırı olacaktır. Ve bu seçeneğin ikame edildiği sistem, daha keskin bir kuvvetler ayrılığına dönüşecektir. Parti disiplinine bağlı “partiler demokrasileri”nde[121] bu yöntem, kuvvetlerarası işbirliğine bağlı bir dengeyi ortadan kaldırabilecektir. Dolayısıyla hükümetin dışarıdan atanacak başbakan ve oluşturduğu bakanlarla kurulması da soruna çözüm olamayacaktır. Bilakis fabrika ayarlarından radikal ayrılış daha büyük sorunlar doğuracaktır.
Vakıa, seçimlerde başbakanın halk tarafından seçimi gibi formül ise,
1-) Başbakan ve yasama meclisi arasından meşruiyet tartışmalarına sebep olabilecek;
2-) Ve ayrıca, “başbakanlık hükümeti” formülünü de pekiştirmiş olacaktır.[122]
Bu tür bir formül ayrıca, başbakanı, cumhurbaşkanı-hükümet ilişkilerinde, cumhurbaşkanının statüsünü de üstlenmeye yöneltebilecektir.
2.4. Konuya Partiler ve Parlamenter Sistemdeki “Parti Disiplini” Açısından Bakış
Müşahede ediyoruz ki, Türk siyasal sisteminde güçlü parti liderliğinin varlığı esastır. Bu durum, hükümeti kuran partinin başkanını, Başbakan olduğunda güçlü konuma taşımaktadır. Ve bu durum başbakanı ekseriyetle, fiiliyatta “hükümetin genel siyaseti”ni belirleyen kişi durumuna getirebilmektedir.[123]
Diğer taraftan güçlü parti liderliği, siyasal partileri “lider sultası” altında işleyen mekanizmaya dönüştürmektedir. Bu durum, parlamentoda çoğunluğu elde eden partinin liderinin yürütmeye de hâkim olabileceğini göstermektedir.[124] İşte bu sebeplerle de ortaya çıkan hükümet sistemi -yukarıda söylendiği gibi- “başbakanlık hükümeti” olabilecektir.
Zamanımızda demokrasi, -temsilcilerin kendi iradelerinden ziyade partilerin iradelerini öne alan bir- “partiler demokrasisi”ne dönüşmüştür.[125] Ve bu sebeple günümüzde demokrasiye de “partiler rejimi”[126] gözüyle bakmak gerekebilir. Yine, siyasal partiler, günümüzde, siyasal etki düzeyinin yükselmesi bakımından, kişisel fikirleri bünyelerinde uzlaştırarak toplamış[127] olmaktadırlar. Ayrıca siyasal partiler, devletle insanlar arasında bir iletişim köprüsü ve arabulucu görevleri de üstlenmektedirler. Hatta daha önemlisi, demokratik hayatta milli iradenin partiler aracılığı ile teşekkül etmesinde de özne olmaktadırlar.[128]
Diğer taraftan, partilerin, yönetimde ve bilhassa yasamada etkili olabilme muvaffakiyetlerinde, “parti disiplini” önemli rol oynamaktadır. Vakıa, “parti disiplini” parlamenter sistemde daha da önemli bir konuma sahiptir. Ve bu, yasama organının işleyişinde vazgeçilmez faktördür. Yasamada milletvekillerinin oy, söz ve düşünceleri, genelde parti disiplinin katılığından dolayı partilerin istedikleri yönde olmaktadır. Oysa, bunun sakıncası yok değildir. Şöyle ki: hükümetin yasamada çoğunluğa sahip partiden olması, kendine(=hükümete) güven ver(mekted)ir. İşte bu güven ve yasamadaki çoğunluk desteği, hükümeti adeta denetlenemez hale getirmektedir. Bu sebeple de, hükümetin yasama tarafından etkili bir şekilde “siyasal denetim”i söz konusu ol(a)mamaktadır.
Daha evvelki çalışmamızda belirttiğimiz gibi bu sorunları giderecek hiçbir çözümü parlamenter sistem içinde bulmak mümkün değildir.[129]
Gerçi “rasyonalleştirilmiş parlamenter sistem”in güçlendirmeyi aklen yapacağını; bu sebeple de çözüm olacağını düşünmek mümkündür. Nitekim, neo-parlamentarizm diye adlandırılan parlamenter sistem de devlet başkanının, güçlendirilmesini öngörmektedir.[130] Bu usul, hızlı ve seri kararlar almak gibi gerekçelere dayanmaktadır. Güçlenme de klâsik parlamenter sistemdeki sembolik konumdan çıkmak ve icrai yetkiler kullanabilmek şeklinde olmaktadır. Dolayısıyla böyle bir sistem de nihayetinde güçlendirilmiş parlamenter sistem olmaktadır.
Ancak bu tür parlamenter sistem de, organlardan birisini güçlendirme, diğerlerinin yetki alanını daraltmak sonucunu doğuracaktır. Hatta bu daralmanın hukuk devleti ve hukuk güvenliğini ihlâl edici dereceye varması bile muhtemel olabilecektir.
Böyle bir güçlendirmenin yürütmenin avantajına olması, güçlü yürütmenin oluşturabileceği yukarıda değinilen sorunlara zemin hazırlayacaktır. Vakıa, güçlü yürütmede güçlenme, hükümet veya Cumhurbaşkanı gücünü artırmak gibi şekillerde olabilecektir. Bu durum öncelikle yasama ve yargı kuvvetlerine karşı güçlenmeden doğan sorunlar oluşturabilecektir Yürütmenin güçlendirilmesi halinde bu gücün yürütmenin hangi kanadına verileceği tartışma konusu olacaktır. Ve bu halde, hangi kanat güçlenirse güçlensin; sistemin, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmasına vesile olabilecek[131] rezervi devam edecektir. Hatta, güçlendirmenin öznesi, niteliği veya içeriği, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmasını belki de daha fazla beklenir kılacaktır.
2.5. Parlamenter Sistemde Halka Verilen Vaadleri Denetlemenin Zorluğu
Parlamenter sistem, milletvekili adaylarının mensubu oldukları siyasal partilerin halka vaatlerine göre seçilmelerini esas almaktadır. Yani burada etkili önemli faktör, halka verilen vaadlerdir. İşte parlamenter sistemin mantığı, bu partilerin kurdukları hükümette bu vaadlerini gerçekleştirmeleri amacıyla iktidar olmalarını öngörmektedir. Aslında bu yönden sistemin mantığı böyledir.
Halbuki Parlamenter sistemlerde parlamentonun ve parlamentonun içinde çıkan kabinelerin, halkın gerçek isteklerini gözettiklerinin ölçümlenmesi zordur. Nitekim bu vaadlerin yerine getirilmesinde halkın istekleri hükümetin her bir üyesince farklı yorumlanabilecektir. Bu arada halkın adına temsilcilerin karar verdiği sistemlerde, bu kararları halk adına bir tek kimsenin vermesi de mümkün olabilmektedir.[132] Bu ilk bakışta antidemokratik bir usuldür. Ama yasamada çoğunluğa sahip partiden çıkan hükümetin başkanı, yani başbakan kararları tek başına vermiş olmaktadır. Bunun en önemli ispatı, parlamenter sistemlerde Başbakan hakkında verilen güvensizlik oylarının hükümeti düşürmesidir.
Hakla verilen vaadlere uymamakta, koalisyon hükümetleri esaslı sebebi oluştururlar. Ki yukarıda değindiğimiz gibi; parlamenter sistemde koalisyon ortağı her bir partinin kendi vaadlerini gerçekleştirmesi imkânsızdır. Bu sebeple koalisyon ortaklarından hangisinin kendi vaadlerini gerçekleştirdiğini ölçmek bir hayli zordur.[133] Hatta, koalisyon hükümetlerinde, ortakların birinin başarısını diğerinin engellemek istemeleri bile ihtimalden uzak değildir. Çünkü her bir ortağın bile diğeriyle ilişkisinde bile siyasal çıkarlar gütmesi, siyasetin doğasında bulunmaktadır.
Diğer taraftan, yine yukarıda söylediğimiz gibi, parlamenter sistemlerde bakanlar kurulu parlamentodan çıkacaktır. Ve dahası, daima “yasamanın güveni”ne dayanacaktır. Parlamenter sistemlerde bakanlar kuruluna verilecek bir güven, esasen, “hükümet programı”na verilmiş güven olacaktır. Dolayısıyla hükümet de faaliyetlerinde, güvenoyu almış programı esas alacaktır. Ve bu programa göre hareket edecektir.
İşte hükümet programının halka verilen vaadlere uymaması bile parlamenter sistemin mantığına tezat teşkil edecektir. Çünkü böyle bir hal ve usul, hükümetin parti olarak halka verdiği vaadlelerin ötelenmesi anlamına gelecektir. Bu durumun halk nazarında irtifa kaybı sonucu doğuracağı açıktır. Buna rağmen, iktidar partisinin, halkı, vaadlerini yerine getiremeyiş sebeplerinin haklılığına inandırmak istemesi hep mümkün olacaktır. Çünkü siyasal iletişimde yanıltıcı veya aydınlatıcı propagandanın önemi ve başarısı büyük olmaktadır. Örneğin vaadlerini yerine getiremeyen iktidar partisi, istediği kanunları parlamentonun çıkarmadığı gibi bir mazeret sığınabilecektir. Dolayısıyla, her şey bir tarafa, sorumlunun yasama mı yürütme mi olduğunu bile anlamak zor olacaktır.
Parlamenter sistemde, bu sorunlar da sistem ne şekilde güçlendirilirse güçlendirilsin, çözülemeyecek; ve sona da ermeyecektir.
Sonuçta, yukarıdaki haller, iktidar partisinin vaadlerini yerine getirip getirmediğini halkın denetleme yetkisinin işlevsiz kılabilecektir.[134] Ki bu da demokrasinin irtifa kaybı demek olacaktır.
2.6. Parlamenter Hükümet Sisteminde Parlamentonun Yürütmeyi Denetimi
2.6.1. Genel Olarak Denetim Usulleri
Yukarıda söylediğimiz gibi, parlamenter sistemde yasama yürütmeyi(=hükümeti) denetleme yetki ve vasıtalarına sahiptir. Ve bunlar da, “soru, meclis araştırması, meclis soruşturması, genel görüşme ve gensoru”dur.[135]
2.6.2. Gensoru ve Diğer Usuller
Gensoru, hükümetle parlamento çoğunluğu arasındaki çatışmayı giderici usuldür.[136] Zira bu usul, bünyesinde hükümetin düşürülmesi yaptırımını da bulundurur. Yani “gensoru”ya, hükümetin ya da bir bakanın görevlerini yapmadığı için düşürülmek istendiğinde başvurulabilir.[137] Bu durumda gensoru önergesi ve görüşmeleri söz konusu olur. Arkasından güven oylaması safhasına geçilecek olursa, parlamentonun vereceği güvensizlik oylarıyla hükümet ya da bakan düşer.
Gensoru, parlamenter sistemde bulunan ve Stefanni’ye göre, onu başkanlık sisteminden ayıran önemli bir faktördür/unsurdur.[138] Fakat şu da bir gerçektir ki; parlamenter sistemde “gensoru”nun hakkıyla kullanılabildiği hususlar çok sayılı kalabilmektedir.
Ayrıca gensoru usulünü, bazen de muhalefet siyasal çıkarları için kullanabilmektedir. Ve bu yolla muhalefet, hükümeti hiç olmazsa siyasal yönden etkisiz kılmayı amaçlayabilmektedir. Ama, haklı gensoru usulü de, ekseriyetle, yasamada çoğunluk partisinin başbakanı ve/veya bakanları için etkisiz kalmaktadır. Keza, Mecliste genel görüşme, meclis araştırması ve Meclis soruşturmasının akıbeti de, Meclisteki çoğunluk partilerine bağlıdır.
Diğer taraftan, gensoru usulünde parti disiplinin etkisi de çok büyük olmaktadır. Keza bu büyük etki, meclis araştırması, meclis soruşturması ve genel görüşme usullerde söz konusu olabilmektedir. Çünkü bu hallerde partilerin Meclis grupları, kullanacakları oylarla ilgili grup kararları alabilmektedirler. Bu sonuçları bünyesinde bulunduran “parti disiplini”, parlamenter sistemlerin her versiyonunda önemli bir kurum olmaktadır.[139]
2.6.3. Sözlü ve Yazılı Sorular
Bundan başka, bir sorun da “sözlü ve yazılı soru”larla ilgilidir. Şöyle ki; hükümeti denetim vasıtalarından soru, “sözlü soru” veya “yazılı soru” şeklinde olabilmektedir. “Sözlü soru”da, milletvekilleri hükümetten veya bir bakandan, bir kısım konuların “sözlü cevaplanması”nı istemektedirler. Bu usulde, hükümet kanadı başbakan veya ilgiyi/yetkilendirilen bakan, cevabını parlamento genel kurulunda “sözlü(=şifahi)” olarak vermektedir. Keza “yazılı soru” da cevabın yazılı verilmesi istemini içer(mekted)ir. Ve yazılı veya sözlü soru usulünde her bir milletvekili, bu konudaki yazılı başvurusunu parlamento başkanlığına yapar. Parlamento başkanlığı da bunu başbakanlığa gönderir. Çünkü yasama karşısında “denetlenme sorumluluğu” yalnızca hükümettedir.
Yalnız, vurgulamak gerekir ki, hükümet kanadı ekseriyetle, sözlü soruya karşı yazılı da cevap verebilmektedir. Yani sözlü soruyu hükümet kanadı, mevzuatta öngörülen en fazla sürede cevaplamazsa, buna yazılı cevap verebilmektedir. Bu tabii ki mevzuatın elverdiği hallere münhasırdır. Örneğin önceki sistemimizde TBMM İçtüzüğünün 98. maddesi gereğince, 3 bileşim boyunca sözlü cevaplanmayan önergeler “yazılı soru”ya dönüşmekteydiler.[140]
Ancak örneğin Ülkemizde önceki sistemde bu noktada diğer bazı sorunlar da vardı. Ki bunları sıralamak gerekirse:
1-) Sözlü soru “cevaplayan” başbakan veya bakanla milletvekillerinin, cevaplama sonrasında karşılıklı görüşmeleri usulü yoktu. Evet, soruyu cevaplayana kısa soru sormak usulü vardı ama bu sadece soru önergesi sahibine aitti. Bunun milletvekillerine tanınmayışı, kısa süre de olsa müzakere usulü eksikliği,[141] denetimi eksik ve/veya etkisiz bırakmaktaydı.
2-) Yazılı ve sözlü soruları usulü TBMM’de daimî komisyonlarının çalışmalarında ise hiç söz konusu olmamıştır. Bu eksiklik de sözlü sorunun etkinliğini azaltmaktadır. Hatta, sözlü sorulara yazılı cevap vermek, parlamentoyu daha fazla müzakere imkanından yoksun bırakmaktadır. Böyle bir durumu ise bir anlamda “parlamentosuzlaştırma” veya “parlamentoyu zayıflatma” olarak anlamak mümkündür.[142] Kaldı ki yazılı soruları, müzakereyi gerektirmeyecek derecede önemsiz konular için kabul etmek tercihe daha şayandır.[143]
2.6.4. Bütçe ve Kesinhesap Kanun Tasarılarının Kabulünün Denetim İşlevi
Diğer taraftan örneğin, yasamanın bütçe ve kesinhesap kanununun kabulü gibi işlemleri de bir tür denetim usulü kabul etmek gerekir. Çünkü parlamenter sistemde hükümetin göreve başlamadan ve görevinde devam eden bir “yasama kontrolü” sözkonusudur.[144] Meselâ hükümetin, atandıktan sonra programını uygulamaya(=görevine) başlarken, parlamentodan güvenoyu alması gerekir. Keza hükümet ya da hükümetin bir bakanının görevi süresince yasamanın güveninin devam etmesi de şarttır. Diğer taraftan yasamanın tüm faaliyetleri bir anlamda hükümeti doğrudan veya dolaylı denetimi fonksiyonunu teşkil etmektedir.[145] Örneğin yasamanın bir kanun çıkarması ya da çıkarmaması yürütmeyi etkileyecektir. Çünkü bunu uygulayacak olan yürütmedir. Keza, parlamentoya yapılan dilek ve isteklere ilişkin kararlar da yürütmeyi ilgilendirebilecektir.
Parlamenter sistemde bu iki kanunu da tasarı olarak hükümet hazırlar ve parlamentoya sunar.
Dolayısıyla parlamentonun hükümeti en etkili denetim vasıtası, fikrimce bütçe ve kesinhesap kanun tasarıları kabul etmek ya da etmemektir.
Bütçe Ülkenin tüm harcama ve gelirlerinin toplanmasına “Millet adına parlamentoların izin/onay vermesi”dir. Parlamento böylece, harcama konularını da incelemiş ve onaylamış olmaktadır. Ki bu durum denetime, doğal olarak çok kapsamlı ve temel bir denetim kimliğini kazandırmaktadır. Çünkü, bu denetim, dolaylı olarak, yürütmenin bütçe döneminde yürüteceği “faaliyetleri” de denetim anlamına gelmektedir.
Evet, parlamenter sistemde “bütçe hakkı” gereğince yasama, bütçeyi bir kanun olarak kabul etmektedir. Ama yasamanın bütçe hakkı, kabul ettiği kanundaki gelirleri toplaması harcamaları yapması da demek değildir. Yani parlamentonun bütçe kanunu ile yaptığı, yürütmeye gelir ve harcamaları toplama izni vermekten ibarettir. Çünkü, yürütme faaliyeti kanunun uygulanması olup; “yürütmenin yetki ve görevi” içindedir. Dolayısıyla bu gelir toplama ve harcama yapma yetkisini yürütme kullanmış olmalıdır; nitekim de böyle olmaktadır.
Ancak, parlamenter sistemlerde bütçenin kabul edilmeyişi, hukuken, hükümetin düşmesi gibi bir sonuç doğurmamaktadır. Ve böyle bir durum, sadece hükümeti istifaya zorlayacak siyasal bir usul olmakta; ama bundan öteye de geçmemektedir.
Nitekim bütçe tasarılarının reddedilmesi halinde, hükümetler konuyu “geçici bütçe kanunu” ile yeniden yasama önüne getirebileceklerdir. Ancak, bu kanunun geçici bütçe kanunu olması, adı üzerinde geçici olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla “geçici bütçe kanunu”, kalan bütçe döneminde yeni bütçe tasarısının hazırlanıp kanunlaşmasına kadar geçerli olacaktır.
Bu arada “geçici bütçe kanun tasarısı”nın reddedilmesi sonucuna bağlı bir yaptırım da söz konu olmamaktadır. Bu usuller, hükümeti iş yapamaz hale getirerek istifaya zorlamak için bir usul olmaktan öteye geçmemektedir.
Bu arada, milletvekillerinin siyasi çıkarlarını gözeterek, bütçeyi ve/veya geçici bütçeyi reddetmekten imtina etmeleri(=kaçınmaları) de muhtemeldir. Örneğin, bütçenin reddi kamu hizmetlerini durdurabilecek; ve ayrıca, acil ve zorunlu harcamaları da yasaklayabilecektir. Dolayısıyla bütçenin reddi toplumsal hayatı kilitleyebilecektir. Böyle bir durumun halkın memnuniyetsizliğine sebep olması ihtimalini siyasilerin göğüslemeleri mantıken mümkün değildir. Bu sebeplerle siyaseten halka hesap verecek olan milletvekilleri, bütçeyi reddetmekten siyasal çıkarlarını gözeterek kaçınabileceklerdir.[146] Böyle bir durumun, bütçenin hakkıyla denetiminde etkisizlik sonucunu doğuracağı açıktır.
Hatta yukarıdaki izahat, harcamaların ibrasına ilişkin kesinhesap kanunlarının kabulü ya da redleri için de geçerlidir. Aslında parlamento, kesinhesap kanunuyla bütçe harcamalarını dönem sonunda yerlerine yapılıp yapılmadığını denetlemektedir. Bunun hakkıyla yapılması halinde bütçe gibi etkili bir denetim aracı olduğu da izahtan varestedir. Ama bunda da siyasal çıkarların gözetilmesi ve buna göre karar verilmesi mümkün ve muhtemeldir.
İşte bu izahat, hangi hükümet sisteminde olursa olsun, demokrasilerde parlamentonun denetimlerinin yeterince etkili olmayabileceklerini ispatlamaktadır. Bu söylediğimizle, parlamentonun sadece bilinen denetim usullerini kastetmemekteyiz. Çünkü buna, denetim mahiyetindeki diğer işlemler de dahildir. Meselâ, bütçe ve kesin hesabın kabulü/reddi şeklindeki denetimleri de bu anlamda kapsamda görmek gerekir.
3. Hükümet Sisteminin Belirlenmesinde Gözetilmesi Gereken Anayasal İlkeler ve Hükümet Sisteminin Belirlenmesine İlişkin Ölçütler Açısından Bakış
3.1. Bir Hükümet Sisteminin Belirlenmesinde Gözden Uzak Tutulmaması Gereken Anayasal İlkeler
3.1.1. Anayasal Hükümet Sisteminin Siyasal Rejimle İlişkisi
3.1.1.1. Hükümet Sistemi Değişikliği Anayasal Açıdan Siyasal Rejimi Değiştirmek Demek Değildir
Cumhurbaşkanlığı sisteminde yürütmenin sadece Cumhurbaşkanın görev ve yetkisine verilmesi, -sanıldığının aksine,- bir siyasal rejim değişikliği anlamına gelmez. Ki Anayasa değişikliğinin Komisyon görüşmelerinde de çoğunluk üyeler, değişikliğin hükümet sisteminde olduğunu belirtmişlerdir.[147] Keza:
1-) Bu değişikliğin halkoyunda kabulüne kadar geçen TBMM görüşmeleri;
2-) Ve değişikliğin halkoyunda kabulü;
Dahil, tüm süreçte değişiklik lehine görüş, oy, miting ve diğer tüm paylaşımlar; bu husus dile getirmiştir.[148] Dolayısıyla bu değişikliğin hiçbir şekilde keyfî idare oluşturamayacağını da böylece taahhüt ve beyan etmişlerdir.[149]
Kaldı ki; Anayasamızın başlangıç kısmının 5. fıkrası, hiçbir faaliyetin “Atatürk milliyetçiliği ve medeniyetçiliği”ne aykırı olamayacağına amirdir. Ve yukarıda söylediğimizi tekrar etmek gerekirse; Atatürk’e göre “hükümet kurmaktan amaç, evvelâ ferdî hürriyetin teminidir.”[150]
Bu tespit, keyfi idare şeklinde sürdürülecek her türlü siyasal rejimin, Anayasanın 2. maddesindeki “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ilkesine de aykırı olacağını göstermektedir.
3.1.1.2. Hükümet Sisteminin Demokratik Anayasal Hükümlerle Tesis Edilen Siyasal Rejimi Değiştirici Sonuçtan Uzak Kalmayı Mümkün Kılacak Faktörler
Hükümet sistemlerinin işleyişlerinin, siyasal rejimleri etkileyebileceği malûmdur. Ki siyasal rejimlerin her zaman bozulabileceği de bilgi ve tecrübelerle sabittir. Nitekim siyasal düşünceler Platon’dan, Aristo’dan ve hatta öncelerinden bu yana rejimlerin bozulabileceklerine değinmişlerdir.[151]
Yönetimlerin, Anayasal hükümleri hakkıyla, adil uygulamalarını sağlamak bakımından, kamuoyunca, hukuki usullerle denetlenmeleri önemli bir faktördür.
Vakıa, her Anayasa ideal bir hukuk devleti ve buna bağlı “hürriyetçi demokrasi” oluşturabilir. Ancak bundan daha önemlisi:
1-) Hukukun üstünlüğüne dayalı adil, hakkaniyetli[152] eşitlikçi;
2-) Aynı zamanda hürriyetçi anayasal demokratik rejimin;
Ve böylece Anayasanın yaşatılması, bu hususta Milletçe bir hassasiyet göstermeye bağlıdır.[153]
Doğaldır ki, Cumhuriyetimizin faziletli[154] bir yönetim şekli olduğunu görmek için:
1-) Politika yaparken ülkemizin yararını gözeterek doğru olan kararları almak ve uygulamak;[155]
2-) Buna karşılık;
2a-) İnsanların fıtratları/nefisleri itibarıyla tevessül ede(bile)ceklari yolsuzlukların[156] başkalarının haklarına tecavüz olduğunu idrak etmek,
2b-) Ve dahası yolsuzlukları engelleyen ve tarafgir davranışlardan uzak kalabilecek bir ahlaki duruşu benimsemek,[157]
3-) Ve ayrıca;
3a-) Yönetimin Anayasal ve hukuki yollarla denetimi,
3b-) Düşünceleri eleştirel de olsa rahatça açıklayabilmek, yanlış olduğu düşünülen hususları eleştirel bir ifadeyle dile getirebilmek,
3c-) Yani, Farklı fikirlerin açıklanmasını[158] engelleyecek korku ve endişe ikliminin olmaması,[159]
3d-) Yönetim işlerinde liyakati[160] esas almak;
4-) Ayrıca:
4a-) Demokrasinin çoğunluk yönetimi olarak yaşa(tıl)masından doğacak sakıncaların önüne geçmek için,
4b-) Ve doğru olan muhalif fikirleri hayata geçirecek şekilde etkili sonuç doğuracak şekilde danışmak usulünü[161] benimsemek,
Gerekmektedir. Ama bununla yetinmek doğru olmayacağı için, ayrıca:
5-) Görünüşte[162] ve içerikte bağımsızlığından ve tarafsızlığından emin olunan yargısal denetimi etkili kılmak,
6-) Kuvvetler ayrılığının tesisi ve yaşatılması; Devlet organlarının görev ve yetkilerinin sabit bir şekilde belirlemek,[163]
7-) Adil ve dürüst seçimlerin güvence altına alındığı ortamda birden fazla siyasal partinin varlığı;
😎 Yönetime mutlak suretle bir uzlaşı kültürü ve sorumluluğu yüklemek,
Gibi faktörlerle de “çoğulculuk”u sağlayıcı önlemler almak gerekecektir.
Tüm bu hususlar, adil, barışçı, insanca ve hakça bir düzenin hayata geçirilmesi için gerekli ve etkili noktalar olacaktır.[164]
3.1.2. Anayasal Açıdan Hükümet Sisteminde Değişikliğin Gerekliliği ve Ölçüsü
Hükümet sistemlerine de esas olmak üzere; “demokratik Anayasaların, belli bir ülkenin kültürüne, geleneklerine, ihtiyaçlarına ve imkânlarına uygun bir biçimde şekillendirilmesi gerekmektedir.”[165]
Evet her konuda başka ülkeleri üstünkörü, körü körüne taklidi taassuptur. Ve bu durum toplumun ırsen ve fıtren kendinden kaybıdır. Ancak tekâmül fikrine taassupla karşı duruş da bir o kadar sorunludur. Şu halde, esas alınması gereken ölçü, “ne cahilce taassup; ne amiyane taklit”[166] düsturudur/vecizesidir.
Bu noktada Mencken de “her beşerî sorunun basit, kolay ve yanlış çözüm yolu olduğu”nu söylemektedir.[167] nakli de manidardır. Ve bu sözü hükümet sistemleri için de hep hatırda tutmak gerekir. Belirtmeliyiz ki; bir hükümet sisteminin yerine yenisini getirmeye çalışmak, her zaman çok haklı gerekçelere dayanmayabilir. Ki böyle bir usulün, belki yanlış manevralar niteliğinde olabileceği de izahtan varestedir.[168]
Ülkemizde Anayasa yapımı ya da değişikliklerinden edinilen tecrübeler de çok önemlidir. Bu açıdan baktığımızda, hükümet sistemi değişikliğinde, örneğin sırf öncekine tepki psikolojisiyle hareket etmek yarar getirmez.
Yani söylemek istediğimiz; ve kanaatimizce hakikat olan: Ülkemizdeki hükümet sisteminde değişiklik yaparken, daha gerçekçi olmak; toplumsal ihtiyaçların gerektirdiği ölçüde kalmaktır.
3.1.3. Hükümet Sisteminde Yapılacak Yeni Anayasal Düzenlemelerde Kamu Yararının Yeri ve Önemi
Hükümet sistemleri ve işleyişleri Anayasa hukuku ve teorisi kapsamında yer alırlar. Dolayısıyla bir hükümet sisteminin değiştirilmesi, aynı zamanda bir Anayasa değişikliğini gerektirir. Ama hiçbir anayasal düzenleme “bir ‘tepki anayasası’ etiketi altında durgunluğa mahkûm edilmesi sonucunu doğurmamalı[dır].”[169]
Bu itibarla, diğer Anayasa değişiklikleri gibi, bu değişikliklerde gerçek manada kamu yararı amaçlanmalıdır. Böylece gerekli olmayacak değişikliklere tevessül etmemek, Memleketin sorunlarının ötelenmesinin önüne geçme imkânı doğacaktır. Yani toplum ve yöneticiler böylece Memleketimizin enflasyon, kalkınma, gelişme gibi birçok sorunlarına/konularına yoğunlaşacaklardır. Ve bu halde, değişiklik sürecinin sebep olabileceği mali harcamalardan tasarruf da ayrı bir avantaj olacaktır.
Buna karşılık kişisel yararlar amaçlayan değişiklikler, “kamu yararı”nı “kişisel yarar”a feda etmek anlamına gelecektir. Dolayısıyla kamu yararı görüntüsü altında veya doğrudan doğruya kişisel yararları amaçlamak hep aynı sonucu doğuracaktır.
Bir parantez açarak vurgulamak gerekirse:
Kamu yararı, kamu hukuku işlemlerinin hukuka aykırılık denetiminin ölçütlerinden birisini teşkil etmektedir. Ama Anayasa Mahkemesinin (=AYM’nin), bir kısım kararlarından[170] kamu yararına uygunluk denetimden, kaçındığını müşahede etmekteyiz. AYM, buna gerekçe olarak da:
1-) Bu denetimin “yerindelik denetimi” manâsına geleceği hususuna dayanmaktadır.
2-) Keza, yasamanın siyasal tercihlerine müdahale edilemeyeceğine işaret etmektedir.
Ancak, AYM, kanunları kamu yararı amacıyla çıkarmayı, hukuk devleti ilkesinin gereği görmüştür.[171] Dolayısıyla, AYM, açıkça kamu yararına aykırılık taşıdığını gördüğü bir yasal hükmü, bu yönde denetleyebilecektir.[172]
Hükümet sisteminde değişikliğin kamu yararına uygun olup olmadığının belirlenmesinde, bazı somut kıstasları belirtebiliriz. Bu bağlamda örneğin:
1-) Değişikliklerin toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadıklarını ve sorunları giderip gideremeyeceğini;
2-) Bu değişikliklerin ihtiyaç ölçüsünde kalıp kalmadıklarını;
Nazara almak gerekmektedir. Keza, ihtiyaç ölçüsünü aşacak değişiklikler de sebep olacakları başka sorunlar dolayısıyla kamu yararına aykırı olacaklardır.
Bir kere bir hükümet sistemi veya bunda yapılacak değişiklikler, toplumsal sorunların çözümünde yegâne çare değildir: “Hiç şüphesiz, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı sorunların ortaya çıkmasından ve/ veya derinleşmesinden tek başına yeni hükümet sistemini sorumlu tutmak doğru değildir. Toplumsal yaşamın hemen her alanında yaşanan sorunların büyük bir kısmı daha önceden de vardı. Bu sorunlar yeni hükümet sistemine geçişle birlikte aniden ortaya çıkan sorunlar değildir. Ancak, öteden beri var olan sorunların ağırlaşmasında ve yeni sorun alanlarının oluşmasında yeni hükümet sisteminin önemli bir rol oynadığını belirtmek gerekir.”[173]
Sonuçta, bir hükümet sisteminde temel bir değişiklik yapmadan önce, sebep olduğu sorunları, iyileştirmeyle gidermeyi düşünmelidir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı sistemi sorunlara sebep oluyor diye, hemen parlamenter sisteme geçmemelidir. Yani Cumhurbaşkanlığı sisteminde sorunların giderilmesinde ıslah öncelikli bir tercih olmalıdır. Dahası, yapılacak değişikliklerde anılan sorunları giderecek ölçüyle yetinmek, “tercih”ten ziyade bir “gereklilik” bağlamında isabetli olacaktır.[174]
Kamu hukukunda da her Anayasal değişikliği, gerekliyse ve gerektiği kadar yapmak esastır. Çünkü mevcut sistem toplumda Anayasa, uygulandıkça kurumsallaşmış olmaktadır. İşte bir sistemin sorunlarını çözmek için makul bir bakışla iyileşme yeterliyse, temel değişikliklerden kaçınmak lâzımdır.[175]
3.2. Hiçbir Anayasal Hükümet Sisteminin Dengeli Ve Sorunsuz Bir Kuvvetler Ayrılığı Tesis Edemeyeceği Gerçeği Karşısında Çözüm Ve Üretimler
3.2.1. Kuvvetler Ayrılığının Anayasal ve Siyasal Sistemde Gerekliliği
Günümüzde ülkelerde hürriyetleri, “garanti etmeli”, bunlara keyfi müdahale endişelerinden tamamıyla arındırmalıdır. Bu da yasama, yürütme ve yargının bağımsız ve birbirlerini denetleyip dengeledikleri[176] hükümet sistemi kurmakla mümkündür. Dolayısıyla hürriyetleri garanti eden demokratik ülkeler, bünyelerinde kuvvetler ayrılığına anlamlı bir şekilde yer verirler. Belirtmek isteriz ki, insan haklarını ancak kuvvetler ayrılığını öngören anayasa “garanti” edebilir.[177]
Dolayısıyla bu sistemlerde anayasalar, kuvvetleri ayırmalı; ve bunları, birbirlerini denetleyerek dengeyi sağlayacak şekilde yapılandırmalıdırlar. Kısacası, anaysa kuvvetleri ayırmalı ve bunların aralarında etkili bir denge ve denetim mekanizması ihdas etmelidir. Keza her bir kuvvetin diğerine karşı denge ve denetime ilişkin görev ve yetkilerini Anayasa belirlemelidir. Böylece de anayasalar, kuvvetlerin görev ve yetki sınırlarını aşmasının önüne geçmelidir.
Evet, kuvvetler ayrılığının tesisinde hedef, özgürlükleri çağdaş hukuk devleti ve insan hakları prensipleri doğrultusunda güvenceye almaktır. Ama bu hedefte sağlanacak denge de, Devleti hürriyetlere feda etmemek de gerekir. Yani anayasalar denge ve denetim mekanizmasını kurarken, bu faktörü de, bilhassa gözardı etmemelidirler.
Bununla birlikte belirttiğimiz gibi:[178] “Hiçbir hükûmet sistemi her tarafıyla ‘dört başı mamur’, sakıncaları giderilmiş şekilde mükemmel değildir. Dolayısıyla burada konusu edilen tüm seçenekler bir kısım yönleri itibarıyla araz taşır. Eksikliklerinin siyasal kültürün önerdiği uzlaşı fedakârlıklarıyla giderilmesi mümkün olabilir. Bu arada bizim dile getirdiğimiz Cumhurbaşkanlığı hükûmetinin de mükemmel olmayacağı, karşılaşılan aksaklıklarının aynı tür uzlaşmalarla giderilebileceği değerlendirilmektedir.”[179]
Eğer konuya böyle bakılırsa; bir hükümet sistemindeki işleyişin başta uzlaşı kültürüne bağlı olacağı hususu dikkat çekecektir. Bu anlamda, Osmanlı aydın ve yöneticilerinden Tursun Bey’in vurguladığı üzere: “Siyaset, aslında çelişkili unsurlardan oluşan toplumu barış halinde tutmaya yönelik önlemler bütünüdür.”[180] Kaldı ki siyaseti de, esasen böyle anlamak doğrudur. Bu toplumsal barışı, uzlaşı kültürüyle, güzel değerlerin öznesi olan insan[181] ve yöneticiler kuracak ve yaşatacaklardır.
Buna karşılık, hırs, sabırsızlık, inat ve bencillik gibi hal ve davranışlar, her zaman kötüdürler. Ki siyasette de insanları ve yöneticileri aklıselim davranıştan uzaklaştırırlar. Kaldı ki, kendi değerini üstün gören kişinin peşin hükümlülüğü ve bunda direnmesi de uygun değildir. Zira bu tür hal ve tavırlar, hayatla ortaklığı bozar ve yeni değerler tercih etmeyi zorunlu kılar.[182]
3.2.2. Anayasal Hükümet Sistemlerinin Ülkelerin Kendi Özelliklerine Uyarlanması Sorunu
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, ülkelerin hal ve şartlarına göre de değişkenlik göstermektedir. Ve bunda, “hangi sistemde”n öte, “hangi ülkede” hangi şartlar altında olduğu faktörleri rol oynamaktadır.[183] Devlet idare şekilleri de bir kısım farklılıklar gösterebilecektir. Ki bu farklılıklarda, toplumun/milletin ekonomik ve sosyal şartları, ferdi ve toplumsal değer ve gelenekler rol oynayacaklardır.[184]
Bu arada ihsasen vurgulamak gerekir ki; hükümet sistemleri hiçbir ülkede sorunsuz işlememektedirler; ve de işlemeyeceklerdir.[185] Bu sorunların da siyasal açıdan uzlaşı ağırlıklı çözümlerle giderilmesi gerektiğini bilmek gerekmektedir.
Hükümet sistemlerinin ülkelere göre farklılaşabileceklerine dair örnekler vermek mümkündür: Örneğin “1958 Fransız Anayasasıyla Cumhurbaşkanına tanınan yetkilerin bir kısmının sırf Fransız sistemine özgü [olduğu]”[186] malûmdur.
Bu sebeple, “hiçbir ülke, başka bir ülkenin hükümet sistemini harfiyen iktibas ederek kendi ülkesinde uygulayamaz.”[187] Burada önemli olan, başka ülkelerdeki sistemleri almak hususunda, cahilce taassuptan olduğu kadar; amiyane taklitten kaçınmaktır.[188] Hatta bu anlamda ileri bir idrakle; “giderek emsal arama zihniyetinden emsal üretme kapasitesine geçiş asıldır.”[189]
Yalnız, özellikle belirtmek gerekir ki: hükümet sistemlerinin ülkelerin özelliklerine göre farklılık göstermesi, rejimin antidemokratik evrilmeye açık olması anlamına gelmez. Dolayısıyla, hükümet sistemlerini düzenlerken gözetilmesi gereken en önemli husus ve amaç:
1-) “Hukuk devleti ilkeleri”nden ve “‘hürriyetçi‘ ve ‘çoğulcu’ demokrasi”den ayrılmamak;
2-) Ve hukuk devleti ilkesinin öngördüğü “hukuk güvenliği”ni[190] ihdas edip devam ettirebilmektir.
3.2.3. Kuvvetler Ayrılığında Değişiklik ve Yeni Temayüllerin Anayasal Bakışa Etkisi
Günümüzde; klâsik kuvvetler ayrılığından ziyade yeni yönelimler ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin kontrol mekanizmaları daha etkin ve farklı türlerde ortaya çıkmaktadır. Nihayet bu değişim, beraberinde, parlamento ile yürütme arasındaki dengelerde değişmeleri getirebilecektir.[191]
Bu meyanda bir kısım görüşler, günümüzde kuvvetler ayrılığı teorisinin fiilen değerinin kalmamasına tanık olabileceğimizi belirtmektedirler. Çünkü bunlara göre modern devletin işleyişinde hâkim rolü partiler almıştır.[192] Hatta, bir görüş anayasayı “‘partiler sistemi’yle okumak” gerektiğine işaret etmiştir.[193]
Yukarıda belirttiğimiz hususu önemi itibarıyla burada tekrar etmek gerekirse: kuvvetler ayrılığı, siyasal rejimin insan haklarına verilen güvenceleri yaşatan demokratik yapılanma için, bir zorunluluktur.[194] Hatta, bir anayasanın demokratik olup olmadığını, kuvvetler ayrılığına yer verip vermediğine bakarak belirlemek mümkündür.[195] Gerçi, kuvvetler ayrılığı teorisi, yeni gelişmeler ve siyasal süreçler bakımından kimi zaman etkisini yitirmiş olabilir. Fakat, hal böyle de olsa, kuvvetler ayrılığı, yerini daha inandırıcı (bir) model(ler)e bırakmış (da) değildir.[196]
Diğer taraftan çağdaş hayatın şartları, yürütmeyi güçlendirmek yönüne doğru seyretmektedir. Ve izlenimler göstermektedir ki, bundan kaçınmak da mümkün değildir. Zira, kanunları uygulayan yürütme, kendi alanında uzman niteliğe de sahiptir. Hatta, yürütme, toplumsal hayatta ortaya çıkan sorunlara daha yakından tanık olmaktadır. Ve bu sorunlara daha kısa zamanda çare olmaya çalışması gerekmektedir. Nihayetinde bu gibi gereklilikler, yürütmeyi yasama karşısında ister istemez güçlendirmektedir.[197]
Ama bu, yasamanın dışlanması demek değildir; ki, bu anlama da gelmemelidir. Hatta bu durum yasamanın ötelenmesi de olamaz; bu durumu böyle anlamamak da gerekri. Zira “milli egemenlik teorisi” teorisi gereğince yasamanın:
1-) Milleti temsil etmek;
2-) Millet adına karar vermek ve kanun çıkarmak;
3-) Ve yürütmeyi de Millet adına denetlemek;
Yetki ve görevlerini yok etmek, mümkün değildir.
Bu kapsamda söylemek gerekirse; -bilhassa ilk-el kararları- almak ve kanunları çıkarmak yetkisi sadece ve sadece yasamanın tekelindedir. Velev ki, kanun önerisi, tasarı şeklinde hükümet kanadından da gelse, bunun kanunlaşması yasamanın kabulüne bağlıdır. Ve mutlaka böyle de olmalıdır.
Bu arada, Yürütmenin güçlenmesinden doğacak sakıncaları da giderici yeni dengeler bulmak gereklidir. Bu bağlamda en önemli formül, yargıyı etkili kılmaktan geçmektedir. Dolayısıyla yasamanın ve yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimi esas tutmalıdır.
Sonuç itibarıyla yargısal denetimini bağımsız ve tarafsız mahkemeler ve hakimlerin, yargısal usullerle bağlı kalarak yapmaları zorunludur. Çünkü bu özellikler, yargısal denetimi siyasal denetimden ayırmaktadırlar. Yalnız, yargının güçlendirilmesindeki denge sınırına da hassasiyet göstermelidir. Dolayısıyla yargı gücü ve yetkisi, “hakimler devleti”ni veya “hakimler hükümeti”ni[198] andıracak ölçüye varmaması gerekir.
Bu hal ve şartlar altında; “icranın güçlenmesinden güçlü yargı denetimine sığınarak korkmamak gerekir.”[199] Bilmek gerekir ki; yasama ve yürütmenin birbirlerine karşı yetkilerinde denge ağmaları/bozulmaları her zaman sözkonusu olabilir. Hatta bu tür eleştirilere her zaman tanık olabiliriz. Dolayısıyla bu durumun özgürlüklerin güvencelerini kaldırıcı ya da azaltıcı muhtemel sonuçlarını engelleyici en önemli yolu, yargı denetimidir.[200]
Kaldı ki: “güçler ayrılığı sisteminin geçerli olması halinde yargı bağımsız olacağı için iktidar sahipleri yasalara ve diğer kurallara [örneğin atamalarda liyakate] uygun hareket etmek zorunda kal[mış olacaklardır].”[201] Nitekim başkanlık sistemini uygulayan ABD’de, yargı sistemi son derece gelişmiştir. Öyle ki, ABD’de Yüksek Mahkeme, Anayasayı yorumlayabilecek kadar geniş yetkiye sahiptir.[202] Bunun sebebini de, kanaatimizce, yasama ve yürütmenin güçlü konumlarında, yargı denetimini etkinleştirerek denge sağlamaya bağlayabiliriz.
3.2.4. Cumhurbaşkanının Anayasal Hükümle Öngörülen Seçilme Oranlarının Uzlaşıyı Zorlayıcı Etkisi
Buraya kadarki anlatımlardan ortaya çıkmaktadır ki; Parlamenter sistemde:
1-) (Bu sistemin) işleyişinden;
2-) Ve yürütmenin çift başlılığından doğan sorunların;
Veya bunların doğma ihtimallerinin ortadan kalkmayacağı ortaya çıkmış olmaktadır.
Yine görülmektedir ki; bu sorunlar, güçlendirilmiş ya da rasyonalleştirilmiş parlamenter sistemlerle de sona ermeyecektir.
Diğer taraftan, parlamenter sistemin doğasında olmasına rağmen, işleyişindeki işbirliği ve uzlaşı zorluğu malûmdur. Ve bu zorlukların, “Cumhurbaşkanlığı sistemi”ndekinden daha fazla sorunlara sebebiyet verebilecekleri de bir olgu ve/veya gerçektir. Çünkü parlamenter sistemde uzlaşı, seçimlerde sonra hükümet kurulması veya “parti disiplini” gibi usullerden kaynaklanmaktadır. Kaldı ki Türk siyasal kültürünün, uzlaşıya hazır olmadığının daha evvelki uygulamalarla da ortaya çıktığına dair bilgiler[203] bu düşüncemizi ispat etmekte ve desteklemektedir:
Örneğin parlamenter sistemde koalisyonlar günlük hayattın gerçeği olarak kabul görmektedirler.[204] Fakat, Ülkemizin, parlamenter sistemde koalisyonlardan dolayı yaşadığı -ve yukarıda değinilen- sorunlar malûmdur. Yine malûmdur ki, parlamenter sistemden, vazgeçme sebepleri arasında koalisyonların yaşattığı acı tecrübeler[205] de vardır.
Buna karşılık Cumhurbaşkanlığı sistemi uzlaşıyı mecburi kılmaya sevkedici usullere sahiptir. Cumhurbaşkanlığı sisteminde uzlaşı açısından önemle söylemek gerekir ki: Cumhurbaşkanının geçerli oyların salt çoğunluğuyla (= %50+1’yle), seçimi usulü, çok önemli bir uzlaşı faktörüdür. Çünkü:
1-) Böyle bir seçilme oranı, Cumhurbaşkanının seçiminde farklı kesim, kuruluş veya partilerin ittifak oluşturmalarını zorunlu kılacaktır.[206]
2-) Bu sistemde ittifaklar aslında koalisyon değildirler. Zira koalisyonları seçimden önceye taşımaktadır. Böylece, uzlaşıyı siyasal partilerin, seçimlerden sonra yapacakları koalisyonlardan daha fazla zorlayıcıdır.
Ki Cumhurbaşkanlığı sisteminde ittifaklar, seçmenin oy kullanmadan evvel ortaya çıkmakta; seçmen de Cumhurbaşkanını bu bilinçle seçmektedir. Ve bu sebeple seçimlerin meşruiyetine bir zarar gelmemektedir. Dolayısıyla parlamenter sistemde seçimlerden sonra koalisyon arayışları gibi sıkıntıları da baştan çözmektedir. Bir de Cumhurbaşkanının bu şekilde seçimi, ister istemez parlamentoda da aynı uzlaşının teşekkülünü sağlamaktadır.
Evet, tekrar edelim ki, başkanlık ya da Cumhurbaşkanlığı sisteminde de koalisyonlar,[207] hayata geçirilen ittifaklar olmaktadırlar. Nitekim bazı çalışmalar,[208] Başkanlık sistemlerinin de kendi içinde seçim ittifakları/koalisyonları ürettiğini gözlemlemişlerdir.
Fakat Cumhurbaşkanlığı sisteminde, tekrar etmek gerekirse: Cumhurbaşkanı seçilebilmek için geçerli oyların %50’den (=yarıdan) fazlasını almış olmak mecburidir. Dolayısıyla Anayasa geniş kesimlere hitap eden geniş toplumsal tabanlı ittifakı arzulamıştır. Yani bu, Cumhurbaşkanının yürütme yetkisini, toplumun geniş kesimlerinin desteği ve temsili bilinciyle kullanmak anlamına gelebilecektir.
Nihayetinde bu, Cumhurbaşkanının eylem ve işlemlerinde kendisini destekleyen kesimlerin/seçmenlerle uzlaşıya sevkedici rol oynayacaktır. Aksi halde Cumhurbaşkanı, hem seçmenlerini, hem de parlamentoya yansıyan uzlaşı formülünün öznesi partileri kaybetmiş olacaktır. Ki TBMM’de çoğunluğun desteği mantığı üzerine kurulu Cumhurbaşkanlığı sisteminde isabetli bir yöntem olmayacaktır. Dolayısıyla bu durum, kollektif veya kamusal kararların toplumun %50’den fazla oyla alınmasını makbul kılacaktır.[209]
Birçok defa belirttiğimiz[210] üzere; günümüzde “partiler demokrasi”sinin işlemektedir. Ve konuya bu zaviyeden bakan şöyle bir değerlendirme de yapmak gerekebilir: Şöyle ki; Cumhurbaşkanlığı sisteminde de işleyecek olan, işin doğası gereği, “partiler demokrasisi” olacaktır. Ki bu da seçimlerde yarışmanın, esas olarak, bireylerarasında değil; partiler arasında cereyan edeceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanını seçmek ve TBMM’de de çoğunluğu elde etmek, partileri bu yönde uzlaşmaya zorlayacaktır. Sonuçta ittifak, ittifak ortağı partilerin karar organlarının iradeleriyle ve aralarında vardıkları uzlaşı(≈mutabakat) şeklinde ortaya çıkacaktır.
Böylece, “uzlaşı”, esasen, ittifak üyesi partilerin kendi ilkelerini de gözeterek uzlaştıkları değerler ve kayıtlar üzerine bina edilmiş olacaktır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı sisteminde Yürütme yeni seçim dönemine kadar görevde kalacaktır. Yani Yürütmeyi(=hükümeti) parlamenter sistemlerdeki gibi bir şekilde düşürmek söz konusu değildir. Bu da, ittifakları bir seçim dönemi için ve daha önemli ve özenli kurmayı gerektirecektir.
Vakıa, yukarıda söylediğimiz tekrar etmek gerekir ki: Cumhurbaşkanlığı sisteminde halk, yürütmeyi ve yasama üyelerini, önüne getirilmiş ittifakların farkındalığıyla seçmiş olacaktır. Dolayısıyla bu usul bir meşruiyet sorunu oluşturmayacaktır. Bu şekilde seçilen Cumhurbaşkanı, yetki ve görevlerinde, haliyle ittifakın ortak politika ve taahhütlerine uygun davranacaktır.
Şu hâlde özlü bir şekilde ifade etmem gerekirse: “ittifaklar, parlamenter sistemde hükümet bunalımlarını hazırlarken; Cumhurbaşkanlığı sisteminde hükümet bunalımını baştan itibaren önlemiş olmaktadır.” İttifaklar, yürütmeyi halkın seçmesinden evvel kurulduğu ve seçmen bunu bilerek oy verdiği içindir ki; siyasal hayat, demokratik çoğulcu unsurlarla birlikte, iktidara gelen ittifak katılımcılarının(≈müttefiklerin) uzlaştıkları formüllere göre işlemiş ve şekillenmiş olacaktır.
Bu noktada diyebiliriz ki: Cumhurbaşkanının seçimi için yeter sayının yüksekliği, Cumhurbaşkanlığı sisteminde, Cumhurbaşkanını pratik olarak, “denetleyici bir ’emniyet supabı'” olarak da vazife görecektir. Çünkü, Cumhurbaşkanlığı sistemini, eleştirilebilecek birçok yönüne rağmen işlevsel ve makbul kılan, bu “%50+1’lik uzlaşı mekanizması”dır. Bu oranın azaltılması siyasal istikrarı geniş toplumsal tabana yaymaktan yoksunluk oluşturacaktır. Eğer oran azal(tıl)acak olursa, sistemin “çoğulculuk”u da isteyen yönü, “çoğunlukçuluk”a dönüşecektir. Böylece, başkanlık sistemlerinin böylesine büyük oran olmadan vardığı uzlaşının çoğunlukçu anlayışı tetikleyeceği endişesi[211] gerçek olacaktır.
Halbuki, çoğunlukçu demokrasinin, çoğunluğun çıkarlarını gözeten yönü ile antidemokratik bir yönetime dönüşebileceği tarihi tecrübelerle sabittir. Örneğin 1924 Anayasasının sebep olduğu toplumsal ve siyasal sorunların esas sebeplerinde birisi çoğunlukçu anlayış minvalinde kalması olmuştur.
Unutmamak gerekir ki: Örneğin, “İsviçre hükümet sistemi” kendine özgü bir içeriğe sahiptir. Ve bu sistemde Yürütme, halkın farklı kesimlerini temsil eden kişilerden oluşmaktadır. Böylece Yürütme, halkın çok geniş kesimleri doğrudan temsili gibi geniş bir uzlaşı sağlamıştır. Dolayısıyla bu usul, bir nevi, kuvvetler birliğinin hürriyetleri işlevsizleştirici muhtemel etkilerini gideren bir faktör olmaktadır. Hatta bu tür “uzlaşı” formüllerini Belçika’da da görmek mümkündür.[212] Bu ülkeleri örnek verirken kastımız, bunların bölgeli ya da federal yapılarına vurgu yapmak değildir. Ama bu ülkelerin, bünyelerindeki farklı kesimleri bu şekilde uzlaştırdıklarını da bilmek gerekir. Hal böyleyken, üniter yapıya sahip olan Ülkemizde bu uzlaşıyı sağlamanın daha kolay olacağı da malûmdur. Çünkü Ülkemizin siyasal sosyolojik açıdan ulus devlet olması, uzlaşıyı daha kolay hale getirecektir.
Keza İngiltere’de dahi görünmeyen uzlaşı dikkat çekmiştir. Bunu belirten Peter Hennessy’e göre uzlaşıyı Kraliçenin, Başbakanın ve Kabinenin sekreterleri sağlamaktadırlar. Ve yönetimin tüm ağırlığı da Başbakanlardadır.[213] Buna bu Ülkede Taç dışındaki yürütmenin oluşması da kanaatimce katkı sağlamaktadır. Zira İngiltere’de kabine 3 katmandan oluşmakta ve bu geniş bir yelpaze arzetmektedir. Bunlardan ilkine girenler yüksek kamu görevlileridir. İkincisine ise siyasi ve idari yetki kullananlar girmektedirler. Üçüncü kategori ise asıl kabinedir.[214]
Dolayısıyla yeni sistemde esas alınması gereken, bu faktörü muhafaza ve;
1-) Diğer çoğulculuk;
2-) Hukuk devleti ve hukuk güvenliği;
Mekanizmalarını, hakkıyla işletecek formüllerdir.
Çünkü, bu formüllerle geliştirilecek sistem yerine yukarıda birçok arazları belirtilen parlamenter sisteme geçmek akıl karı olmayacaktır. Kaldı ki, bu konuda koalisyon anlaşmazlıklarının ve hükümet bunalımlarının acı tecrübelerini de aklıdan çıkarmamak gerekir.
4. Hükümet Sistemi Olarak Parlamenter Sisteme Dönüşe İlişkin Sonuç
4.1. Parlamenter Sisteme Dönüşün İsabet Derecesine İlişkin Bir Değerlendirme
Ülkemizde Anayasal sistemdeki değişiklikler Cumhurbaşkanlığı sistemini kurmuştur. Doktrin bu sistemi, yürütmenin haddinden fazla güçlendirilmesi ve yasamanın güç kaybetmesi noktalarında eleştirmiştir. Ve önemli eleştiri noktaları, bu işleyişin, siyasal rejimde “tek kişinin yönetimi”ne[215] gidişat hazırlayabileceği hususları oluşturmuştur.
Gerçi, bu eleştirileri ileri sürenler, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri dönmeyi de önermektedirler. Ama bunun bir kısım sakıncaları yok değildir. Şöyle ki:
Bir kere, yürütmenin iki kanattan oluştuğu bir sistemde, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmasının oluşmayacağını konusunda hiçbir garanti yoktur. Bilhassa toplumda uzlaşı kültürünün çok fazla yerleşmediği gerçeği, “garanti edilemezliği” güçlendirmektedir.
Ayrıca konuya parlamenter sistemin mantığı ve işleyiş şekline bakıldığında, sistem -yukarıda değindiğimiz- “başbakanlık hükümeti”ne dönüşebilecektir. Çünkü, yasamada çoğunluğun desteğini sağlayan bir hükümeti, yasama mantıken, etkili ve hakkıyla denetleyemeyecektir. Buna karşılık, “azınlık hükümetleri”nde ise Yasamadaki çoğunluğun, siyasal rekabette başarı amacıyla, engellenme girişimleri mümkündür/muhtemeldir. Dolayısıyla yasama azınlık hükümetlerini denetimlerle iş yapamaz, programını uygulayamaz hale getirmek isteyebilecektir.
Ve dahası, güçlendirilmiş parlamenter sistemin gereklerine uygun bir düzenleme, bu sakıncaları ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Ki, bu sorunların güçlendirilmiş parlamenter sistemle biteceğini sanmak da, yanılgıya ve hayal kırıklığına sebep olabilecektir.
Gerçi; parlamenter sistemde:
1-) Tüm işlemleri karşı-imza kuralına göre yapmak;[216]
2-) Cumhurbaşkanının hükümet kanadının imzası olmadan hiçbir iş ve işlem yapamayacağının da garanti etmek;
Mümkün olursa, parlamenter sistemin yeniden kurumsallaştırılması seçeneği kabul görebilir.
Bu anlamda örneğin:
1-) Cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna başkanlık edebilmesi usulünü kaldırmak;
2-) Ve Cumhurbaşkanının:
2a-) Yabancı ülke devlet başkanları veya temsilcileriyle görüşmelerinde;
2b-) Yabancı temsilcilerini kabulünde;
Bir Bakanlar kurulu üyesinin de bulunması;
3-) Cumhurbaşkanının istisnasız tüm işlemlerinde de hükümet kanadının imzasını şart koşmak;
Yürütmenin iki başlılıktan kaynaklanan sakıncalarını belki giderebilecektir.
Tabii ki bu meyanda yine örneğin:
1-) Cezaların yaşlılık nedeniyle affı,
2-) Kanunları Resmi Gazete yayınlamak veya veto etmek;
3-) TBMM’nin (seçimlerinin ara vermeden yenilenmesi kaydıyla) feshi;
4-) Ayrıca, Türk diplomatlarını ve temsilcilerini başka ülkelere göndermek;
İşlemlerinde Cumhurbaşkanından başka hükümet kanadının da imzasının bulunması önemlidir. Keza bu anlamda, Türk Diplomatların götürecekleri niyet mektuplarında hükümet kanadının da imzasının bulunması da gerekmektedir.
Ama şurası bir gerçektir ki: parlamenter sistemlerin tümünde, bir kısım işlemleri Cumhurbaşkanının tek başına yapması zaruridir. Dolayısıyla yukarıdaki usullerin bir kısmı doğaları icabı Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerdir. Örneğin:
1-) Düşen hükümetin yerine yenisini kurmak için başbakan atamak, karşı-imza kuralına uygun olamaz. Çünkü düşen hükümetin, atama kararnamesinde imzasının olması; kendisinden sonraki hükümeti kuracak kişiyi Cumhurbaşkanının seçmesine müdahaledir. Böyle bir işlem, düşen hükümetin, yeni başbakan vasıtasıyla dolaylı olarak iktidarda kalması demek de olacaktır. Bu ise hem hükümetin düşmesini etkisizleştirmiş; hem de atama kararnamesinin amacına aykırı olmaktadır.
2-) Keza, kanunları yayınlamak veya veto, cumhurbaşkanının “devletin başı ve temsilcisi olmak”tan kaynaklanan işlemlerindendir. Bunda hükümetin imzasının bulunması, hükümetin cumhurbaşkanını, istemediği kanunları vetoya, istediği kanunları yayınlamaya zorlamasına sebep olacaktır. Halbuki cumhurbaşkanı görev ve yetkileriyle konumu itibarıyla hükümete de diğer organlara karşı da bağımsızdır. Ki, cumhurbaşkanı bu açıdan, sadece Anayasaya bağlıdır; Anayasanın belirttiği görev ve yetkileri yerine getirir.
Dolayısıyla bu konu da cumhurbaşkanının tek başına kararname çıkarmasını öncelikle gerektirmektedir.
Şu halde, verdiğimiz örnekler bile, parlamenter sistemde iki başlılığın sorun oluşturma potansiyelinin/ihtimalinin kalkmayacağını göstermeye yetecektir.
Kaldı ki cumhurbaşkanının hükümetten ve başbakandan daha aktif bir fıtrata sahip olması ihtimalini de gözardı edemeyiz: Böyle bir tavır, Cumhurbaşkanının sistemde muhtemelen daha etkin rol üstlenmek istemesine sebep olabilecektir. Böylece parlamenter sistem fiiliyatta Cumhurbaşkanın üstünlüğü elde ettiği iki başlı yani “düalist yürütme”ye dönüşecektir. Yani bu durumda sistemde yönetim, “hükümetin genel siyaseti”nden sorumlu hükümette kalmayıp; cumhurbaşkanına geçecektir. Dolayısıyla hükümetin üstlendiği icrai görev ve yetkileri, yasamaya siyasal açıdan sorumsuz cumhurbaşkanı kullanacaktır. Halbuki, parlamenter sistemlerde yasamaya karşı siyasal sorumluluk hükümete aittir. Ancak böyle bir tezadın, Milli egemenlik ilkesine aykırı nitelikte ve antidemokratik kimlikte olacağı açıktır.
Son tahlilde, yürütmenin 2 kanatlı teşkili, güçlendirilmiş parlamenter sistemde de olsa, sorunları dindirmeyecektir. Eşdeyişle, parlamenter veya güçlendirilmiş parlamenter sistem, yukarıdaki sorunları veya bunların nüksetme ihtimallerini ortadan kaldıramayacaktır.
4.2. Parlamenter Sistemdeki Koalisyonlardan Doğan Sorunları Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Giderecek Uzlaşı Mekanizması
Parlamenter sisteme dönüşle, koalisyonlar ve koalisyonlara ilişkin acı tecrübeler hep gündeme gelecektir. Çünkü seçimlerde parlamentoda çoğunluğu eğer hiçbir siyasal parti elde edemezse, mecburen koalisyon seçenekleri gündemde olacaktır. Koalisyonlara alışmak ve bunu devam ettirmek belki, siyasal açıdan “uzlaşı kültürü”yle mümkün olabilecektir. Halbuki, Türk siyasal hayatında bu “uzlaşı”ya elverişli bir siyasal kültürün yerleşmiş olduğunu söylemek zordur. Kaldı ki örneğin, Fransa Anayasa tarihinde koalisyonlar, birçok kez anlaşmazlıklara ve hükümet bunalımlarına sebep olmuştur. Ve aynı tespitler, diğer pek çok parlamenter sistemli Ülkeler için de geçerlidir. Diğer taraftan, “siyasal uzlaşı kültürü”ne sahip ülkelerin bile, koalisyonlarda sorunlar yaşamaları mümkün ve muhtemeldir.
Tüm bu tespitler, parlamenter sistemli tüm ülkelerde koalisyon uygulamalarının her halükârda sorun ol(uştur)abileceklerine işaret etmektedir. Hatta bu sorunların ortaya çıkması veya devamında “uzlaşı kültürü” bile etkisiz kalabilecektir.
Malûmdur ki, parlamenter sistemde genel prensip, hükümetin yasamadaki çoğunluk partisinden çıkmasıdır. Ve bu partinin genel başkanının, başbakan olması mukadderdir. Halbuki böyle bir hal, yasamayı yürütme üzerindeki etkili siyasal denetimden mahrum bırakabilecektir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, yasama azınlık hükümeti ise etkili denetimle iş yapamaz kılabilecektir.
İşte koalisyon hükümeti iyi işlerse bu eksikliği bir anlamda giderebilecektir. Çünkü, koalisyonlarda ortakların, anlaştıkları protokole uygun davranmalarını, birbirlerini denetleyerek sağlamaları çok daha etkili ve akılcı olacaktır.[217]
Ancak, vurgulamalıyız ki; Türk siyasal gelişmelerinde, koalisyon hükümetleri hiçbir zaman kendi aralarında uzlaşı sağlayamadıklarını müşahede etmekteyiz. Ki bu noktada Ülkemizde hükümetler çoğu kez kısa ömürlü olmuşlardır. Bu bağlamda Ülkemizde hükümetler sık sık değişmişler dolayısıyla, ortaya devamlı olarak bir hükümet bunalımları çıkmıştır.
Gerçi, Cumhurbaşkanlığı sisteminin, -başka bir yazımda[218] dile getirdiğim şekilde ve- mutlaka iyileştirilmesi gerekecek arazları mevcuttur. Bir kere, her ne olursa olsun bu arazlar fikrimce sistemde iyileştirmelerle giderilebilecek niteliktedir. Ama daha da önemlisi, Cumhurbaşkanlığı sisteminde Cumhurbaşkanının seçimindeki %50+1’lik oran, sistemin uzlaşıyı da zorlayan sigortasıdır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sisteminde bu oran ve sistemin mantığı, uzlaşıyı adeta mecburi kılan mahiyet arzetmektedir.
Diğer taraftan, bu usulü, parlamenter sistemdeki koalisyonların yerine, parti ittifaklarını ikame ettiği argümanıyla eleştirmek mümkündür/muhtemeldir. Ancak bu tür eleştiriler sistemden dönüşü gerektirmezler. Çünkü halkın geçerli oylarının yarıdan fazlasını alabilmek için oluşacak uzlaşı, toplumsal tabanı en geniş şekilde kucaklamış olacaktır. Üstelik bu uzlaşı seçimlerden evvel kurulacağı için, seçmen uzlaşıyı bilerek bunların vaadlerine oy verecektir. Bu uzlaşının parlamentoda da oluşması, Türk siyasal hayatının hasret kaldığı uzlaşıyı bu usul sağlayacaktır.
Kaldı ki, bu usul, yani seçimlerden evvel uzlaşıyı bilerek oy kullanmak, seçimlerin ve uzlaşının meşruiyetini de sağlayacaktır.
Ki bu uzlaşı, sonuçta, Cumhurbaşkanını, görevlerinde kendisini seçen geniş kitlenin anlayışlarını nazara alarak yerine getirmeye yöneltecektir. Hatta, Cumhurbaşkanının TBMM’de çoğunluğun desteğini kaybetmemesi de bu yönelimi mecbur kılacaktır. Böylece yeni sistem, “‘Cumhurbaşkanlığı kabinesi’ üyeleri”nin TBMM’nin, gensoru denetiminden muafiyetlerinden doğan güçlenmeyi biraz olsun dengeleyebilecektir.
Çünkü, yukarda da değinildiği gibi, gensoru denetimi sonucu güvensizlik oylarıyla hükümet üyelerini düşürebilen denetimdir. Dolayısıyla Parlamenter sisteme özgü bu denetim yasamanın hükümet üzerinde sonucu somut yaptırıma bağlı denetimidir. Sonucu yaptırıma bağlanmayan denetim usullerinden etkili olamayacakları malûmdur.[219]
Yalnız, “Cumhurbaşkanlığı sistemi”nde bir kısım iyileştirmelere ihtiyaç olduğunu da inkâr edemeyiz. Bunlar da, yürütmenin yeni bir seçime kadar düşürülemeyişini ve Cumhurbaşkanının güçlü yetkilerini dengeleyecek öneriler olmalıdır.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sistemindeki arazların başka bir yazımda[220] dile getirdiğim önerilerle iyileştirilmesi mümkün olabilecektir. Bu noktada, parlamenter sisteme dönüş seçeneğini düşünmeye ve tartışmaya belki de gerek kalmayacaktır.
4.3. Konuya Parlamenter Sistem veya Cumhurbaşkanlığı Sistemi Olsun; Hiçbir Hükümet Sisteminin Sorunsuz Olamayacağı Zaviyesinden Bakış
Bir sistemin arazları çıktı diye kökten değiştirilmesi gibi radikal bir tutum isabetli olamaz. Eğer böyle olursa, her zaman bir başka sistemi oluşturmak söz konusu olur. Bu ise toplumsal ve siyasal erozyonlara yol açar. Ama bu sistemde radikal değişiklik yerine, bu arazları giderici iyileştirilmeler kamu yararına daha uygun olacaktır.
Vurgulamak isteriz ki: eğer mevcut sistem “parlamenter sistem” olsaydı; bu sistemdeki arazları gidermede de önceliği, iyileştirmelere vermek gerekirdi. Ama 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği, Ülkemizde radikal bir değişiklikle parlamenter sistemi kaldırmıştır. Ve bunun yerine, “Cumhurbaşkanlığı sistemi”ni getirmiştir. Evet, Cumhurbaşkanlığı sistemini ilk kez ben dile getirmiştim; ve önermiştim.[221] Ama bu önerimde bile, Cumhurbaşkanlığı sistemine kişisel değil de “kamu yararı”na görülürse geçmeyi dile getirmiştim. Hatta bu önerimde, bir sistemde temelden değişikliklerin, toplumsal ve siyasal açıdan sorunlu ve maliyetli olabileceklerini belirtmiştim. Ve bu sebeple de, mevcut sistemde iyileştirmelerin her zaman öncelikli olması gerektiğini vurgulamıştım.[222]
Dolayısıyla, mevcut hükümet sisteminde radikal bir değişiklik de aynı siyasal sorunlar ve maliyetler doğuracaktır. Bu sebeple parlamenter sisteme dönüşten evvel ve öncelikle, mevcut sistemde iyileştirmeleri düşünmek gereklidir. Ve sistem değişikliğine, ancak bu iyileştirmelerin ihtiyaca çare olmayacağının ortaya çıkması halinde başvurmak doğru olacaktır.
Diğer taraftan çok önemli bir gerçeğin de altını çizmek gerekir ki: hiçbir hükümet sistemi ideal ve sorunsuz değildir; ve sorunsuz da işlemez.[223] Hükümet sistemlerindeki bu eksikliklerinin demokratik siyasal kültür ve iletişimle giderilmesinden başka çare de yoktur.
Bu meyanda Cumhurbaşkanlığı sisteminin de eksiklikleri yok değildir. Hatta çok da fazla olabilir. Ama Cumhurbaşkanlığı sistemi, kanaatimce, parlamenter sistem için yukarıda belirtilenlerden daha az bir zararı tevlit edebilecektir. Bu sebeple Cumhurbaşkanlığı sistemindeki arazlar, kanaatimce, iyileştirilmelerle giderilebilecek bir mahiyet arzetmektedirler.[224]
Kaldı ki, Parlamenter sisteme yeniden ve radikal bir dönüşle, hükümet sistemi sorunlarının tamamen ortadan kalkacağı söylenemez: Bir Ülkede sık sık Anayasa değişikliği ve bu kapsamda hükümet sistemi değişikliği yapmak, aynı zamanda:
1-) Demokrasinin yerleşmesini;
2-) Bu doğrultuda da Anayasal hükümlerin istikrarlı uygulanmasını engelleyecektir. Hukuk kurallarının sık sık ve temelden değişmesi, toplumsal istikrarsızlık itibarıyla hukuk güvenliği ilkesine de aykırı olacaktır. Keza bu değerlendirmeyi, Anayasaların yeniden yapımı veya değiştirilmesi hususlarından da yapabiliriz. Anayasaların değiştirilmesi de bu sebeple, ancak lafzıyla ve ruhuyla yorumlandığında toplumsal sorunları gideremeyişine bağlı olmalıdır.[225] Anayasal hükümler toplumsal açıdan tartışıldıkça kurumsallaşırlar.
“Anayasanın rejimleşmesi”[226] dediğimiz bu husus, Anayasal hükümlerin yaşadıkça olgunlaşacaklarını anlatmaktadır. “Anayasaların sık sık yeniden yapılması ya da gereksiz değiştirilmesinde ise yeni Anayasanın, toplumun anlamını vermesinde ve olgunlaştırmasında bir hayli mesafe kateden önceki anayasanın katettiği bu olgunluk mesafesinin hiçe sayılmasına sebep olacağını anlatmaktadır.”[227] Bu tespiti hükümet sistemlerine ilişkin Anayasal hükümlerin bundan tecrit edemeyeceğimiz de gün gibi ortadadır.
Diğer taraftan, belirtmek gerekir ki Cumhurbaşkanlığı sistemi diye bir sistemin olmadığını söylemek mümkün değildir. Ve de böyle bir sistemi gayrımeşru saymak da mümkün değildir: Milli iradenin, bir Anayasada değişiklik yapması, o Anayasayı baştan meşru kabul etmesi demektir. Çünkü olmayan bir Anayasada değişiklik yapmak mümkün değildir. Ki 1982 Anayasasında TBMM, Anayasayı değiştirme iktidarı olarak birçok kez değişiklik yapmıştır.[228]
Dolayısıyla, bu Anayasada yapılan değişikliklerle getirilen Cumhurbaşkanlığı sistemi de meşrudur. Çünkü bu sistem meşruiyetini:
1-) Başta Anayasanın ilgili hükümlerinin değiştirilmesinin Anayasaya kazandırdığı meşruiyetten;
2-) Ve dahası, 6771 sayılı Kanun’un Anayasa değişikliği olarak meşruluğundan;
Almaktadır.
Bu gibi sebepler de, uygulanmaya başladığından beri toplumda oturmaya/kurumsallaşmaya başlayan yeni sistemde, “iyileştirmelerle(=‘ıslah’la[229])” yetinmek gerekir. Buna karşılık, parlamenter sisteme dönüş, bir kısım sorunlara sebep olabilecektir. Ki bu sorunların kaynağının da:
1-) İki kanatlı yürütmede olmayacağını garanti edemeyeceğimiz “Cumhurbaşkanı-hükümet çatışması”na;
2-) Karşı-imza kuralına rağmen Cumhurbaşkanının tek başına karar alabilmesine;
3-) Seçimlerden sonra yapılması gerebilecek koalisyonların teşkili ve anlaşmazlıklarına;
4-) Yeni muhtemel belirsizliklerin hukuk güvenliği ve kamu yararı gibi ilke, unsur ve faktörlere;
5-) Yasamanın yürütmeyi denetiminin, yürütmenin programını uygulaması değil, partilerin siyasal çıkarları için denetlemesine; böylece denetimde etkinsizliğe;
Elverişliliğin sebep olabileceği çelişkiler teşkil edeceklerdir. Dolaysıyla parlamenter sisteme geçmek yerine mevcut sistemde iyileştirmeler bu sebeplerle de öncelik arz etmelidir.
Yukarıda ve başka yazılarımda da dediğim gibi, bundan, parlamenter sisteme dönülmesini hiç benimsemediğim sonucu çıkarmamalıdır. Bu konudaki şahsi düşüncem, öncelikle mevcut sistemin yaptığım öneriler[230] doğrultusunda iyileştirilmesidir. Ve kanaatim, bu tercihin hukuk devleti ve hukuk güvenliği ilkeleri ile kamusal yarara daha uygun olabileceği yönündedir.
4.4. Ülkeye Özgülüğü ve Anayasanın “Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı” Devlet İlkesi Açısından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
Yukarıdaki sebeplerle doktrinde Cumhurbaşkanlığı sistemi diye bir sistemin olamayacağı şeklindeki eleştiriler muteber değildirler. Çünkü, her bir sistemin Ülkelerin özelliklerine göre değişebileceği malûmdur. Bu konuyu tafsili olarak başka bir yazımda ele almış bulunuyorum.[231]
Konuyu Anayasanın 2. maddesindeki “Atatürk Milliyetçiliğine bağlılık” açısından da değerlendirmek gerekirse şu genel tespitleri yapabiliriz:
Atatürk’ün dediği gibi[232] bizim sistemimizin başka ülkelerine benzemesine gerek yoktur. Çünkü biz bize benzemeliyiz. Dolayısıyla Ülke sorunlarının çözümünde Atatürk’ün bakış açısıyla bakmak doğru bir usuldür. Bu sebeple, “memleketin şartları gibi ihtiyaçlarının da farklı olacağı noktasından hareketle, mücadelenin kendi şartlarında devam edeceğini [kabul etmek doğru olacaktır].”[233]
Hatta, belirtmek gerekir ki; başka Ülkeleri örnek almak önyargıları yerine, onlara örnek olmak hedeflerine odaklanmalıyız.[234] Dolayısıyla günümüzde, Milli iradeyi esas alan bir güçlü yürütmeye ihtiyaç vardır. Çünkü günümüzde birçok sorunla mücadelede, uzmanca ve seri davranarak çözüm üretmek gerekmektedir. Bununla birlikte, Atatürk’ün Yürütmeyi güçlendirici tüm sözlerini, Milli iradeyi ötelemek şeklinde de anlamamalıdır:[235]
Evet, Atatürk de ilerleyen zaman içinde kuvvetli icrayı kabul etmiştir. Ama bu, yürütmeyi hürriyetleri tehdit edebilecek derece güçlendirme anlamına gelmez. Çünkü Atatürk’e göre, “hürriyetin de müsavatın da, adaletin de nokta-i istinadı hâkimiyet-i millîyedir.”[236] Bundan başka, Atatürkçülüğün hedeflediği çağdaş medeniyette; hürriyet, kardeşlik, eşitlik, hakkaniyet, adalet ve insaniyet vardır. Nitekim 1924 Anayasasında bunlar yer almıştır. Keza 1923’den bu yana tüm Anayasalarımızda yer alan “Cumhuriyet” de herşeyden evvel, insaniyet ve fazilettir.[237]
Bu doğrultuda önemli olan; adil,[238] ayrımcılığı yasaklayan, hakkaniyetli ve hürriyetçi demokratik bir hukuka bağlı olmaktır. Diğer taraftan, adalet, herkese hakkının ve yükümlüklerinin, hakkıyla dağıtılmasıdır. Ve bu da doğal olarak, hukukla sağlanır.[239] Adaletin bu anlamda hürriyetleri de tanıdığını önemle söylemek yanlış olmaz.
Nitekim Atatürk de, “hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir.”[240] demiştir. Ve yine Atatürk’e göre siyasal olarak demokrasiye dayanan Cumhuriyet, hürriyeti tanır; hürriyeti elde etmeyi ve korumayı esas kabul eder.[241]
Atatürkçü düşüncede hürriyet laikle de ilgilidir: Laik devlet; adalet, hakkaniyet, eşitlik ve hürriyetleri[242] ve hukukun üstünlüğünü esas almıştır. Ayrıca, din ve devlet işlerini ayırmıştır. Ve laik yönetim, aklı, çağdaş bilimi esas almıştır.[243] Bundan başka, günün ve toplumun değişen ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedefler.[244]
Laiklik aynı zamanda; devlet hayatının “din kurallarına bağlı olma ‘zorunda bulunmamaları’nı” ifade eder.”[245] Laik devletin amacı, dini, şahsi veya siyasal çıkarlarla kullanmamak; ve herhangi bir şekilde istismar etmemektir.[246] (Anayasa, madde: 24/son). Laikliğin karşıtı olan “teokratik düzenler”de ise dini inanç, yaşantı ve ibadetler değişmeyen kurallarla yürür.[247] Bir de, “teokratik devlet,” yönetime din kurallarının hâkim ya da etkili olduğu devlettir. Teokratik devlet yönetimde bu anlamda ilhamı dinden alır. Din kurallarına göre hareket eder.[248] Bu sebeple teokratik devlet ruhban sınıfının oluşması ve yönetimi eline alması sonucunu doğurur.[249]
Dolayısıyla Atatürk’e göre çağdaş demokrasilerde ferdi hürriyetler önemlidir. Bu anlamda kastedilen de çağdaş ve beşeri hukukun tanıdığı hürriyetlerdir. Zira ilahi kudret ve iktidar karşısında, bireylerin hakları söz konusu olmaz.[250] Çağdaş ve beşerî hürriyetlere devletin ve hiçbir kimsenin haksız müdahalesi de olamaz. Çünkü, “hürriyet Türk’ün hayatıdır.”[251] Ve de: “Türk hükûmetinin ilk gayesi, halka hürriyet ve saadet vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.” [252]
İşte Ülkemiz için de bu prensiplerle temerküz eden hukukun üstünlüğünü esas alan hürriyetçi demokrasi prensip olmalıdır.
Ve dahası, Cumhurbaşkanlığı sisteminin Ülkemiz özgü olduğu gerçeğini kabul etmemiz ve bu prensiplere uygunluğu için de iyileştirmeliyiz.
4.5. Konuya Organ Çatışmalarını/Uyuşmazlıklarını Gidermek açısından bakış
Güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesisi için gereklilikler içinde organ çatışmaları giderici yargılama usulünün ihdası da bulunmaktadır. Ve bu önerilere göre bu yargılama görev ve yetkisi AYM’ye verilmelidir.[253] Çünkü yatay kuvvetler ayrılığında AYM’ler, Kaboğlu’nun da belirttiği gibi, sistemi dengeleyici yönde büyük rol oynarlar.[254]
Burada kısaca belirtmek isteriz ki, parlamenter sistemde sorunlar, esasen:
1-) Yürütmedeki iki başlılığın;
2-) Koalisyonların;
3-) Yasama ve yürütme ilişkilerinin;
Oluşturduğu ve önlenemez çatışmalar veya bunalımlar şeklinde ortaya çıkmaktadırlar.
Kısaca açmak gerekirse: parlamentonun, üyelerinin çoğunluğuna dayanan hükümeti denetlemede etkisi kalacağı malûmdur. Parlamentonun, azınlık hükümetlerini siyasal çıkarları gereğince engellemek amacıyla denetleyecektir. Siyasal çıkarlardan maksat da, azınlık hükümetinin başarılı olması halinde kendilerinin oy kaybına uğramalarıdır. Keza koalisyonlarda hükümet ortakları arasında anlaşmazlıklar da her halde vukuu pek mümkün/muhtemel nitelik içerebileceklerdir. Ki bu sorunların tümüne bu yazıda detaylı bir şekilde temas etmiş bulunuyoruz.
Şurasının önemle vurgulamak gerekir ki, parlamenter sistemlerde kurucu faktörler olan:
1-) İki başlılık,
2-) Karşılaşılması mukadder olan koalisyonlar;
3-) Yasama ve yürütmenin karşılıklı ilişkileri ve işbirlikleri;
Usulleri Anayasa ve kanunlarda açık hükümlere bağlanmayan durumda değildirler.
Halbuki organlararası uyuşmazlık usulü, Ana(yasa)da yazılı olmayan uyuşmazlıklar için söz konusu olabilir:
Örneğin, Cumhurbaşkanının Resmî Gazetede 15 gün içinde yayınlamadığı kanunları (veto ederek) TBMM’ye iade etmesi gerekmektedir. Kanunları yayımlamayıp bu süre içinde TBMM’ye de iade etmemeye karşı ne yapmak gerekir? Başka bir örnek: TBMM’nin kabul ettiği bir kanunu, Cumhurbaşkanına göndermemek halinde ne yapmalıdır?
Bunları Ana(yasa), açık bir usule bağlamamıştır. Dolayısıyla organlararası uyuşmazlıklar ancak bu tür belirsizlikler için söz konusu olabilecektir.
Bu sebeple organlararası uyuşmazlık, yukarıdaki sorunların çözümüne, çare olamaz. Anayasada düzenlenmiş bir konuda da organlararası uyuşmazlık sözkonusu olamaz. Çünkü konuyu zaten Anayasa ya da kanun çözmüştür. Demek ki, böyle bir durumda AYM’ye bir yetki vermek mümkün değildir. Zira, bu durum, AYM’nin kendisini, bir anlamda çatışan organlarda taraf haline getirir.
Kaldı ki, Parlamenter sistemlerin sebep oldukları, yukarıdaki sorunlar, sistemin kurucu kilidi durumundadırlar. Yani parlamenter sistemde yürütme 2 başlıdır; koalisyonların vukuu muhtemeldir/mümkündür; yasama yürütme ilişkileri de gereklidir. Bu kapsamda yasamanın yürütmeyi denetimi ve yürütmenin yasamayı feshedbilmesi, söz konusudur.
Dolayısıyla sistemi işletecek bu ve başbakanın seçimi güvenoyu gibi tüm hususların, Anayasada açıkça düzenlenmeleri gerekir. Bu konularla ilgili olarak Anayasalarda belirsiz bir yön de bırakmamak gerekir. Hatta güçlendirilmiş parlamenter sistem unsurlarının da Anayasada belirlenmesini ihmal etmemelidir. Çünkü Anayasal devlette, Anayasada yazılı olmayan bir usul sistem içinde kabul edilemez.
Diğer taraftan Ana(yasa)lar, lâfzen(=sözüyle) ve ruhları(≈anlamları) ile yorumlanıp uygulanırlar. Bu bağlamda Ana(yasa)ların yorumlanmalarından kaynaklanacak belirsizlikler veya farklılıkların, bu usulü işlemesini sekteye uğratması da muhtemeldir.
Şurası da bir gerçektir ki; organlararası uyuşmazlıklar tüm hükümet sistemlerinde vukua gelebilirler. Dolayısıyla bu usulün parlamenter sisteme has bir nitelikte olmadığını da teslim etmek gerekir.
Kaldı ki bu usul, muhtemel uyuşmazlıkları çözerek, Cumhurbaşkanlığı sistemini daha etkili hale getirebilir. Sadece parlamenter sisteme has olmayan bu usul de Cumhurbaşkanlığı sisteminden vazgeçmeyi gerektirmez. Dolayısıyla, sadece böyle bir usulü tesis etmek için de parlamenter sisteme dönüş seçeneği doğru olmaz.
Dikkat :
1-) Bu makalenin, yasalara uygun şekilde kaynak gösterilip atıf yapılarak kullanılması hariç, rızamız ve iznimiz alınmadan başka yerlerde yayımlanamayacağını ve kullanılamayacağını hatırlatmak isteriz. Ayrıca, bu hususta Yasal Uyarı sayfasını da kontrol edebilirsiniz.
2-) Bu makaleye atıf yapılması halinde:
R. Cengiz Derdiman, “Parlamenter Sisteme Dönüş İsabetli Midir?”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..
Şeklinde kaynak gösterilmesi gerekmektedir.
3-) İznimiz ve rızamız alınması kaydıyla diğer kullanımlarda da mutlaka:
Kaynak: R. Cengiz Derdiman, “Parlamenter Sisteme Dönüş İsabetli Midir?”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, ……………. Erişim Tarihi: ../../20..
Şeklinde kaynak gösterilmelidir.
Dipnotlar ve atıflar:
* Yazar: R. Cengiz Derdiman e posta: rderdiman@hukukiyaklasim.com.
[1] Bu konuda bakınız: Derdiman, R. Cengiz, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Nedir?”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/sorularla-hukuk/guclendirilmis-parlamenter-sistem-nedir/, erişim: 26.06.2023.
[2] Derdiman, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Nedir?, 2023.
[3] Burada hassasiyetle belirtmek gerekir ki: 1961 Anayasasının “İdarenin hiçbir eylem ve işlemi, hiçbir halde, yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz.” şeklindeki ilk (114. madde) hükmü, konuyu tam olarak anlatan ve tam bir yargısal güvence veren hükümdü. Ancak, bu hüküm, 1971’de “İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.” Şeklinde değişikliğe uğradı. Bu haliyle bir kısım uyuşmazlıkların, konu olarak yargı denetimi dışına bırakılmasına elverişli hale getirdi. 1982 Anayasasına da (m. 125), 1971’deki değişiklikle kabul edilen hüküm aynen alındı. Anayasanın yürürlüğe girdiği günden bu yana birçok değişiklikle yargı denetimi dışındaki konular azaltıldı ama halen tam bir yargısal güvence oluşmuş değildir. Derdiman, R. Cengiz, Anayasa Hukuku, 3. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2013, s. 242.
[4] Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, 16. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2013, s. 234. Derdiman, R. Cengiz, “Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/anayasal-gelisimde-hukumet-sistemleri/#_ftnref161 , 08.01.2024, dipnot: 161.
[5] Örneğin bakınız: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, 28.02.2022, https://cdn.devapartisi.org/guclendirilmis-parlamenter-sistem/Guclendirilmis-Parlamenter-Sistem-Mutabakat-Metni.pdf, erişim: 30.05.2023, s. 16.
[6] Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, 28.02.2022, s. 16; Esen, Selin, “Parlamenter Sistem ve Türkiye’de Yeniden Uygulanabilirliği”, Türkiye’nin Sistem Arayışı 05, Eylül 2022, Ankara Enstitüsü, https://www.ankaraenstitusu.org/wp-content/uploads/2022/09/selin-esen-parlamenter-sistem-ve-turkiyede-yeniden-uygulanabilirligi.pdf, erişim: 09.01.2024, s. 35.
[7] Keskinsoy, Ömer-Kaya, Semih Batur, Parlamenter Sistemin Erdemleri, Yetkin Yayınları, Ankara, 2020, s. 187.
[8] AB 2021 Türkiye Raporu, https://www.ab.gov.tr/siteimages/birimler/kpb/2021_turkiye_raporu_tr.pdf , erişim: 11.01.2024 s. 10.
[9] AB 2021 Türkiye Raporu, s. 10.
[10] Esen, “Parlamenter Sistem ve Türkiye’de Yeniden Uygulanabilirliği”, s. 35.
[11] Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemler, 2024, “7.5.” nolu başlık ve dipnot: 180; Derdiman, R. Cengiz, “Cumhurbaşkanlığı Sistemine İlişkin Değerlendirmeler”, 01.08.2024, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/cumhurbaskanligi-sistemine-iliskin-degerlendirmeler/ , erişim: 06.08.2024, “2.1.2.” nolu başlık ve dipnot: 177.
Ki: bu tür bir “çifte meşruiyet”, hem Cumhurbaşkanı-hükümet, hem de Cumhurbaşkanı-parlamento çatışmasına sebep olabilecektir. Keskinsoy-Kaya, s. 202 ve dipnot 524. Daha doğrusu bunların aralarındaki gizli rekabet veya çatışan talepler bunalımlara sebebiyet verebilecektir. (Linz, J. Juan, “Presidential or Parliamentary Democracy: Does It Make a Difference?”, The Faılure Of Presidential Democracy Comparative Perspectives, Edited by Juan J. Linz and Arturo Valenzuela, The Johns Hopkins University Press Baltimore and London, 1994, p. 7; Özsoy Boyunsuz, Dünyada Başkanlık Sistemleri, İmge yayınları Ankara, 2017, s. 229).
Çünkü cumhurbaşkanı bu durumda kendini, “yürütmenin başı” olarak görebilecektir. (Turhan, Mehmet, “Anayasa Hukukunda Hükümet Sistemi Tartışmaları”, Demokrasi Platformu, yıl: 7, sayı: 28, Güz 2011, ss: 167-183, s. 181, 182). Bu durum ise yürütme içinde çatışmaya sebebiyet verebilecektir. (Uluşahin, Nur, “Türkiye’de Mevcut Hükümet Sisteminin Niteliği ve Rejimin Başkanlık Sistemine Kaymasının Getireceği Tehdit ve Tehlikeler.” Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi (Online) Cilt 3, No 1, 2011, s. 34).
Keza, bu durumda belirtmek gerekir ki: örneğin, bir vaadin yerine getirilmemesinde sorumluluğun Yasamaya mı yoksa yürütmeye mi ait olacağı belirsiz kalabilecektir. Bu sorumluluğun yürütme içinde hangi kanada ait olacağı da ayrı bir belirsizlik oluşturabilecektir. Onar, Erdal, “Türkiye’nin Başkanlık ya da Yarı-Başkanlık Sistemine Geçilmesi Düşünülmeli midir?”, Başkanlık Sistemi, Editör: Teoman Ergül, Türkiye Barolar Birliği Yayını, Ankara 2005, s. 94. Nitekim, Alman hukuku, Weimar tecrübesiyle Cumhurbaşkanının sistemdeki muhtemel boşlukların oluşturacağı güçlenme riskinden emin olmak istemiştir. Ve bu sebeple Weimar sonrasında Cumhurbaşkanının halk tarafından seçimi yolunu kapatmıştır. Dolayısıyla bu düşüncelerle geliştirilen formül; Cumhurbaşkanını parlamentonun seçmesi olmuştur. Kaltefleiter, Werner, Die Funktionen des Staatsoberhauptes in der parlamentarischen Demokratie, Springer Fachmedien GmbH, Wiesbaden 1970, s. 203.
[12] Derdiman, R. Cengiz, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak.”, İstikrar ve Temsil Paradigmaları Çerçevesinde Başkanlık Sistemi ve Türkiye, editör: N. Talat Arslan, Alfa Aktüel Yayınları, Bursa, 2013. https://www.hukukiyaklasim.com/wp-content/uploads/2024/07/Turkiyede-Benimsenecek-Hukumet-Sistemi-ve-Cumhurbaskanligi-Hukumetini-Tartismak-2.pdf ,erişim: 02.08.2024, ss: 241-274, s. 242.
[13] Bakınız: Güneş, Turan, Parlamenter Rejimin Bugünkü Mânası ve İşleyişi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1956, s. 60.
[14] Kaboğlu, İbrahim, Anayasa Hukuku Dersleri, 10. Baskı, Legal Yayınları, İstanbul, 2015, s. 150.
[15] Parlamenter sistemlerde bir ayrım gerekirse, devlet politikalarını devlet başkanı, hükümet politikalarını temsil eder. Eren, Abdurrahman, Anayasa Hukuku Dersleri, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2020, s. 811.
[16] Karatepe, Şükrü, Anayasa Hukuku, Savaş Yayınevi Yayını, Ankara, 2013, 145.
[17] Jellinek, Georg, Allgemeine Staatslehre, Dritte Auflage, (unter Verwertung des handschriftlichen Nachlasses durchgesehen und ergänzt von Walter Jellinek), Verlag von 0. Häring, Berlin, 1914, s. 554.
[18] Aynı kanaat, örneğin: Eren, Abdurrahman, Anayasa Hukuku Dersleri, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2020, s. 827.
[19] Kaboğlu, s. 150.
[20] Anayasa hukuku ve teorisinde kuvvetler ayrılığının özgürlükleri için önemi daha evvelki yazılarımda yer almıştır. Bakınız: Derdiman, R. Cengiz, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, 30.07.2024, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/hukumet-sistemi-olarak-cumhurbaskanligi-sistemi/, 06.08.2024; Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sistemine İlişkin Değerlendirmeler, “2.2.1.” nolu başlıktaki bilgiler.
Bunlara ek olarak söylemek gerekir ki: Schmitt, kuvvetler ayrılığının olmadığı ortamları “anayasasızlık” olarak görmektedir. Ve bu durumda yasama ve yürütme ayrımının kalktığını belirtmektedir. Hatta böyle bir ortamı diktatörlükle de eş tutmaktadır. Schmitt, Carl, Die geistesgeschichtliche Lage des heutigen Parlamentarismus, Zehnte Auflage, Duncker & Humblot GmbH, Berlin, 2017, s. 52
[21] Arsel, İlhan, Anayasa Hukuku (Demokrasi), 2. Baskı, Sıralar Matbaası, İstanbul, 1968, s. 214.
[22] Anayasa hukukunda “monist” ve “düalist” hükümet sistemleri, hükümetin tek veya iki başlı yapılanmasına işaret etmektedir. Bu noktada başkanlık sistemleri monist, parlamenter sistemleri ve yarı-başkanlık sistemleri de düalist sistem olmaktadırlar. (Aynı kanaat: Döner, Ayhan, Türk Anayasa Hukuku, 5. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2024, s. 431, 432; Öztürk, Namık Kemal, Cumhurbaşkanı ve Parlamenter Sistem, Atilla Kitabevi, Ankara, 1999, s. 9 ve devamı). Burada ise “monist sistem” tabiri; iki başlı yürütmede asıl yetki ve faaliyetleri icrayı bakanlar kurulunun üstlenmiş olmasını anlatmaktadır. Yani monist sistemde, üstünlük, iki başlı “yürütme”deki bakanlar kurulundadır. (Keskinsoy-Kaya, s. 21, 22; Çağlar, Bakır, Anayasa Bilimi Bir Çalışma Taslağı, BFS Yayınları, İstanbul, 1989, s. 268, 269; İpek, Aydın, Anayasa Hukuku Ders Notları, Detay Yayıncılık, Ankara, 2011, s.73; Eren, s. 809-811).
[23] Aynı kanaat: Keskinsoy-Kaya, s. 21, 22.
[24] İktidar her zaman kötüye kullanılmaya müsaittir. Lord Acton “İktidar yozlaşma eğilimindedir. Mutlak İktidar mutlaka yozlaşır” demektedir. Nakleden: Uslu, Ferhat, Türkiye’de Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yasama ve Yürütme Organları Arasındaki İlişkiler, Filiz Kitabevi Yayını, İstanbul, 2022, s. 13. Osmanlı Tarihine ilişkin kitabında bir kısım bilgi ve müşahedelerini aktaran Öztuna’ya göre de: ”en iyi uzun iktidarların bile kitle psikolojisinde memnuniyetsizlik yarattığı bilinmektedir.” (Öztuna, Yılmaz, Osmanlıya Veda 1808-1923, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013, s. 239. Ayrıca bakınız: Derdiman, R. Cengiz, “Türklerde Devlet Anlayışı ve Hükümet Sistemi”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, 23.05.2023, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/turklerde-devlet-anlayisi-ve-hukumet-sistemi/#_ftn127 erişim: 08.03.2024
[25] Weimar Sistemini anlatan benzer görüş: Kaltefleiter, Werner, Die Funktionen des Staatsoberhauptes in der parlamentarischen Demokratie, Springer Fachmedien Wiesbaden GmbH 1970, s. 137. Örneğin Alman hukukunda, “Federal Başkanın siyasi etkisi, kişiliğine ve siyasi konuları ele alma ve bunları kamuoyu önünde ele alma biçimine bağlıdır.” Grimmer, s. 131.
[26] Grimmer, Klaus, “Grundzüge des politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland”, Parlamentslehre Das parlamentarische Regierungssystem im technischen Zeitalter, Von Jürgen Bellers et. al., Zweite, durchgesehene Auflage, R. Oldenbourg Verlag GmbH, München, 1996, s.131.
[27] Örneğin klâsik parlamenter sistemin seçkin örneklerinden olan 1961 Anayasamıza göre (m. 97): “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Milletin birliğini temsil eder./ Cumhurbaşkanı, gerekli gördükçe, Bakanlar Kuruluna başkanlık eder; yabancı Devletlere Türk Devletinin temsilcilerini gönderir ve Türkiye’ye gönderilen yabancı Devlet temsilcilerini kabûl eder; milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayınlar; sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletebilir veya kaldırabilir.” Bu Anayasamıza göre (m. 93), kanunların yayınlamak veya veto etmek yetkilerini Cumhurbaşkanı tek başına kullanacaktı.
[28] “Yetki saptırması” kamusal işlemlerde kamu yararından başka amaçlarla hareket etmektir. Bundan başka amaçlar ise 3. kişinin yararları veya diğer kişisel veya başka yararlardır. Derdiman, R. Cengiz, İdare Hukuku, 5. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2015, s. 168. Kanuna ve baskın kamu yararına aykırı işlemlerin hukuka aykırılıkları da malûmdur. Von Tureg, Kurt Egon-Kraus, Erwin, Lehrbuch des Verwaltungsrechts, Walter de Gruyter & Co., Auflage, Berlin, 1962, s. 121. Ve dahası, kamu yararı, gerekliliği ölçüsünde bireysel yararları sınırlamış da olmaktadır. Benzer görüş: Meyer, Georg, Lehrbuch des deutschen Verwaltungsrechts, (Bearbeitet von Franz Dochow), erster Teil, vierte Auflage, Verlag Von Duncker & Humblot , München und Leipzig, 1913, s. 69.
[29] Erdoğan Tosun, Gülgün-Tosun, Tanju, Türkiye’nin Siyasal İstikrar Arayışı Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri, Alfa Yayınları, İstanbul,1999, s. 117. Kaldı ki tarafsızlıkla siyaset yokluğu aynı anlamda değillerdir. Ki tarafsız bir cumhurbaşkanının hiçbir siyaset takip etmeyeceğinin garantisi olamaz. Oppermann, Thomas-Meyer, Hans, Das parlamentarische Regierungesystem des Grundgesetzes Anlage – Erfahrungen – Zukunftseignung, Walter de Gruyter · Berlin 1975, s. 116.
[30] Erdoğan Tosun-Tosun, s. 115.
[31] Örneğin: Güner Toprak, Ece, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Doğan Kitap Yayını, İstanbul, 2022, s. 95; Güner Toprak, Ece, Başarabiliriz Demokratik Bir Anayasa Önerisi, Doğan Kitap Yayını, İstanbul, 2021, s. 309.
[32] Güneş, s. 84. Karatepe (s. 148), günümüz anayasacılığında bu usulün benimsenmediğini, talebin başka organdan, başbakandan geldiğini belirtmektedir.
[33] Doktrinde yazarlar “fesih yetkisi” tabirine farklı farklı yaklaşmaktadırlar. Bunlardan kimisi, “fesh”in dağılma ya da dağıtma sonucunun, seçimlerin derhal yenilenmesini garanti etmediği fikrindedir.
Danışma Meclisi tutanaklarına göre, “fesih”le milletvekilliği sona erecektir. Yani TBMM yeni toplanma dönemine kadar görev yapamayacaktır. Halbuki “seçimlerin yenilenmesi”nde, milletvekilliği sıfatı yeni parlamento göreve başlayana kadar devam edecektir. (Tunç, Hasan Türk Anayasa Hukuku Ders Kitabı, 2. Baskı, Gazi Kitabevi Yayını, Ankara, 2019, s. 283). Tabii ki bu, demokrasilerde parlamentoların devamlılığı prensibinin gereğidir. Bu sebeple, burada feshi yasama organının seçimlerinin yenilenmesini kapsar şekilde anlamak gerekir. (Derdiman, Anayasa Hukuku, 83). Yani burada fesihten kasıt, TBMM üyeliğinin yeni döneme kadar devam etmesi kaydıyla, derhal seçimlere gitmektir. Çünkü fesih doğrudan doğruya seçimlerin yenilenmesi sonucunu da doğurur. (Keskinsoy-Kaya, s. 43). Dolayısıyla TBMM üyeliği de yeni parlamento toplanana kadar devam eder.
[34] Karatepe, s. 148.
[35] Aynı kanaat: Loewenstein, Karl, Political Power and the Governmental Process, The Unıversıty Of Chıcago PressChıcago & London, 1965, p. 13.
[36] Eroğul, Cem, Çağdaş Devlet Düzenleri, 4. Bası, İmaj Yayınları, Ankara, 2005, s. 173.
[37] Eroğul, Çağdaş Devlet Düzenleri, s. 173.
[38] Aynı kanaat: Duran, Lütfi, Türkiye Yönetiminde Karmaşa, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1988, s.52
[39] Örneğin: Akartürk, Ekrem Ali, “Cumhurbaşkanı Bakanlar Kuruluna Başkanlık Edebilir mi?”, Türkiye’nin Anayasa Gündemi, Derleyen, İbrahim Ö. Kaboğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 215-217.
[40] Derdiman, Anayasa Hukuku, 2013, s. 414, 415.
[41] Aynı kanaat: Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 414.
[42] “Klâsik anayasa hukuku kitaplarına göre başbakan eşitler arasında birinci (primus inter pares) olarak nitelendirilmesine karşı[lık], günümüzde artık başbakanın gerçek bir lider olduğu söylenebilir.” Turhan, Mehmet, Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Diyarbakır, 1989, s. 53.
[43] Von Beyme, Klaus, Die parlamentarische Demokratie, 4. korrigierte Auflage, Springer Fachmedien Wiesbaden 1999, 2014, s. 247
[44] Bu yönde ve deyimler: Hartmann, Jürgen-Kampf, Udo, Staatsoberhäupter in westlichen Demokratien, Springen Fachmediens Verlag, Wiesbaden, 1989, s. 8.
[45] Kailitz, Steffen, “Eine Unterschied wie Tag und Nacht Fraktionsgeschlossenheit in Parlamentarismus und Präsidentialismus”, Zeitschrift für Politikwissenschaft, 18. Jahrgang 2008, Heft 3,ss: 291-324, s. 295.
[46] Loveland, Ian, Constitutional Law, Administrative Law and Human Rights A Critical Introduction, Sixth edition, Oxford University Press, Oxfort, 2012, p. 140
[47] Armağan, Servet, 1961 Anayasası ve Bakanlar Kurulu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1978, s. 43, 44; Ayrıca bakınız: Resmi Gazete, 14189, 16.05.1972.
[48] Ekinci, Ahmet, Tek Başlı Yürütme, Doktora Tezi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Ankara, 2020, s. 173; Derdiman, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, 2024, dipnot: 10-14; Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, dipnot: 139, Uslu, s. 319 ve 428, 429; Turhan, Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, 58-60. Ayrıca bakınız örneğin: Batkin, Metin, Die Rezeption „westlicher“ Verfassungsrechte in der Türkei Die türkische Verfassung von 1961, Duncker & Humblot GmbH, Berlin, 2021, s. 102 ve devamı (=und so weiter).
[49] von Münch, Igno, Rechtliche und politische Probleme von Koalitionsregierungen, Walter de Gruyter · Berlin · New York, 1993, s. 13. Koalisyonun başbakanı da hem koalsiyon ortaklarının hem partisinin farklı çıkarlarını nazara almalıdır. Grimmer, Klaus, “Staatsaufgaben und Finanzverfassung”, Parlamentslehre : das parlamentarische Regierungssystem im technischen Zeitalter, 2., durchges. Aufl. von Jürgen Bellers… Raban Graf von Westphalen (Hg.), R. Oldenburg Verlag, München-Wien, 1996, s. 149.
[50] Döner, Tük Anayasa Hukuku, s. 436. Koalisyonların bilhassa bunalım ve kriz dönemleri dışında koalisyonların devam ihtimalinin daha az olabileceğini düşünmek mümkündür. Benzer görüş: Bradley, A W- Ewing, K D, Constıtutional And Administrative Law, Fourteenth Edition, Pearson Education Limited Harlow, 2007, p.113
[51] Bakınız aşağıda: “2.5.” nolu başlık.
[52] Parlamenter sistemde karşı imza kuralı Cumhurbaşkanını tek başına icrai işlem yapmaktan men eden garantidir. Yani: “karşı-imza kuralı, devlet başkanının Bakanlar Kurulu kanadının onayı olmayan işlemleri tek başına yapamayış güvencesi için üretilmiş formüldür.” (Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 410).
[53] Güneş, s. 61.
[54] Bakınız: Derdiman, R. Cengiz, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemi, 2024.
[55] Bir kısım görüşlere göre, Cumhurbaşkanının bu yetkisi aslında, inşai bir nitelik içermez. Ama bir belgenin varlığı ve aslına uygunluğunu tevsik veya belgelendirmenin somuta yansımasıdır. Bu yöndeki görüşler: Okşar, Mustafa, 1982 Anayasası Çerçevesinde Bakanlar Kurulu, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku (Anayasa Hukuku) Anabilim Dalı, Ankara 2012, s. 547, 548, ve aynı eserde dipnot: 82-84’deki kaynaklar.
[56] Okşar, s. 549
[57] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 411; Okşar, s. 548. Ayrıca bakınız: AYM, Esas: 1992/37 Karar: 1993/18, 27.4.1993.
[58] Ülkemizde 6771 sayılı kanunla değiştirilmeden evvelki siyasal sistemin işleyişinde aynı yönde değerlendirmeler için bakınız: Duran, s. 17, 18. Ancak burada, Cumhurbaşkanının Başbakanı “istifaya davet edebileceği” veya “istifa çağrısı yapabileceği” şeklindeki görüşe (Duran, s. 17, 53) de dikkat çekmek gerekir (aksi görüş: Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1986, s. 310-316, Duran, s. 53). Fakat böyle bir yetkinin Anayasal dayanağı yoktur. Dolayısıyla böyle bir çağrı/davet, olsa olsa, Cumhurbaşkanının, Anayasanın ve Devlet organlarının uyumlu çalışmasını gözetmek yetkisine dayandırılabilir.
[59] Devlet başkanının bu kararnameleri imzalamayışı, bakanlar kurulunu engellemek, durdurmak anlamına gelmektedir. Güneş, s. 63.
[60] Unutmamak gerekir ki; 1961 (madde: 97) ve 1982 (madde: 104/11) Anayasalarımız, Uluslararası andlaşmaları onaylama yetkisini sadece Cumhurbaşkanına vermişlerdi. Ancak, 244 sayılı kanun, bunu “karşı-imza kuralı”na tabi tutarak düzenlemişti. Diyeceğim odur ki, Anayasa bu yetkiyi sadece Cumhurbaşkanına tanımıştı. Tabii ki Anayasalarımız, onaylamayı bir kanunla uygun bulmaya bağladıkları hallerde (1961 Anayasası madde: 65; 1982 Anayasası madde: 90) onay yetkisi, bu şarta bağlı olacaktır. Yeni sistemde ise bu yetki artık sadece Cumhurbaşkanındadır.
[61] Kaldı ki bu tür uyuşmazlıklar yargısal kararlara bile konu olmuştur: Örneğin: AYM’nin, (E.1992/37, K.1993/18, 27.04.1993), Cumhurbaşkanının imzası olmadan kararname çıkarılma(ma)sı konusundaki kararı buna örnektir. Yine örneğin: Cumhurbaşkanının (2000’li yıllarda) Başbakana Anayasa fırlatmasını ve Merkez Bankasına atanacak Guvarnör kararnamesini imzalamaması da hatırlardadır.
[62] Bu terimi, tarafların görüş ayrılığından dolayı kendilerini birbirleriyle uyuma zorlayarak “birlikte yaşamak” diye açıklayabiliriz.
[63] “Yarı-başkanlık sistemleri” için dile getirilen bu mahsurlar bakımından aynı kanaat: Elgie, Robert, “Tüm Yönleriyle Hükümet Sistemleri, Parti Siyasası ve Kurumsal Mühendislik” Küresel Bakış, (Çeviren: Abdulkadir Saka),Yıl: 8, Sayı: 25 Aralık 2018, s. 26, 27.
[64] “Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Hollande, başbakanlık makamının kaldırılması ve cumhurbaşkanının yürütmenin başındaki tek yetkili olması önerisinde bulundu.” Fransa’da başbakanlık kaldırılsın önerisi, Hürriyet 04.10.2018, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/fransada-basbakanlik-kaldirilsin-onerisi-40976947 (17.09.2019).
[65] Güneş, s. 89.
[66] Löwenstein, Karl, Staatsrecht und Staatspraxıs von Grossbrıtannıen, Band I Parlament Regierung Parteien, Springer-Verlag GmbH Berlin Heidelberg, 1967, s. 377-379.
[67] Böylece ilk zamanlarda kralın sorumsuzluğu esasıyla, işleri yüklenen kurul üyelerinin parlamentoya sorumlulukları söz konusu olmuştur. Kralın etkisi azaldıkça da Kurulun ve bakanların sorumlulukları daha belirgin hale geldi. Bradley-Ewing, p. 108, 109.
[68] Bakınız: Türe, İlknur, Türk Kamu Yönetiminde Başbakanlık, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, İzmir, 1999, s. 19-27.
[69] Bakınız örneğin: Özsoy Boyunsuz, Şule, Başkanlı Parlamenter Sistem, 2. Baskı, Oniki Levha Yayını, İstanbul, 2014, s. 10.
[70] Vincenzo, Miceli, Parlamento Hukuku ve Siyaseti Etütlerinden Modern Parlamentolar, Çeviren: Atıf Akgüç, Ulus Basımevi, Ankara, 1946, s. 16-34; Göze, Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, genişletilmiş 12. Bası, Beta Yayınları, İstanbul,2009, s. 468; Çam, Esat, Siyaset Bilimi, 9. Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2005, s. 544; Özkan, Metin, Modern-Demokratik Devlette Siyasal Temsil, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Siyaset Ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Ankara, 2019, s. 104; Türe, s. 25; Hartmann, Jürgen, Westliche Regierungssysteme Parlamentarismus, präsidentielles und semi-präsidentielles Regierungssystem 3. Auflage, Springer Fachmedien Wiesbaden GmbH 2011, s. 54; Marschall, Stefan, Parlamentarismus Eine Einführung, 2., überarbeitete und aktualisierte Auflage Nomos Verlagsgesellschaft,, Baden-Baden 2016, s. 20-23.
[71] Konuya ilişkin tafsilatlı izahat için bakınız örneğin: Özkan, s. 58, 104; Duverger, Maurice, Siyasal Rejimler, Çev. T. Tunçdoğan, Sosyal Yayıncılık, İstanbul, 1986, s. 74.
[72] Benzer görüş: Özsoy Boyunsuz, Başkanlı Parlamenter Sistem, s. 10, 11.
[73] Güneş, s. 89.
[74] Derdiman, R. Cengiz, “Kolluğun Cumhuriyet Savcısı Karşısında Konumuna İlişkin Düşünceler ve Öneriler.”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 69, sayı: 415, yıl: 1997, ss: 69-98, s. 75; Tortop, Nuri, Yönetim Bilimi, S Yayınları, Ankara, 1983, s. 78, 79.
[75] Derdiman, “Kolluğun Cumhuriyet Savcısı Karşısında Konumuna İlişkin Düşünceler ve Öneriler.”, s. 75; Tortop, s. 78, 79.
[76] AYM, esas: 2018/15 karar: 2018/78, 05.07.2018, § 7.
[77] Keskinsoy-Kaya, s. 23, 24. Muhalefetin bu ülkede etkili olabileceği, ancak çoğunluğu kaybettiği ölçüde etkisizleşebileceği konusunda bakınız: Carroll, Alex, Constitutional and Administrative Law, Fourth editionPearson Education Published, Harlow, 2007, p. 137.
Burada geçen “majestelerin sadık muhalefeti” deyimini, yazar, ana muhalefetin özel bir önemi olduğu şeklinde belirtmektedir. Kaldı ki İngiltere’de hükümet de “majestelerinin hükümeti”dir. Majestelerinin hükümeti gibi muhalefet de majestelerinin muhalefeti diye anmak sözkonusu olmaktadır. Loewenstein, Karl, Staatsrecht und Staatspraxis von Grossbritannien Band I Parlament Regierung Parteıen, Springer-Verlag Berlin Heidelberg GmbH 1967, s. 293. Ama bundan amaç kanaatimizce, hükümetin ve muhalefetin nihayette Ülkeye ilişkin ve Ülke yararına olmasını vurgulamaktır. Çünkü bir ülkede (monark olsun, cumhurbaşkanı olsun) devlet başkanı yukarıda söylediğimiz gibi devletin sürekliliğini somutlaştırır. Kaboğlu, s. 150. Ve de Devletin başı ve Devletin temsilcisidir. Monarşilerde Kral/Krlaiçe de nihayetinde Devlet başkanıdır.
[78] “Hükümet tasarrufları”, kısaca, yürütme organının siyasal kimliği ile tesis ettiği, mahiyeti itibarıyla Devletin temsili kapsamındaki tasarruflarıdır. Bu sebeple de hukuk nizamının ve gereklerinin ve yargısal denetimin istisnalarını teşkil etmişlerdir. Benzer görüş ve kapsamlı izahat: Giritli, İsmet, Türkiye’de ve Yabancı Memleketlerde Hükümet Tasarrufları, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1958, s. 10 ve devamı.
[79] Vernon, Manfred C. Devlet Sistemleri Mukayeseli Devlet İdaresine Giriş, Çeviren: Mümtaz Soysal, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1961, s. 18, 19.
[80] Vernon, s. 18, 19.
[81] “İngiltere’de ‘Kral ve başbakan arasında gerilim’ iddiası”, Sözcü, 02 Ekim 2022, https://www.sozcu.com.tr/ingilterede-kral-ve-basbakan-arasinda-gerilim-iddiasi-wp7395054, erişim: 06.08.2024.
[82] Sadak, Necmettin, “Gazi Hazretlerinin Çok Mühim ve Çok Kıymetli Beyanatı” Akşam Gazetesi, 4. Teşrinievvel (Ekim) 1930, https://media4democracy.org/news/atatrk-ten-baskanlik-sistemi-ne-tavir, erişim: 30.09.2023. Atatürk, hükümet olarak, milli hakimiyeti ve milli iradeyi tecelli ettiren halk hükümetini kabul etmektedir. Çünkü Atatürk’ün kendi beyanları bu yöndedir. Bakınız: Sarıca, Murat, 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi, 2. Baskı, Gerçek yayınları, İstanbul, 1977, s. 247, 248.
Atatürk’ün Sulh şartları hakkında verdiği, 02.11.1922 tarihli demecindeki ilgili bölüm şu şekildedir: “Şurasını unutmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hulâsa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir. Ve lisanımızda bu hükümet ‘halk hükümeti’ diye yadedilir.
“Bu hükümet doğrudan doğruya milletin arzularını tatmine hadim ve millet ve memleketin idaresine bizzat sahiptir. Bu itibarla kendi mukadderatını kendisi tâyin eder. Şuabât-ı idaremizin kâffesinde tatbik edilecek olan usul de budur.” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I-III, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, (cilt: III,) s. 72.
[83] Başkanlık sistemi, Amerika Birleşik Devletleri’nde(=ABD’de) devletçikleri, eyaletler şeklinde birleştiren bir Anayasayla kabul edilmiştir. Dolayısıyla, bu Anayasa; niteliği itibarıyla, adeta -akılla yapılmış- bir sözleşmeyle vücuda ge(tiri)lmiştir. Bu sebeple bu Anayasa, toplumsal bir sözleşme ve uzlaşı metni olmaktan ziyade farklı niteliktedir. Yani her bir eyaletin{=devlet(çik)lerin} yaptıkları (uluslararası sözleşme gibi bir) sözleşme mahiyeti taşımaktadır. (Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 33) Ve bir nevi sözleşme nitelikli bu Anayasa, başkanlık sistemini, dikey ve yatay kuvvetler ayrılığını kurmuştur.
Bu Anayasanın -eyaletleri federal devlet halinde birleştirmek için genel ve düzenleyici hükümlerle yetinmesinden başka yönleri de vardır: Ki, bu Anayasa, başkanlık sistemini, federal yapıyı koruyan mahiyetinden ayrılmaz bir şekil vererek ihdas etmiştir. Dolayısıyla da, ulus-devletler için örnek alınamayacağını iddia etmek mümkündür. Eğer örnek alınacaksa da; bu, federalizme yönelik farklılıklarının izale edilmesiyle mümkün olabilecektir. Yalnız, belirtmek gerekir ki: Fukuyama’nın (Francis, Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme, Çeviri: M. Murtaza Özeren, Profil Yayınları, İstanbul, 2018, s. 449.) tespitindeki ifadeyle: “Amerikan denetim ve denge sistemi farklı kurumsal düzenlemelere sahip diğer demokrasilere kıyasla karar verilmesini zorlaştırmaktadır.” Bunun gibi, Fukuyama (aynı eser, s. 449 ve devamı), sistemin, denge ve denetimdeki sorunlardan dolayı kamuoyunda güveni yitirdiğini uzun uzun açıklamaktadır. Buna da gerekçe olarak, yasamanın harcamaları sürekli artırması; yargının da güveni azalması gibi hususları göstermektedir.
[84] Bakınız: Derdiman, “Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri” 2024, dipnot: 57.
[85] Altay, İbrahim Zahid, “Parlamenter Sistemin Ürettiği Krizler” Kriter, Nisan 2017, yıl: 1, sayı: 12, https://kriterdergi.com/dosya/parlamenter-sistemin-krizleri, erişim tarihi: 20.10.2021.
[86] Eroğlu, Hamza, Türk İnkılâp Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara, 1990, s. 443
[87] İnan, Afet, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, 7. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2023, s. 199. İnkılapçılığın her örf ve adetimizi işlevsizleştirse de sürekli devrim olduğu yönünde AYM (Esas: 1973/37, karar: 1975/22, 11, 12, 13, 14 ve 25 Şubat 1975) kararının haklı eleştirisi: Güngör, Erol, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, 10. Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1996, s. 109 ve devamı
[88] “Millî ihtiyaç ve zaruretler den hız alan daimî bir oluş, millî bünyemizi maddî ve manevî sahada daima yenilemektedir.” Abadan, Yavuz, İnkılâp ve İnkılâpçılık, Konferanslar Cumhuriyet Halk Partisi Yayını, seri: 2 kitap 5, Ankara, 1938, 14.
[89] Tütengil, Cavit Orhan, Atatürk’ü Anlamak Ve Tamamlamak, Varlık Yayınları, İstanbul, 1975, s. 216. Sarıca’nın (s. 251), Esen’den (Bülent Nuri, Türk Anayasa Hukuku, 1. Fasikül, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1971 s. 102) alıntılayıp benimsediği fikre göre de: Bu ilke gereğince Devletimiz, toplumsal hayatta, yeniliklere uyma ve uygarlık nimetlerinden yararlanmayı sağlayıcı değişimler yapabilecektir.
[90] İnan, s. 150.
[91] Nakleden: Özbudun, Ergun, “Atatürk ve Demokrasi”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı I, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Atatürkçü Düşünce Merkezi Yayını, Ankara, 2004, ss:161-170, s. 164,
[92] Derdiman, R. Cengiz, “Hükûmet Şekli Bakımından Ülkemizde Mevcut Durum ve Getirdiği Sorunlara Çözüm Olarak Başkanlık Modeli”, Polis Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2000, yıl: 6, sayı: 22, s. 88-110, s. 95.
[93] 1961 Anayasası ve 1982 Anayasası dönemlerinde koalisyon hükümetleri süreleri ile ilgili olarak bakınız: Uslu, s. 319, 428, 429; Derdiman, Hükûmet Şekli Bakımından …, s. 95; Kuzu, Burhan, “Türkiye İçin Başkanlık Hükümeti”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 29, sayı: 3, ss: 58-85, s.64.
[94] Fransa, Portekiz, İtalya örnekleri için bakınız: Kuzu, Türkiye İçin Başkanlık Hükümeti, s. 64.
[95] Tınç, Mehmet Rifat, Fransız Anayasa Hukuku Tarihçe ve Kurumlar, Legal Yayıncılık Yayını, İstanbul, 2020, s. 138.
[96] Özbudun, Ergun, Türkiye’de siyasal açıdan kutuplaşmaya elverişli bir siyasal kültürün olduğu yönünde Malta Köşkü konuşması, 27.05.2013,Nakleden: Fendoğlu, Hasan Tahsin, 171 Soruda Başkanlık Sistemi, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2017, s. 336. Aynı konu ve atıf: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, dipnot: 143, 177 ve bu dipnotlarla bağlantılı bilgiler.
[97] Benzer görüş: Loveland, p. 141. Günümüzde parti disiplini ve diğer birçok sebeple yetkilerini tek başına kullanamaz durumdadır. Ve hükümeti denetleme görevini denetimde yeterince etkili değildir. Bu yazıda söylediğimiz gibi, yasamanın çoğunluğu hükümeti istisnai olarak düşürebilmektedir. Kaboğlu, s 202, 203.
[98] Bakınız: Kubalı, Hüseyin Nail., Anayasa Hukuku Dersleri ve Siyasal Rejimler, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1971, s. 411. Lord Hailsham’a göre, İngiltere’de zamanımızda artık deyim yerindeyse, hükümet büyük ölçüde parlamentoyu kontrol etmeye başlamıştır. Nakleden: Beale, Andrew,Essential Constitutional Law, Seconf Edution, Cavendish Publishing Limited CP London, Sydney, 1997, p. 39.
[99] Benzer görüş: Kubalı, s. 411.
[100] Güneş, s. 96.
[101] Hatta yasama-yürütme ayrımının kalktığı rejimleri “diktatörlük”lerle eş tutan Schmitt’e atıf için bakınız yukarıdaki dipnot: 20.
[102] Ebenstein, William, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, Çeviren: İsmet Özel, Şule Yayınları, İstanbul, 2005, s. 240. Ayrıca bakınız bu yazıdaki dipnot: 14, 177, 196, 187.
[103] Sanırım ki, “parlamenter sistem meclis üstünlüğüne doğru değişime uğrar.” (Turhan, Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, s. 61) sözünü bu kapsamda mütalâa etmek gerekebilecektir.
[104] İngiltere’de de aynı gözlemler dikkat çekmiştir. Örneğin bakınız: “İngiltere’de azınlık hükümetleri ‘uzun süre dayanamıyor’” BBC NEWS, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40244408, erişim: 06.08.2024.
[105] Her iki durum da parlamenter sistemlerde yasama ve yürütmenin fiiliyatta bütünleştiğini de göstermektedir. Benzer görüş: Loewenstein, Political Power and the Governmental Process, s. 35.
[106] Aynı kanaat: Uçum, Mehmet, “Güçlendirilmiş parlamenter sistem ne anlama geliyor?”, Sabah Gazetesi 05 Aralık 2020, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/mehmet-ucum/2020/12/05/guclendirilmis-parlamenter-sistem-ne-anlama-geliyor 26.06.2022
[107] Bakınız: “2.5.” nolu başlık.
[108] Eroğul, Çağdaş Devlet Düzenleri, s. 227; Güner Toprak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, s. 93.
[109] Igno Richter, “Das Grundgesetz der Bundesrepublik Deutschland, Die Verfassung eines stabilen States?”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, yıl: 1993, sayı: 1, ss: 261-285, s. 264.
[110] Bakınız: Lijphart, Arend, Demokrasi Modelleri, Çeviri: Güneş Ayas-Utku Umut Bulsun, İthaki Yayınları, İstanbul, 2014, s. 125.
[111] Ki aynı görüşte olan Richter (s. 264), bunlardan ilkine olumlu, ikincisine ise olumsuz çoğunluk demektedir.
[112] Aynı yönde: Uçum, Mehmet, “Söyleşi” Kriter, (Söyleşiyi yapanlar: Nebi Miş-Cem Duran Uzun Temmuz-Ağustos 2021, Yıl 6, Sayı 59, Güncelleme: 01 Temmuz 2021, https://kriterdergi.com/soylesi/cumhurbaskanligi-hukuk-politikalari-kurulu-baskanvekili-ve-cumhurbaskani-basdanismani-mehmet-ucum-cumhurbaskanligi-sistemi-milletin-demokratik-kazanimlarini-guvence-altina-aldi , erişim: 11.01.2024.
[113] Stadler, Peter M., Die parlamentarische Kontrolle der Bundesregierung, Westdeutscher Verlag, Opladen, 1984, s. 141, 142.
[114] Bakınız: Erdoğan, Mustafa, “Türkiye’de Hükûmet Sistemi ve Siyasî Rejim İçin Yeni Bir Perspektif”, Liberal Perspektif, Rapor, Sayı: 20 Haziran 2021, https://oad.org.tr/yayinlar/rapor/mustafa-erdogan-turkiyede-hukumet-sistemi-ve-siyasi-rejim-icin-yeni-bir-perspektif/, erişim: 14.01.2024, s. 25; Eroğul, Çağdaş Devlet Düzenleri, s. 165, 166. Buna Tınç ( Mehmet Rıfat, Fransız Anayasa Hukuku, Tarihçe ve Kurumlar, Legal Yayınları, İstanbul, 2020, s. 386) “kışkırtıcı gensoru önergesi” demektedir.
[115] Tınç, s. 386.
[116] Bu 46/2. madde, Millet Meclisinin hükümet üzerinde gensoru denetim usulünü düzenlemektedir.
[117] Tunçkaşık, Halit, “Parlamenter Sistem: Teori, Pratik Ve Tartışmalar”, Karşılaştırmalı Hükümet Sistemleri: Parlamenter Sistem (Almanya, Güney Afrika, Hindistan, İngiltere, İtalya ve Japonya Örnekleri), Editör Semra Gökçimen, 2. Baskı, TBMM Araştırma Hizmetleri Başkanlığı Yayını, TBMM Basımevi, Ankara, 2017, s. 10, dipnot: 52.
[118] Friesenhahn, Ernst, “Parlament und Regierung im modernen Staat”, Parlament und Regierung im modernen Staat. Die Organisationsgewalt / Berichte von Ernst Friesenhahn … [and others] und Aussprache zu den Berichten in den Verhandlungen der Tagung der deutschen Staatsrechtslehrer zu Berlin am 10. und 11. Oktober 1957, Berlin : W. de Gruyter, 1958, S. 95.
[119] Aynı kanaat: Tınç, s. 386.
[120] Anayurt, Ömer, Anayasa Hukuku Genel Kısım Temel İlkeler Kavram ve Kurumlar, Seçkin Yayınları, Ankara, 2018, s. 342, 343; Keskinsoy-Kaya, s. 167.
[121] Dipnot: 125, 126, 192, 193.
[122] Bu tür bir usul Dahrendorf, (Ralf, Demokrasinin Bunalımları, Çeviren: Emre Zeybekoğlu, İthaki Yayınları, İstanbul, s.71) tarafından da eleştirilmektedir.
[123] Karatepe, s. 144. Güçlü başbakanlık bakımından aynı yöndeki değerlendirmeler için bakınız: Kaltefleiter, Werner, Die Funktionen des Staatsoberhauptes in der parlamentarischen Demokratie, Springer Fachmedien GmbH, Wiesbaden, 1970, s. 225 ve devamı.
[124] Kamalak, İhsan-Durna, Özkan, Güçler Ayrılığı İlkesini Hayata Geçiren Koşullar üzerine” Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Kamu Yönetiminde Değişim, Editör: Yüksel Demirkaya, Hiperlink Yayıncılık Yayını, İstanbul, 2018, s. 464.
[125] Aynı kanaat örneğin: Teziç, Erdoğan, 100 Soruda Siyasi Partiler Gerçek Yayınları, İstanbul 1976, s. 92; Özbudun, Ergun, Siyasal Partiler, 3. Baskı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara 1979, s. 162; Daver, Bülent, “Anayasa Mahkemesi Kararları Açısından Siyasal Partiler: Bir Kaç Örnek Olay” Anayasa Yargısı Dergisi, cilt: 2, Ankara 1985, s. 96; Güner Toprak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, s. 41; Şirin, Tolga, Anayasa’dan Çıkış, İmge Kitabevi Yayını, Ankara, 2023, s. 101; Hartmann, Jürgen, Die politischen Systeme Lateinamerikas Ein Überblick, Springer Fachmedien Wiesbaden 2017, s. 50, 53; Schäfer, Jan Philipp, “Das Parteiverbot im Lichte der Europäischen Menschenrechtskonvention”, Archiv des öffentlichen Rechts Jahrgang 141, 2016/ 43, Heft 4, ss: 594-636, s. 595; Hartmann, Westliche Regierungssysteme, s. 40; von Gehlen, Andreas, Parteiendemokratien, Walter de Gruyter GmbH, Berlin/Boston, 2017, s. 1.
[126] Vedel, Georges, Manuel élémentaire de Droit Constitutionnel, Paris, Sirey, 1949, s. 158’den nakleden: Kapani, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yenilenmiş altıncı baskı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayını no: 453, Ankara, 1981, s. 273.
[127] Aynı Kanaat: Kapani, s. 273. “Çağımızın şartlan nedeniyle, siyasal partiler, baskı gruplan, değil bu kalıplan, fakat sistemi sarsacak derecede etkindirler.” Tunaya, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Cumhuriyet Yayınları, Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık ltd. Şti, İstanbul, 2000, s. 98.
[128] von Gehlen, s. 1.
[129] Derdiman, R. Cengiz, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak”,s. 250-253.
[130] Erdoğan Tosun-Tosun, s. 2.
[131] Bakınız: Derdiman, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak”, s. 252, 253.
[132] Schmitt, s. 43.
[133] Derdiman, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak”, s. 249, 250, 252.
[134] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 84
[135] Öktem, Emre-İnceoğlu, Sibel, Encyclopedia of World Constitutions, by Robbers, Gerhard Facts On File, Inc. An imprint of Infobase Publishing, New York, 2007, p. 940
[136] Kaboğlu, s. 151.
[137] Çünkü “gensoru ile birlikte yapılacak oylamalarda hakkında gensoru verilenler hakkında güvensizlik gösterilmesi eğilimi ile güven oylamasına başvurulması mümkündür. Siyasal sorumluluğun yaptırımı bakanların ya da Bakanlar Kurulunun görevine TBMM’ce güvensizlik oyları ile son verilmesidir.” Derdiman, R. Cengiz, Hukuk Başlangıcı, 5. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2015, s. 337; aynı kanaat: Anayurt, Ömer, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 6. Basım, Seçkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 338; Öktem-İnceoğlu, p. 940.
[138] Riescher, Gisela-Obrecht, Marcus-Haas, Tobias, Theorien der Vergleichenden Regierungslehre Eine Einführung, Oldenburg Verlag, München, 2011, s. 64, 69.
[139] Bakınız: Derdiman, R. Cengiz, “Cumhurbaşkanlığı sisteminin iyileştirilmesi önerileri”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/cumhurbskanligi-sisteminin-iyilestiirilmesi-onerileri/ , 2024, “3.2.2.” nolu başlık.
[140] Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sistemine İlişkin Değerlendirmeler”, 2024; Bülbül, Mahmut, “TBMM’nin Bilgi Edinme Yollarından Sözlü Sorunun Cevaplanması”, Yasama Dergisi, sayı 3, Ekim Kasım Aralık 2006, ss: 5-26, s. 17.
[141] Yazıcı, Serap, “Yüz Yıl Önce ve Yüz Yıl Sonra TBMM”, Perspektif, https://www.perspektif.online/yuz-yil-once-ve-yuz-yil-sonra-tbmm/, erişim: 11.05.2023; Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sisteminin İyileştirilmesi Önerileri, 2024, “4.2.1.1.” nolu başlık; Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sistemine İlişkin Değerlendirmeler”, 2024, “2.4.1.” nolu başlık ve dipnot: 150, 151 ve bu dipnotlara bağlı bilgiler. Bu arada İngiltere’de bu yöntemin çok daha etkili işlediği dikkat çekmektedir. Buna göre: sistem haftanın ilk 4 gününde 1’er saatlik sürelerle milletvekillerine, yürütmeye sözlü soru sorabilme ve müzakere imkanı bile vermektedir. Loewenstein, Staatsrecht und Staatspraxis von Grossbritannien, s. 293.
[142] Stadler, s. 169, 170, 174, 180.
[143] Stadler, s. 170, 171. Buna ek olarak acil cevap isteyen sorular da söz konusu olmalıdır. Bunlar, Ülkenin kamusal öneme sahip acil sorunlarına mümkün olduğunda kısa zamanda cevaplanması istenen sorulardır. Carroll, s. 159.
[144] Marschall s. 148, 149.
[145] Krause, Joachim Ist parlamentarische Kontrolle ein Auslaufmodell?, in: Stiftung Gesellschaft für Rechtspolitik und Institut für Rechtspolitik (Hrsg.): Bitburger Gespräche Jahrbuch 2018. C.H. Beck, München, 2019 ss: 129-151, s. 130.
[146] Konuya ilişkin olarak bakınız: Franke, Peter, “Notbewilligungsrecht und parlamentarische Kontrolle”, FinanzArchiv / Public Finance Analysis, New Series, Bd. 33, H. 1 (1974), ss:. 143-147, s. 145, 147.
[147] Bakınız: 6771 sayılı Kanuna İlişkin 447 sıra sayılı Anayasa Komisyonu raporu, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d26/c031/tbmm26031053ss0447.pdf erişim: 07.08.2024, s. 27.
[148] Derdiman, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, 2024, “4.” Nolu başlık.
[149] Örneğin: bu paylaşımlardan birisine göre, “diktatörlükten söz etmek; bizatihi Milleti tanımamak, onun gücünü hafife almak anlamına gelir.” Halkoylamasına Doğru Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi 2017. http://www.akparti.org.tr/halkoylamasinadogru/, (23.04.2018), s. 17.
[150] Nakleden: Özbudun, Ergun, “Atatürk ve Demokrasi”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı I, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Atatürkçü Düşünce Merkezi Yayını, Ankara, 2004, ss:161-170, s. 164
[151] Platon ve Aristo’nun siyasal rejimlerin bozulabileceğine ilişkin görüşleri için bakınız örneğin: Sarıca, s. 24, 30, 31; Mosca, Geatano, Siyasi Doktrinler Tarihi, Çeviren: Semih Tiryakioğlu, Varlık Yayınları, İstanbul, 1963, s. 45-47. Gerçekten, demokrasi gelişmiş ve barışçıl bir ortak hayat kültürüdür. Ama demokrasinin ekseni, hakkaniyet ve adalete tahammülsüz; ya da politik ikbalini önceleyenlerin yönetiminde bozulabilir. Malkoç, Ali Rıza, Ayağa Kalk İnsanlık, Gülnar Yayınları, Ankara, 2023, s. 33-35. Bu “bozulma”dan maksat da demokrasilerdeki hukukun üstünlüğü prensibinin ve insan haklarının işlevsizleşmesi olacaktır.
[152] Adalet hakkında pek çok söz söylenebilir ancak konuyu diğer yazılarımıza bırakıp, burada belirtmek isterim ki: “Adalet, dünyanın kendisiyle ayakta durduğu cana yakın bir dosttur.” İbn-i Haldun (Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun Hadrami), Mukaddime Cilt I, Çeviren: Halil Kendir, İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Baskısı, Ankara, 2004, s. 74. “Adalet devletin bekasının, dünya ve ahiret şerefinin elde edilmesinin de temel ilkesidir.” İbn Cemaâ, Bedreddin, Adl’ e Boyun Eğmek Ehl-i İslâm’ın Yönetimi İçin Hükümler, Tercüme: Özgür Kavak, Klasik Yayınları, İstanbul, 2010, s. 28; Derdiman, R. Cengiz, “Siyasal rejimlerin işlerliğini sağlayacak faktörler”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/siyasal-rejimlerin-islerigini-saglayacak-faktorler/, 2024, “3.1.1.” nolu başlık.
[153] Anayasamızın başlangıç kısmının son iki fıkrasındaki “fikir, inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere. /Türk Milleti tarafından, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” İfadelerini burada ayrıca zikretmek, konuyu daha iyi aydınlatmış olacaktır.
[154] “Fazilet ve dürüstlük ehliyetin ahlâkî ifadesidir.” Başgil, Ali Fuat, Esas Teşkilat Hukuku Birinci Cilt Türkiye’nin Siyasî Rejimi ve Anayasa Prensipleri, Fasikül I, Baha Matbaası, İstanbul, 1960, s. 218.
Hakkaniyet ve adaleti öngören ve en iyi şekilde yaşatan rejimin Cumhuriyet olduğu malûmdur. “Cumhuriyet ahlâki fazilete müstenit bir idaredir[;] Cumhuriyet fazilettir. … Cumhuriyet namuslu ve faziletli insanlar yetiştirir.” Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi 1999. (Haz: Mehmet Evsile), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 20. Cumhuriyetin tanımı kapsamı ve fazilet olduğuna vurgu yapan şiirimiz: Derdiman, R. Cengiz, “Cumhuriyet”, Hukuki Yaklaşım Sitesi, https://www.hukukiyaklasim.com/diger-icerikler/cumhuriyet-siiri/ , erişim: 06.01.2024.
[155] Aynı yönde: Karakoç, Sezai, Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı I, Diriliş Yayınları, 2010, s. 187, 188.
[156] Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devleti’nde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara, 1969, 49.
[157] Malkoç, Ali Rıza, Hukuk Aşkı, Kutlu Yayınevi, İstanbul, 2019, s. 322.
[158] Demokrasilerde “düşünce hürriyeti” öylesine önemlidir ki; diğer hürriyetlerin ana kaynağı ve siyasal sistemin ana taşıyıcılarından birisidir. Tanör, Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, Öncü Kitapevi Yayını, İstanbul, 1969, s. 15, 16. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin verdiği bir kararda da aynı hususlar dile getirilmiştir (Bakınız: aynı eser, s. 15).
[159] Endişe ya da “korku zamanlarında özgür iradeler açığa çıkacak özgür ortam bulamazlar….bilginin serbest dolaşımı ve bilenlerin rahat hareket etmeleri; toplumsal huzur, güven ve gelişme için çok önemlidir.” Karaçor, Bayram, Barışa Yön Veren Değerler, İstanbul, 2017, s. 93. Korku ve endişe halinde kişilerin fikirlerini açıklama özgüvenine sahip olamayabilecekleri; etkinliklerden uzak kalabilecekleri gibi tespitlerden (Leutheusser-Schnarrenberger, Sabine, Angst essen Freiheit auf, by wbg (=Wissenschaftliche Buchgesellschaft), Darmstadt, 2019, s. 10) de söz edilebilir.
[160] Anayasamızın 1. maddesinde kabul edilen Cumhuriyetin bizatihi kendisi, devletin her makam ve mevkiine yapılacak görevlendirmelerde ehliyetin ve liyakatin gözetilmesini gerektirir.
[161] “İstişare ne güzel yardımdır; keyfi davranış, istibdat ne çirkin istidattır.” [Hz.] Ali’nin bu sözünü nakleden: Erdoğan, Mert Can, “Osmanlı Devlet Yönetiminde Akıl ve Meşveretin Yeri” ulakbilge, yıl: 2017, 5 (10), s.453-467, s. 461.
[162] Yargı bağımsızlığı hakimlerin sadece bağımsız ve tarafsız olmaları ile tamamlanmış olmaz. Bir o kadar da önemli olan, kamuoyuna, topluma, görünüşte de bu güveni verebilmektir. Aynı yönde: Paksüt, Osman, “Zübeyde Sarı İle Hafıza” KRT TV, 21.01.2024, https://www.youtube.com/watch?v=QrJR2PJS-yU , erişim: 30.01.2024, dakika: 11.32 ve sonrası.
[163] Magiera, Siegfried, Parlament und Staatsleitung in der Verfassungsordnung des Grundgesetzes, Duncker & Humblot, Berlin, 1979, s. 27.
[164] Siyasal rejimlerin işleyişinde gerekli faktörler için de bakınız: Derdiman, Siyasal Rejimlerin İşlerliğini Sağlayıcı Faktörler, 2024.
[165] Dahl, A. Robert, How Democratic is the American Constitution? Copyright by Yale University, New Haven & London, 2001, s. 97.
[166] Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, Taklitle Medeniyet Olmaz, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1962, s. 8. Ayrıca bakınız: Derdiman, Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi, 2024.
[167] Nakleden: Sartori, Giovanni, Karşılaştırmalı Anayasa Mühendisliği, Yapılar, Özendiriciler ve Sonuçlar Üzerinde Bir Değerlendirme, Çeviren: Ergun Özbudun, Yetkin Yayınları, Ankara, 1997, s. 187.
[168] Sartori, s. 187.
[169] Soysal, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gözden Geçirilmiş Beşinci Baskı, Gerçek Yayınevi Yayını, İstanbul, 1979, s. 63.
[170] Örnek: AYM E: 2018/99, K: 2021/14 03/03/2021 § 102, AYM E: 2022/50 K: 2022/107, 28/9/2022, § 27, 28.
[171] AYM, E.2020/79, K.2023/113, 22/06/2023, § 80.
[172] AYM, Esas: 2022/50 Karar: 2022/107, 28/9/2022, § 26. AYM, (E: 2018/99, K: 2021/14 03/03/2021 § 89) kararında, “ulaşılmak istenen amaca ilişkin kamu yararı ile ifade ve basın özgürlüklerine yönelik kişisel yarar arasında bulunması gereken makul dengenin gözetildiği” gibi bir ifade ile kamu yararını anlamaya (kişisel yararla dengeli olmak gibi ama) katılamayacağımız bir boyut getirmiş de olmaktadır. Kamu yararı ile kişisel yarar dengesi kamu yararı amacından sapma anlamına gelir. Ancak kamu yararının kişisel yararların sağlanmasında ikame olunabileceği; asıl olanın kişilerin hakları olduğu; bundan uzaklaşmanın zaruri olduğu hallerde ise kişisel hakları toplum menfaati karşısında feda etmek gerekebileceği ifade edilmelidir. Bakınız: Derdiman, Siyasal rejimlerin işlerliğini sağlayacak faktörler, 2024, “2.2.” ve “2.3.” nolu başlıklar.
[173] Erdem, Fazıl Hüsnü, “Nasıl Bir Parlamenter Sistem”, Türkiye’nin Sistem Arayışı, Ocak 2023, https://ankaraenstitusu.org/wp-content/uploads/2023/01/fazil-husnu-erdem-nasil-bir-parlamenter-sistem.pdf, erişim: 11.01.2024, s. 15
[174] Derdiman, Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve “Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti”ni Tartışmak, s. 265.
[175] Tafsilat için bakınız: Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sisteminin İyileştirilmesi Önerileri, 2024.
[176] Kuvvetler ayrılığının, yasama, yürütme ve yargı arasında “dengeli bir işbirliği” olarak anlaşılması yönünde aynı kanaat: Gemalmaz, Mehmet Semih, Devlet, Birey ve Özgürlük, 2. Baskı, Legal Yayınları, İstanbul, 2012, s. 286.
[177] Benzer görüş: Akyol, Taha, “Söyleşi”, Kırmızı Çizgi, Program Sunucusu: Gözde Şeker, Halk TV, 09.04.2024. Loewenstein (Political Power and the Governmental Process, s. 42) bunları klasik usulden farklı; politika belirleme, politika uygulama ve politika kontrolü olarak ayırmaktadır. Halbuki bu ayrım da nihayetinde görevlere bağlı kuvvetlerin farklı görev odaklarına verilmesini zorunlu kılmaktadır.
[178] Derdiman, Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi, 2024, “4.2.3.” nolu başlık ve 116-120. Dipnotlar.
[179] Derdiman, Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve “Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti”ni Tartışmak, s. 269; Ve ayrıca bakınız: Derdiman, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, 2024, “4.2.3.” nolu başlıktaki bilgiler ve kaynaklar.
[180] Oktay, Cemil, Siyasi Kültür Okumaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, İstanbul, 2017, s. 32.
[181] Halbuki, kültürün öznesi ve sahibi, hangi kültürel değerleri belirleyeceğine ve benimseyeceğine karar veren teknoloji veya diğer faktörler değil; insandır. Zira, Güngör’ün de dediği gibi, değerleri oluşturan ve benimseyen insandır. Güngör, Erol, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, 9. Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 36.
[182] Tarhan, Nevzat, Güzel İnsan Modeli Ailede, Toplumda, Siyasette Değerler Psikolojisi, 4. Baskı,Yayına Hazırlayan: Zahide Ülkü Bakiler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s. 57, 62.
[183] Anayurt, Anayasa Hukuku Genel Kısım Temel İlkeler Kavram ve Kurumlar, s.352, 354; Derdiman, Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi, 2024, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/hukumet-sistemi-olarak-cumhurbaskanligi-sistemi/#_ftnref51.
[184] Benzer görüş: Esen, Bülent Nuri, Anayasa Hukuku Genel Esaslar, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1970, s. 283. Hükümet sistemlerini ve siyasal rejimleri soyut bir mefhum olmaktan ya da yıkılamayan basmakalıplarıyla kabul etmekten ziyade; “yaşayan, bir tekâmül seyri takip ederek ulusun hayatına, husule gelen sosyal ve siyasal değişmelere ve bu değişikliklerin doğurduğu ihtiyaçlara uymak zaruretinde olan birer varlık olarak kabul etmek lâzımdır.” Okandan, Recai Galip, “Parlamentarizm ve Bugünkü Şekli”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt: 1, sayı: 2, yıl: 1935, ss: 135-148, s. 138.
[185] Mill, John Stuart Demokratik Yönetim Üzerine Düşünceler, Çeviri: Özgüç Orhan Pinhan Yayınları, İstanbul 2017, s. 135, 136, Derdiman, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, 2024, dipnot: 116.
[186] Eroğul, Cem, Ana Tüzeye Giriş (Anayasa Hukukuna Giriş), 13. Bası, İmaj Yayınevi, Ankara, 2013, s. 83.
[187] Bilir Faruk, “Türkiye’ye Özgü Yeni Bir Hükümet Modeli: Cumhurbaşkanlığı Sistemi” Yeni Türkiye, Yıl: 2017 sayı: 94, ss: 1-6, s.4
[188] Yukarıdaki dipnot: 166; Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, s. 8.
[189] İyimaya, Ahmet “Anayasa Değişikliği Ekseninde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (Anatomik ve Diyalektik Bir Yaklaşım)” Yeni Türkiye, yıl: 2017, sayı: 94, ss: 71-89, s. 78, dipnot: 12.
[190] Hukuk Güvenliği hakkında bakınız: Derdiman, R. Cengiz, Hukuk Başlangıcı, 5. Baskı, Aktüel Yayınları, Ankara, 2015, s. 324; Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sistemine İlişkin Değerlendirmeler, 2024, “2.3.” nolu başlıktaki bilgiler ve atıf yapılan eserler.
[191] Croissant, Aurel, “Regierungssysteme und Demokratietypen”, Vergleichende Regierungslehre: eine Einführung, Hans-Joachim Lauth (Hrsg.), Westdeutscher Verlag, Wiesbaden 2002, ss: 131-155, s. 132, 133.
[192] Döner, Ayhan, Anayasa Hukuku Genel Esaslar, Yetkin Yayınları, Ankara, 2023, s. 249.
[193] Çağlar, s. 264.
[194] Nitekim Teziç’e (Anayasa hukuku, s. 471) göre kuvvetlerayrılığı, siyasal rejimlerin sınıflandırılmasında mihenk taşıdır.
[195] Akyol, Taha, Söyleşi, Kırmızı Çizgi, Program Sunucusu: Gözde Şeker, Halk TV, 09.04.2024.
[196] Çağlar, s. 263.
[197] Aynı yönde örneğin: Kapani, s. 286. Ayrıca bakınız: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024.
[198] Bu deyimin açıklaması: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, “6.4.” nolu başlık ve dipnot: 160, 161.
[199] Kuzu, Her Yönüyle Başkanlık Sistemi, Babıali Kültür Yayıncılığı (BKY) yayını, İstanbul, 2011, s. 87; Kuzu, Türkiye İçin Başkanlık Hükümeti, s. 61.
[200] Kapani, s. 286.
[201] Eğilmez, Mahfi, Yapısal Reformlar ve Türkiye, 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2022, s. 40.
[202] Balo, Yusuf Solmaz, “Amerika Birleşik Devletleri Mahkeme Teşkilatı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, yıl: 2012, cilt: 61, sayı: 3 ss: 973-1015, s. 991. Yılmaz, ABD’de, örneğin polisin zor kullanmasına dair açık bir düzenleme bulunmadığını belirtmektedir. Ve devamla, polisin bu konudaki düzenlemeleri, Yüksek Mahkemenin içtihatlarına göre yaptığını söylemektedir. Yılmaz, Halil, Amerika Birleşik Devletleri’nde İç Güvenlik, Ulus Medya Yayınevi, İstanbul, 2023, s. 105. Ayrıca bakınız: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/hukumet-sistemi-olarak-cumhurbaskanligi-sistemi/#_ftn123; Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sisteminin İyileştirilmesi Önerileri, 2024.
[203] Dipnot 96; Derdiman, “Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri” 2024, dipnot: 143, 144, 177.
[204] Güner Toprak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, s. 105-107; Güner Toprak, Başarabiliriz, s. 271.
[205] 1968-1980 dönemindeki koalisyonlardan edinilen tecrübelerin mevcut parlamenter sisteme eleştirileri ve tepkileri yoğunlaştırması, günümüze kadar birçok kez başkanlık sistemine geçilmesi düşüncelerinin ileri sürülmesine sebep olmuştur. Aynı yönde: Şahin, Engin, “1982 Anayasasının Hazırlanış Sürecinde Başkanlık Sistemi Tartışmaları ve Yürütmenin Güçlendirilmesi”, Siyaset, Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi,2015, Yıl: 3, Cilt: 3, Sayı: 4, ss: 43-67, s. 45. Hal böyle olsa da, başkanlık sistemi fikrini ortaya atanların genellikle Cumhurbaşkanları olmaları dikkat çekmiştir. Bu durumun, kendilerinin, hükümetle ters düşmeleri ya da partileri ile ilişiklerini devam ettirmek istemelerinden kaynaklamış olabilmesi ihtimalleri de gözardı edilmemelidir.
[206] Christian Rumpf, “Die Verfassungsänderung 2017”, 25.07.2019, http://www.tuerkei-recht.de/downloads/Verfassungsaenderung.pdf, (28.07.2019), ss: 1-21, s. 6.
[207] Güner Toprak, Ece, Çare Başkanlık Mı? Palme Yayıncılık yayını, İstanbul, 2017, s. 68, 69.
[208] Güner Toprak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, s. 41; Hartmann, Jürgen, Die politischen Systeme Lateinamerikas Ein Überblick, s. 50, 53; Şirin, s. 101.
[209] Karşılaştırınız: Butler, Eamonn, Özgür Toplumun Temelleri Çeviren: Hakan Şahin, 2. Baskı, Liberte Yayınları, Ankara, 2016, s. 68.
[210] Bakınız: yukarıdaki, 101, 105, 106, 165, 166, 183.
[211] Lijphardt, s. 356, 357; Özsoy Boyunsuz, s. 228.
[212] Lijphart, s. 57-59.
[213] Beale, p. 40
[214] Karatepe, s. 158.
[215] Bu deyimin kaynağı için bakınız: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, dipnot: 111.
[216] “Parlamenter sistemde kararname, devlet başkanının imzasını ihtiva eden hükümet kararı, demektir.” Kabashi, Ditar, Devlet Başkanlarının Düzenleme Yetkisi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı Anayasa Hukuku Bilim Dalı, Ankara, 2022, s.44.
[217] Yani ilk kez tarafımızdan ortaya konulan bir açıklama olarak diyebiliriz ki: bu usul, parlamenter sistemdeki denetim usullerinin etkisizliklerini gideren yeni bir usul olarak yorumlanabilir. Konuya bu yönden bakarsak, koalisyonların, “yürütmenin kendi kendini denetleme kazanımı”nı görmek gerekir. Tabii ki bu, şayet koalisyon ortaklarının koalisyonu devam ettirmek gibi amaçlarına bağlıdır.
[218] Derdiman, Cumhurbaşkanlığı sisteminin İyileştirilmesi Önerileri, 2024.
[219] Marschall, s. 148.
[220] Derdiman, Cumhurbaşkanlığı sisteminin iyileştirilmesi Önerileri, 2024.
[221] Bakınız: Derdiman, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak, https://www.hukukiyaklasim.com/wp-content/uploads/2024/07/Turkiyede-Benimsenecek-Hukumet-Sistemi-ve-Cumhurbaskanligi-Hukumetini-Tartismak-2.pdf erişim: 10.08.2024.
[222] Derdiman, “Türkiye’de Benimsenecek Hükûmet Sistemi ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti’ni Tartışmak, https://www.hukukiyaklasim.com/wp-content/uploads/2024/07/Turkiyede-Benimsenecek-Hukumet-Sistemi-ve-Cumhurbaskanligi-Hukumetini-Tartismak-2.pdf erişim: 10.08.2024, s. 264 ve devamı.
[223] Tafsilatlı bilgi: Derdiman, “Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, 2024.
[224] Nitekim Cumhurbaşkanlığı sisteminin bu arazlarının iyileştirildiği bir model teklifi sonraki bir yazımızda (Derdiman, Cumhurbaşkanlığı sisteminin iyileştirilmesi önerileri, 2024) yapılmıştır.
[225] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 14.
[226] Çağlar, s. 78.
[227] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 131.
[228] 1982 Anayasasının meşruluğu konusunda bakınız örneğin: Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 28-31; 128-131.
[229] Hz. Ali’nin (Muaviye’ye) yazdığı mektupta, Kur’an’a (Hud/11:88.) atıfla, toplumda esas amacın öncelikle ıslah ve düzeltmek olduğu şeklindeki görüşü: Akyüz, Vecdi (Derleyen), Asr-ı Saadette Siyasî Konuşmalar, 2. Baskı Dergâh Yayınları, İstanbul, 2021, s. 176.
[230] Derdiman, “Cumhurbaşkanlığı Sisteminin iyileştirilmesi Önerileri”, 2024.
[231] Derdiman, Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi, 2024, “3.1.1.” ve “3.1.2.” nolu başlıklar ve dipnotlar.
[232] “Efendiler, benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz Efendiler!” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, (Cilt:I) s. 212.
[233] Eraslan, Cezmi, Yakın Dönem Türk Düşüncesinde Halkçılık ve Atatürk, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2003, s. 204.
[234] Bakınız: Derdiman, Hükümet Sistemi Olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi, 2024, https://www.hukukiyaklasim.com/makaleler/hukumet-sistemi-olarak-cumhurbaskanligi-sistemi/#_ftnref52
[235] “Efendiler bizim hükûmetimiz … hâkimiyet-i millîyeyi, irade-i millîyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükûmettir, bu mahiyette bir hükûmettir!” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, s. 211.
[236] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, (cilt:I), s. 226. Ayrıca bakınız: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, “4.1.1.3.” ve “4.2.” nolu başlıklarla dipnot: 106-119.
[237] Derdiman, Cumhuriyet, 2017
[238] Atatürk’e göre, “Davamızın adalete uygunluğu ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı’dan sonra en büyük desteğimizdir.” Karal, Enver Ziya (Derleyen), Atatürk’ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1991, s. 35, 36.
Yine Atatürk’e göre: “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak bir fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak türeli [adaletli] bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir.” İnan, Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 8. Baskı Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2009, s. 367. Eşitlik ve adalet gibi olgularla ilgili olarak Atatürk’ün beyanları için bakınız: Atatürk, Medeni Bilgiler, s.102.
[239] Aynı kanaat, örneğin: Bulaç, Ali, İslam ve Demokrasi, Teokrasi Totalitarizm, İz Yayınları, İstanbul, 1995, s. 159.
[240] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, cilt: III) s. 99, Naci, Fethi, 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri, 4. Baskı, Gerçek Yayınları İstanbul, s.12. Dolayısıyla Atatürk’e göre: “…Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yokluk vardır. Her gelişmenin ve her kurtuluşun anası hürriyettir…” 1906, Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selanik Şubesini Kuruluş nutku, (ASD, II, s. 1) nakleden: Fendoğlu, Hasan Tahsin, “Anayasa ve Atatürkçülük”, Polis Dergisi, Yıl: 12 (2006), sayı: 48-49, ss: 1-12, s. 7.
[241] Atatürk, Mustafa Kemal, Medeni Bilgiler, yazıya geçen: Afet İnan, 2. Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2010, s. 98.
[242] Dipnot: 250.
[243] Özbudun, Ergun, “Atatürk ve Laiklik”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, yıl: 1992,cilt: 7 sayı: 24, ss: 429-438, s. 437.
[244] İnan, s. 158, 160. Şu halde: dini mülahazalardan değil; “sırf ‘ihtiyaçlardan ve hayat realiteleri’”nden (Başgil, Ali Fuat, Din ve Lâiklik,8. Baskı, Yağmur Yayınları, İstanbul. 2007, s. 160) kaynaklanan tasarruflar, yönetimi teokratik niteliğe dönüştürmez. (Başgil, s.160; Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 230). Kaldı ki “laiklik her ülkenin [kendi] şartlarına göre değerlendirilmelidir.” Dinçkol, Bihterin Vural, “Laik Devlet”, Genel Kamu Hukuku, Yazarlar, Mehmet Akad-Bihterin Vural Dinçkol, Der yayınları, İstanbul, 2004, s. 419). Nitekim Atatürkçü düşüncedeki “inkılapçılık”, çağdaş medeniyete; en iyi/güzel, insani ve toplumsal değerlere ulaşmayı hedeflemektedir. (Bakınız: yukarıdaki 86-90. dipnotlar ve bunlara bağlı bilgiler). Diğer taraftan toplumsal hayatın bir kısım ahlaki düsturlarla yaşayabileceği malûmdur. Ki bunlar, hürriyet, hakkaniyet, dürüstlük, adalet, merhamet, af ve hoşgörü gibi kavramlardır. Başgil’in (Din ve Laiklik, s. 75) de belirttiği gibi bu ahlaki niteliklerin her birisi aslında dine dayanmaktadır. Ve bunlar, örneğin İslâmi nitelikleri olan düsturlardır.
[245] Özbudun, “Atatürk ve Laiklik”, s. 436; Esen, Selin-Yücel, Bülent, Türk Anayasa Hukuku, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, Eskişehir, 2012, s. 80.
[246] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 231; Derdiman, Hukuk Başlangıcı, s. 321. Atatürk haklı olarak, dinden değil; dinin gerçek anlamını, hurafe ve taassuplardan dolayı kaybetmesinden şikâyet etmiştir. Bundan başka, Atatürk, dini istismar ve menfaat aracı olarak görmeye de şiddetle karşı çıkmıştır. (Yakıt, İsmail, Atatürk ve Din, 10. baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2016, s.69). Nitekim Ortaylı (İlber, Mustafa Kemal Atatürk, Kronik Yayınları, İstanbul, 2018,s. 101) da Atatürk’ün “Türkiye’nin nefes alması, ilerleyebilmesi ve mazhar-ı hürriyet olması için her şeyden evvel Türk milletinin maneviyatını yükseltmek ve onu taassuptan kurtararak faal bir kudret iktisap etmesine çalışmak lazımdır.” sözlerine eserinde yer vermiştir.
Hal böyle olsa bile, konumuzla sınırlı olarak, sadece şu gözlemleri belirtmek de bilimsel gereklilik olacaktır: Dönemin dine bakışında, pozitivizmin etkileri kanaatimizce hep dikkat çekmektedir. (Bakınız: Derdiman, Anayasal Gelişimde Hükümet Sistemleri, 2024, dipnot: 99 ve 120/sonparagraf): Nitekim “Cemiyet hayatında, dünya ve ahiret korkusundan doğan ahlak yerine, hürriyet ve nizamın telifine (uzlaştırılmasına) istinat eden (dayanan) hakiki ahlak ve fazileti hâkim kılmak.” (Tarih IV, 1 931, s. 261, nakleden: Tanör, Bülent, Kuruluş, Yenigün Haber Ajansı Baskısı, İstanbul, 1997, s. 88, 89.) gibi bir ifade, buna örneklerden sadece biridir. O dönemde İslâm’ı eleştiren karşıt fikirlere ilişkin diğer örnekler de bazı eserlerde yer almıştır. Bakınız örneğin: Çeçen, Fehmi İlkay Atatürk’ün Kaleminden Yaratılış ve Din, Yüzleşme yayınları, İstanbul, 2021, s. 221, 222; Aydar, Hidayet, “Türklerde Anadilde İbadet Meselesi -Cumhuriyet Dönemi.-“ İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl: 2007, sayı: sayı: 15, ss: 71-107, s. 72-74.
[247] İnan, s. 160.
[248] Derdiman, Anayasa Hukuku, s. 60; Arsel, Anayasa Hukuku-Demokrasi, s. 27; Hirschl, Ran, Constitutional Theocracy, Harvard University Press Cambridge, 2010, p.3. “Anayasacılık” teorisi de hukukun üstünlüğünü ve hürriyetleri ihlal niteliğindeki tüm teokratik girişimlerle çatışır. Zira “anayasacılık”, hürriyetleri ve halkın mutlu yaşamasını garanti etmektedir. Bunu da bağımsız yargı ve diğer formüllerle tesis etmektedir. Hirschl, p.103.
[249] Bu yönden konuya bakılırsa, “teokrasi” tanımı İslâm’a uymaz. Çünkü İslâm’da ruhban sınıfı yoktur. (Bakınız örneğin: Armağan, Servet, Din ve Vicdan Hürriyeti ve Laiklik-Teori ve Pratik,İnsan Yayınları, İstanbul, 2003, s. 120-127; Kösoğlu, Nevzat, Devlet (Eski Türkler’de İslam’da ve Osmanlı’da), Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1997, s. 67).
Fiilen bir ruhban sınıfı oluşturacak girişimler ise antilaik nitelikte olacaklardır. “İslâm ruhbanlığını reddettiğine göre” (Güngör, Erol, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s. 37), uygulamada oluşacak böyle bir usule İslâm da, laik devlet de izin vermez. Nitekim Kur’an, insanların din adamlarını rab edinmelerini yasaklamaktadır. Bu, İslâm’da din adamları aracılığıyla inanmayı da yasaklamış olmaktadır. Kin insanlara sadece tek Allah’a tefekkür ederek kul olmak ve ibadet emredilmiştir. (Tövbe/9:31, Şener, Abdulkadir-Sofuoğlu, Cemal-Yıldırım, Mustafa, Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumlu Meali, 4. Baskı,İzmir İlahiyat Vakfı Yayını, İzmir, 2014,s. 190)
[250] Atatürk’e(Medeni Bilgiler, s. 98) göre: “Bir Devletin temeli Allahlık düşüncesine, ilahi yönetime dayandıkça, o devlette her hak, Allah’ın vekilinde ve Peygamberin halifesindedir; bireyin hakkı söz konusu değildir.” Bir görüş de (Kapani, s. 87.), İslâm’da insan haklarının sadece Tanrı tarafından bağışlanmış imtiyazlar olduğu yönündedir. Ancak, konuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse:
İslâm insanı yaratıkların en şereflisi addetmiş (Kur’an, Tin/95: 4); ve iyiliklerine mükâfaat kötülüklerine de ceza öngörmüştür (Örneğin: Kur’an, Enam/6: 104; Zilzal/99: 7 ve 8). İnsanları ceza ve mükafatlarla muhatap tutmak için, doğaldır ki, serbest bırakmak gerekir (Şener-Sofuoğlu-Yıldırım, s. 131, 141); hatta bu, kanaatimizce bir anlamda şarttır. Allah insanlar için “Kitabının ve mizanının” belirlediği (Kur’an, Hadid/57:25; Şûra/42: 17) adaleti tesis etmiştir. Buradaki “mizan”ı, hukuku ve adaleti üstün kılan ölçüler (Şener-Sofuoğlu-Yıldırım, s. 484, 540) ve bir de kanaatimizce Hz. Peygamberi(mizi)n, söz ve uygulamaları diye anlamlandırmak mümkündür.
Bu kapsamda İslâm, insanların, kötülüklerden uzak kaldıklarında (örneğin: Kur’an: Nahl/16: 90) ve iyilikler içinde olduklarında (Kur’an, Ali İmran/3: 114; Tövbe/9: 71) saadete ulaşabileceklerine de işaret etmiştir. (Bakınız: Turnagil, Ahmet Reşit, İslamiyet ve Milletler Hukuku, Sebil Yayınları, İstanbul, 1977, s. 51). İşte bu kayıtla “Allah insana hürriyet ve masuniyet bahşetmiştir.” (Turnagil, s. 36). Ve dolayısıyla, “İnsan için akıl, hürriyet, vakar ve temkin en büyük birer nimettir. İnsan bu sayede hukukunu muhafaza eder, herkesin ihtiramına mazhar olur, her türlü tasarrufata ehil bulunur.” (Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, Cilt: III, Bilmen Yayınevi, İstanbul, Tarihsiz-1980?, s. 259).
Kaldı ki; İslâm’da aklın, hayatın, neslin korunması da hürriyeti ge(rek)tirir. (Bakınız: Bassiouni, Mahmoud, Menschenrechte zwischen Universalitat und islamischer Legitimitat, Suhrkamp Verlag Berlin 2014, s. 296, 297). Ve Peygamberimizin veda hutbesinde de İslam’da insan haklarının varlığına ilişkin birçok tespit ve beyan bulunmaktadır. Ki bu hutbe bütünüyle bir insan hakları beyannamesidir. (Altuntaş, Hayrani, İslâm’da Din Hürriyetinin Temelleri, 5. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 2012, s. 13). Nihayetinde İslâm hürriyet teorisinde, Allah’a kul Resulüne ümmet olan bir kişi, gerçek hürriyeti ve güvenliği bulmaktadır. Dolayısıyla İslâm’da hürriyet, kötülüklerin ve “tutkuların esaretinden kurtuluş”tur. (Gazzali, İhya, III, 242-243, nakleden: Çağırıcı, Mustafa, “Hürriyet”, İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hurriyet erişim: 12.08.2024. Aynı kanat: Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2015, s. 80).
Bu sebeplerle, Atatürk’ün bu sözünü İslâm’ın insana ve hürriyete verdiği değerin reddi olarak görmemek gerekir. Zira aksi düşünce İslâm’ın yukarıda kısaca özetlediğimiz evrensel içeriğiyle çelişir. Dolayısıyla, bunu, bireylerin Allah’a ve Peygamberimizin statüsüne karşı “hak” ileri süremeyecekleri şeklinde anlamak daha doğrudur. Nitekim Atatürk, bu sözünde, “hürriyet”ten değil “hak”tan bahsetmektedir. Kaldı ki, Atatürk’ün örneğin 238. dipnottaki ve tüm bu yazıdaki sözleri de dine karşı olmadığı düşüncesini ortaya koymaktadır. Yine Atatürk, Müslümanların dayanışmasının Allah’ın bir emri olduğunu belirtmiştir. (Meydan, Sinan, Atatürk ile Allah Arasında, 6. Baskı, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 2009, s. 401.) Ayrıca, Atatürk’ün “Muhammed ümmetinin hürriyet ve bağımsızlığı uğrunda mücadele etmek bizler için Allah’ın emridir.” (Meydan, s. 401, 402.) şeklindeki sözlerini de burada ayrıca zikretmek gerekir. Dine karşı olmayan, dinin öngördüğü hürriyet anlayışına da karşı olmaz. Çünkü İslâm bir bütündür ve buna iman eden kişiler, İslâm’ın tek bir hükmü bile reddedemezler. Aksi hal ise imandan çıkmaktır.
[251] Özbudun, Ergun, “Atatürk ve Demokrasi”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2004, s. 165
[252] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, cilt: III) s. 99, Naci, s. 44.
[253] Bakınız örneğin: Akartürk, Ali Ekrem-Küçük, Tevfik Sönmez, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Teori ve Uygulama, Adalet Yayınevi yayını, Ankara, 2021, s. 249, 250; Şirin, Tolga, Anayasa’dan Çıkış, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2022, s. 435. Ayrıca: Derdiman, Cumhurbaşkanlığı Sisteminde İyileştirme Önerileri, 2024, “5.7.” nolu başlık.
[254] Kaboğlu, s. 374.